REFAHIN TOPLUMUN HER KESİMİNE DAĞILMASI
Bu haftanın gündemi ikinci çeyrek büyüme rakamı oldu. Büyüme, geleneksel olarak reel Gayri safi yurtiçi hasıla (GSYİH) artış oranı yüzdeleriyle ölçülüyor. Gayri safi yurtiçi hasıla ise bir ülkenin belli bir dönem içerisinde ürettiği mal ve hizmetlerin parasal ölçüsü. Türkiye ikinci çeyrekte yüzde3,8 büyüdü.
Birinci çeyrekte ise yüzde3,9 büyümüştü. İlk çeyrekte Şubat ayında yaşanan deprem felaketi üzerine birde seçim ekonomi eklenmesi ile ilk çeyrek kadar olmasa da büyümeye devam eden bir Türkiye görüyoruz. Geçmiş yıllara baktığımızda pandemide dahi büyüme gösterilebildiğini ve hatta pandemi sonrası en yüksek oranlı büyümeye gerçekleşiyor, 1 Eylül 2021 de yüzde 21,7 büyüme olduğunu görüyoruz. Seçim dönemlerini kapsayan çeyreklerde ise genel olarak beklentiler karşılanamamış. Bir başka kesişim ise kur ataklarının olduğu çeyreklerde aynı şekilde beklentiler karşılanamamış. Hatta kur atakları olduğunda büyüme bir yana küçülme ortaya çıkmış.
Seçim dönemlerinin ekonomi üzerindeki yükü ve belirsizliğin işleri yavaşlattığını biliyoruz peki kur hareketi neden büyümeyi bu kadar olumsuz etkiliyor. Çünkü dış ticaret açığımız var. 2023 yılı Temmuz ayında, ihracat bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 7,2 artarak 18 milyar 198 milyon Dolar, ithalat yüzde11,6 artarak 29 milyar 686 milyon Dolar olarak gerçekleşti. Temmuz ayında dış ticaret açığı yüzde19,3 artarak 9 milyar 628 milyon Dolardan, 11 milyar 488 milyon Dolara yükseldi.
İkinci çeyrekte gelen yüzde 3,8 bu noktada dikkat çekiyor hem seçim ekonomisi hem kur ataklarına rağmen beklentinin üzerinde bir büyüme görüyoruz. Hem de dış ticaret açığına rağmen. Aslında bu deprem sonrası bölgedeki teşvikler ve hız kazanan yapılanma ile ilgili. Dünyadaki istatistiklere baktığımızda yaşanan doğal afetlerin ardından, bölgeye yapılan yardımlar ve teşvikler ile bir çarpan etkisi ortaya çıkıyor.
O bölgede halk diliyle yastık altındaki pasif yatırımlarda ekonomiye katılıyor ve büyümeye pozitif etki oluşturuyor. Kur hareketini baskılamak isteyen ihracatçı firmaları destekleyen hazine ve maliye politikaları gündemdeyken önümüzdeki dönemde atılacak adımlarında dış ticaret açığını azaltmayı hedefliyor. Bu da gösteriyor ki ileri dönem büyümeye devam eden bir Türkiye olacak, hatta genelde 3. Çeyrek rakamları ikinci çeyreğin gerisinde kalmasına rağmen bu sene diğer üçüncü çeyreklere kıyasla daha iyi bir büyüme ile şaşırtabilir.
Büyüme rakamlarının ardından Hazine ve Maliye Bakanı sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada büyümenin güçlü olmasının yanında dengeli ve sürdürülebilir olmasını hedeflediklerini vurguladı. Şimşek, ekonomide yeniden dengelenme ihtiyacı olduğunu, küresel aktivitedeki zayıflama nedeniyle reel ihracatın düştüğünü, ithalatın ise iç talebe bağlı olarak artışını sürdürdüğünü belirtti.
Şeffaf, tutarlı ve uluslararası normlara uygun politikalar sayesinde güvenin temin edilmesinin öngörülebilirliği artıracağını söyleyen Mehmet Şimşek öngörülebilirliğin, sürdürülebilir büyümenin sağlanması için gereken yatırım ve istihdam artışı için kritik önem taşıdığına dikkat çekti.
Tüm bunlardan şunu anlıyoruz. Bir sıcak para arayışı var doğru, bu kadar yoğun yabancı yatırımcılarla görüşmeler bu yüzden. Fakat her sıcak para getirene de kapılar açık değil. İşgücüne destek verecek, istihdam sağlayacak, katma değer yaratacak yatırımcılara kapılar açık. Kısacası seçici davranılıyor.
Bunların yan sıra Bakan Şimşek açıklamasında sağlanacak refah artışının toplumun tüm kesimleri tarafından adil paylaşımına öncelik verileceğine değindi. Yukarıda bahsedilen iç talebin güçlü sebeplerinden biri de tüketim eğilimi. Alım gücü düşük olsa dahi enflasyonist ortamlarda kişilerin bugün almazlarsa yarın daha yüksek bir fiyattan alma düşüncesi vardır. O nedenle talep yükselir fiyatlar yüksek kalır. Bu eğilimin kırılması gerekiyor. Hedeflenen hem alım gücünü yükseltmek hem de enflasyonu baskılayabilmek. Kişiler yarın fiyat artsa dahi istediklerini almakta zorluk çekmeyecekse tüketim eğiliminden çıkarlar.
Refah düzeyi yüksek toplumlar işgücü rakamları çok güçlendiğinde enflasyon baskısı hissederken, işgücü zayıfladığında resesyon kaygısı duyar. Fakat ekonomik geçim güçlüğü hisseden kesimin nüfusun çoğunluğunu oluşturduğu toplumlarda ise işgücü artışı enflasyonu aşağı çekerken, işgücü zayıflığı tüketimi ve talebi arttırdığı gibi enflasyonu daha çok tetikliyor.
İçinde bulunulan durum bir paradoks gibi görünse de, bazen hiç çözülmeyecek düğümler bir anda çözülür. Atılan adımların dengeli ve istikrarlı olması önemli olduğu kadar içinde bulunulan durumu çözmek için püf nokta sağlanan refahın toplumun her kesimine dağılması olacak.