KİRA DESTEĞİNDEN ASGARİ ÜCRETE
İstatistiğin en önemli ölçütlerinden biri “ortalama” dır. Çok değerli bilgiler taşıyan bu kavram, tanımlamaya çalıştığımız kitleyi oluşturan gözlemler birbirinden farklılaştıkça temsil gücünü kaybedecektir.
Çok klasikleşmiş (abartılı) bir örnekle anlatmak istersek, ayakları buzdolabında kafası fırında olan birisine vücut ısısını sorduğumuzda “vücut ısım normal” cevabını vermesi gibidir ortalama değeri bazen.
Ama örnekteki kişinin yaşam süresinin çok fazla olmayacağı da bir diğer bilgidir.
Türkiye ekonomik olarak, sosyal hayat olarak her geçen gün büyümeye devam ediyor. Büyümek kavramını sadece bir sayısal değerin artması olarak değil de aynı zamanda bu yapıyı oluşturan ilişkilerin karmaşıklaşması olarak da kabul etmek lazım. İlişkiler karmaşıklaştıkça, homojen yapının bozulduğunu
da kabul etmek gerekiyor. Bu bozulma sivriliklerin daha da ön plana çıkmasına neden oluyor.
Bunun bir sonucu olarak bölgesel farklılıklar da gün geçtikçe artıyor.
Aslında ilginç bir durum karşımıza çıkıyor. İletişim olanaklarının sınırlı, ulaşımın çok daha zahmetli olduğu dönemlerde, bugün iç içe geçmiş gibi görünen birçok yerleşim yerinde bundan 50 veya 60 yıl önce yapılan farklı uygulamaların sorun yaratabilme kapasiteleri sınırlıydı. Göz görmeyince gönül katlanır misali.
Günümüzde ise göz hemen her şeyi görebiliyor.
Gördükçe de gönlün katlanması zorlaşıyor ama buna karşılık homojen yapı gittikçe azalıyor.
Homojenliğin azalması, farklı uygulamaların gerçekleştirilmesini gerektiriyor. Farklı uygulamalar gerçekleştirildikçe, diğer bölgelerdeki bireylerin, aslında çevresel koşulları farklı olmasına karşılık,
bu sahip olmadıkları uygulamaları hak görüp isteme olasılıkları da artıyor. Döngü gibi bir durum ortaya çıkıyor bu ilişkiyi devam ettirince.
50’li yıllarda ülkemizde uygulamaya başlanan asgari ücret, yerel otoriteler tarafından belirlenirken, 1974 yılında bu durumun eşitlik ilkesine aykırı olduğu yönündeki Anayasa Mahkemesi kararıyla merkezi otorite tarafından belirlenmeye geçiliyor. 1974 yılında da bugün olduğu gibi bölgesel anlamda çok önemli farklılıkların olduğu kuşkusuzdur. Ancak yukarıda da belirttiğim gibi artık farklılıklar çok daha belirgin hale gelmiştir. Deyim yerindeyse aradaki uçurumlar daha da büyümüştür.
Bu durum 2000’li yılların başında gündemde oldukça yer tutan bölgesel asgari ücret tartışmalarını aklına getiriyor insanın. Olayın siyasi tarafını (tartışmalarını) tamamen bir kenara bırakarak, bölgesel satın alma gücünde meydana gelen farklılıklara bakarak, asgari ücretin farklılaştırılması konusunun tartışılması fayda sağlayacaktır.
14 Aralık 2020 günü gündemde iki önemli konu yer aldı. Bunlardan biri devam eden asgari ücret tespit çalışmaları, ikincisi ise Bakanlar Kurulu toplantısı sonrasında Cumhurbaşkanı tarafından yapılan açıklamalardı. Esnafa destek kapsamında açıklanan kira yardımı “büyükşehirlerde 750 TL, diğer şehirlerde ise 500 TL” olarak duyuruldu. Yani bölgesel farklılıklar destek paketinde yerini aldı.
Gördüğüm kadarıyla, bu farklı destek miktarı çok fazla sorgulanmadı. Gerçek kira miktarlarının farklı
olduğu bilindiği için, kira desteklerinin de farklı olması doğal kabul edildi sanırım.
Sadece kira miktarındaki farklılık bile, aynı hizmeti sunan veya aynı ürünü satan esnafın, aynı kar düzeyine ulaşabilmesi için sattığı mal ve hizmetin büyükşehirlerde biraz daha yüksek olmasına neden olacaktır.
Bu durum, asgari ücretli bir çalışanın büyükşehirlerde aynı mal veya hizmete daha yüksek bir bedelle sahip olmasına neden olacaktır.
Bu durum bu kadar açık ve gerçek olmasına karşılık, ülke genelinde temel ihtiyaçları karşılama kabiliyetine sahip olması gereken asgari ücretin aynı olmasıişin doğrusu gerçeklikten biraz uzak geliyor bana.
Özetle, tartışılması gereken sadece asgari ücretin miktarı olmamalı, asgari ücret sisteminin kendisi de tartışılmalı.
