Cumhuriyetimizin Şanssızlığı: İlkel Siyaset
Ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi süreçler; üretim ve eğitimin fonksiyonu olarak değişen dönüşen dinamik süreçlerdir.
DEVASA BİR İŞLETME niteliğindeki Türkiye gibi mülkiyet ve ekonomideki kamu ağırlığı çok fazla olan ülkelerde,
iktidar olma iddiası olan siyaset kurumlarının; bu süreçleri;akıl, deneyim ve bilimsel yöntemlerle,örgüt kültürü ve örgütsel davranış ekseninde yönetmesi gerekmektedir.
Sistem yada rejim değişikliğini esas alan referandum sonuçları nedeniyle hayal kırıklığı yaşamaya gerek yoktur. Çünkü Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesinin erozyona uğratılmasına,bu olgunun farkında olmayan 70 yıllık ilkel siyaset anlayışı neden olmuştur.
Başarısız olanla;ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel tüm yaşamımızı yönlendirecek,
Robotların iş yaşamına egemen olacağı, yapay zekanın karar verme mekanizmalarında yaygın kullanımı gibi boyutları ile “ Endüstri 4.0” devriminin yaşanmakta olduğu 21.yüzyılda; yani mausır medeniyetin vardığı bu aşamada, toplumun sosyal, ekonomik, demokratik temel talepleri için hemen hemenciddi hiçbir önerme ve söylem geliştirmeden “ilkel politika” yapanlardır.
Seçenek eksikliği nedeniyle zoraki devşirilen oy potansiyeli üzerinde, 100 yıl önce bile hükmünü kaybetmiş “çarıklı erkan-ı harp” mantığı ile hasbelkader bulundukları zeminlerdeki konforun kaybedilmemesi için savaşanların; aynı şekilde, ülke sorunlarına yönelik yeni hiçbir somut söylemleri bulunmadan, hatta farkında bile olmadan, fırsatı ganimet bilip popülist argümanlarla ayağa kalkanların, kendi hayal kırıklıklarını yurttaşlara ve ortağı oldukları parti yapılarına yıkma girişimlerinin bertaraf edilerek,
Cumhuriyetimizin yüzüncü yıl vizyonunu oluşturmak üzere yeniden yapılanmak çok acil görevdir.
Yani çok uzun zamandır bu günlere gelinmesine neden olan, vizyonsuz kısır tartışmaları tekrarlamak; ne kişilere, ne halka, nede ülkemize bir şey kazandırmayacaktır.
Bu bağlamda özgürlükçü demokrasi ekseninde, eşdeğer saygınlık esasına dayalı bir yurttaşlık tesisiyle birlikte, insan odaklı kalkınma, üreten, hakça paylaşan bir ekonomi vaadiyle toplumun önüne çıkılması doğru bir yaklaşım olacaktır.
Ülkemizde; kamunun mülkiyete ve ekonomiye hakimiyeti yüzde yetmişler gibi çok yüksek seviyededir. Elbette bunun açıklanabilecek makul nedenleri olabilir. Ancak bunun farkında olunarak gerçekçi politikalar üretilebilir. Kamunun ekonomideki bu ağırlığı, maalesef iktidar mücadelesinin de bu eksende yürütülmesine neden olmaktadır.
Özetle ister parlamenter, ister başkanlık sistemi olsun, iktidar mücadelesi; 800 milyar dolarlık milli gelire sahip devasa bir işletme olanTürkiye’ye CEO belirlemek ve kaynakları yakın kişi yada kuruluşlara aktarmaktan başka bir şey değildir.
Bunun çoktan farkında olan liberal ve sağ partiler oyunu bu çerçevede oynamış ve de sürekli iktidar olmayı becermişlerdir. Bu amaçla da her türlü toplumsal farklılıkları çoğunluk lehine derinleştirmiş, ayrıştırmış, yönetmiş ve oya dönüştürerek iktidar olmuşlardır. Öyle ise bu olgunun farkında olarak, Cumhuriyetimizin yüzüncü yıl vizyonuna yakışan, ileri demokrasi unsurlarıyla taçlandırılmış, arazi kullanımı ve yönetimi başta olmak üzere, ekonomik, sosyal, kültürel ve istihdama yönelik politikalar üretilerek bir
Modern Türkiye Senaryosu projelendirilmeli ve seçmen kitlelerine sunularak gerçek iktidar yakalanmalıdır.
Çağdaş, kalkınmış, mutlu, özgür, eşdeğer saygınlıktaki bireylerden oluşan bir Türkiye senaryosunun gerçekleşmesi de ancak yeni bir ideolojik bakış ekseninde top yekün yeniden yapılanma ile olanaklı olacaktır. Bu yeni yapılanma; merkezci siyasi parti yapısını dışlayan, ekip çalışmasını ön plana çıkaran, her konuda uzman görüşlerinden yararlanmayı önemseyen, toplumun her kesimini demokratik karar alma süreçlerine katan, kişi odaklı olmayan, proje ve politika eksenli örgütlenmeye dayalı demokratik bir model olmalıdır.
Esasen gerek yakın zamanda yaşanan genel seçimler, gerekse de referandum süreçlerinde,bir yandan, halkın günlük yaşam sıkıntılarına odaklanan, diğer yandan da “ÖZGÜRLÜK, DEMOKRASİ İNSAN HAKLARI” gibi evrensel değerleri dillendiren stratejiyle geniş seçmen kitleleri ile iletişim kurulabileceği görülmüştür.
Dolayısı ilede Ülkemizde yaşanmakta olan yapay kaos ortamından,“ÖZGÜRLÜK, ADALET, DEMOKRASİ VE SOSYAL DAYANIŞMA” konseptli “ULUSAL EKONOMİK-SOSYAL-SİYASAL POLİTİKALAR”üretilerek, inandırıcı bir TÜRKİYE öyküsü ile çıkılabileceği anlaşılmıştır.
Yazımızın başlığına, bu özetlenen konular çerçevesinde yaklaşırsak,
tartışmalı referandum sonucu ile gündeme gelen yeni sistemin, tehdit mi yoksa fırsat mı olduğu konusu da açıklığa kavuşmuş olacaktır.
Bunun fırsat olarak başarılabilmesi için de, elbette
Ana Muhalefet Partimiz başta olmak üzere tüm siyaset kurumlarımızda;hem örgütsel yapı ve yönetim anlayışı, hem de vizyon, strateji ve politik söylemleriyle
değişim, dönüşüm ve yenilenme kaçınılmazdır. Ancak, bu gerekliliğin, proje ve politika üretmeyen yaklaşımlarla, gelenin gideni aratacağı kişisel hesaplara kurban edilmemesi esastır.
Sonuç olarak; "Daha özgür, daha demokratik, daha adil, daha üretken, daha mutlu, sevgi ve barış duygularının egemen olduğu, yurttaşlarımız arasında, dil, din, mezhep, cinsiyet ve renk ayrımının, sosyal dışlanmışlığın bulunmadığı,
EŞDEĞER SAYGINLIK, KARŞILIKLI GÜVEN VE SADAKAT ilkesiyle TAM VE EKSİKSİZ DEMOKRASİNİN hayata geçirildiği bir TÜRKİYE ideali için geç kalınmadan YÜRÜYÜŞ zamanıdır.
Ali hocam emeğinize sağlık, sizin gibi birikimli insanların yazıları ve çalışmaları ülkemize mutlaka faydalı olacaktır, kendi adıma teşekkür ederim.
harika bir yazi olmus