İstatistiğin en önemli ölçütlerinden biri “ortalama” dır. Çok değerli bilgiler taşıyan bu kavram, tanımlamaya çalıştığımız kitleyi oluşturan gözlemler birbirinden farklılaştıkça temsil gücünü kaybedecektir.
Çok klasikleşmiş (abartılı) bir örnekle anlatmak istersek, ayakları buzdolabında kafası fırında olan birisine vücut ısısını sorduğumuzda “vücut ısım normal” cevabını vermesi gibidir ortalama değeri bazen.
Ama örnekteki kişinin yaşam süresinin çok fazla olmayacağı da bir diğer bilgidir.
Türkiye ekonomik olarak, sosyal hayat olarak her geçen gün büyümeye devam ediyor. Büyümek kavramını sadece bir sayısal değerin artması olarak değil de aynı zamanda bu yapıyı oluşturan ilişkilerin karmaşıklaşması olarak da kabul etmek lazım. İlişkiler karmaşıklaştıkça, homojen yapının bozulduğunu
da kabul etmek gerekiyor. Bu bozulma sivriliklerin daha da ön plana çıkmasına neden oluyor.
Bunun bir sonucu olarak bölgesel farklılıklar da gün geçtikçe artıyor.
Aslında ilginç bir durum karşımıza çıkıyor. İletişim olanaklarının sınırlı, ulaşımın çok daha zahmetli olduğu dönemlerde, bugün iç içe geçmiş gibi görünen birçok yerleşim yerinde bundan 50 veya 60 yıl önce yapılan farklı uygulamaların sorun yaratabilme kapasiteleri sınırlıydı. Göz görmeyince gönül katlanır misali.
Günümüzde ise göz hemen her şeyi görebiliyor.
Gördükçe de gönlün katlanması zorlaşıyor ama buna karşılık homojen yapı gittikçe azalıyor.
Homojenliğin azalması, farklı uygulamaların gerçekleştirilmesini gerektiriyor. Farklı uygulamalar gerçekleştirildikçe, diğer bölgelerdeki bireylerin, aslında çevresel koşulları farklı olmasına karşılık,
bu sahip olmadıkları uygulamaları hak görüp isteme olasılıkları da artıyor. Döngü gibi bir durum ortaya çıkıyor bu ilişkiyi devam ettirince.
50’li yıllarda ülkemizde uygulamaya başlanan asgari ücret, yerel otoriteler tarafından belirlenirken, 1974 yılında bu durumun eşitlik ilkesine aykırı olduğu yönündeki Anayasa Mahkemesi kararıyla merkezi otorite tarafından belirlenmeye geçiliyor. 1974 yılında da bugün olduğu gibi bölgesel anlamda çok önemli farklılıkların olduğu kuşkusuzdur. Ancak yukarıda da belirttiğim gibi artık farklılıklar çok daha belirgin hale gelmiştir. Deyim yerindeyse aradaki uçurumlar daha da büyümüştür.
Bu durum 2000’li yılların başında gündemde oldukça yer tutan bölgesel asgari ücret tartışmalarını aklına getiriyor insanın. Olayın siyasi tarafını (tartışmalarını) tamamen bir kenara bırakarak, bölgesel satın alma gücünde meydana gelen farklılıklara bakarak, asgari ücretin farklılaştırılması konusunun tartışılması fayda sağlayacaktır.
14 Aralık 2020 günü gündemde iki önemli konu yer aldı. Bunlardan biri devam eden asgari ücret tespit çalışmaları, ikincisi ise Bakanlar Kurulu toplantısı sonrasında Cumhurbaşkanı tarafından yapılan açıklamalardı. Esnafa destek kapsamında açıklanan kira yardımı “büyükşehirlerde 750 TL, diğer şehirlerde ise 500 TL” olarak duyuruldu. Yani bölgesel farklılıklar destek paketinde yerini aldı.
Gördüğüm kadarıyla, bu farklı destek miktarı çok fazla sorgulanmadı. Gerçek kira miktarlarının farklı
olduğu bilindiği için, kira desteklerinin de farklı olması doğal kabul edildi sanırım.
Sadece kira miktarındaki farklılık bile, aynı hizmeti sunan veya aynı ürünü satan esnafın, aynı kar düzeyine ulaşabilmesi için sattığı mal ve hizmetin büyükşehirlerde biraz daha yüksek olmasına neden olacaktır.
Bu durum, asgari ücretli bir çalışanın büyükşehirlerde aynı mal veya hizmete daha yüksek bir bedelle sahip olmasına neden olacaktır.
Bu durum bu kadar açık ve gerçek olmasına karşılık, ülke genelinde temel ihtiyaçları karşılama kabiliyetine sahip olması gereken asgari ücretin aynı olmasıişin doğrusu gerçeklikten biraz uzak geliyor bana.
Özetle, tartışılması gereken sadece asgari ücretin miktarı olmamalı, asgari ücret sisteminin kendisi de tartışılmalı.