Kamusal Üretim Araçları Mülkiyetinin Vesayetindeki Demokrasimiz
Siyaset; insan gruplarının karar verdiği süreçtir. Genellikle sivil hükümetlerdeki davranışlara uygulanır. Otorite veya iktidarı içeren sosyal ilişkilerden, siyasi birimlerin düzenlenmesinden, sosyal politikayı formüle etmek ve uygulamak için kullanılan taktiklerden oluşur.
İktidar kavramı genellikle sosyal yapı tarafından meşru olarak algılanan güç için kullanılır. İnsanlar başkalarını etkilemek için ödüller, tehditler ve bilgilerden daha fazlasını kullanırlar. Günlük durumlarda, insanlar başkalarını belirli bir eyleme itmek veya teşvik etmek için çeşitli güç taktikleri kullanırlar. Oldukça yaygın olan ve her gün kullanılan birçok güç taktiği örneği vardır. Bu taktiklerden bazıları zorbalık, işbirliği, şikayet etme, eleştirme, talep etme, ayrılma, kaçma, mizah, ilham verme, manipüle etme, müzakere etme, sosyalleşme ve yalvarmayı içerir.
Güç, bir kişi, bir grup yada iktidarşeklinde ifade edilen otorite tarafından yasal ya da sosyal yolla onaylanmış olarak kullanılır. Meşruiyet, otorite kavramı için hayati önem taşır. Meşruiyet, otoritenin daha genel güç kavramlarından ayırt edildiği ana araçtır. Otorite, aksine, üstün gruplar tarafından sahip olunan gücün kullanımına rıza gösteren alt gruplara bağlıdır.
Toplum, devlet ve iktidar ilişkisi kapsamında, çok eski tarihlerden bu yana bu meşruiyetin kaynağı için çeşitli tezler geliştirilmiş, uygulamalar yapılmıştır. Günümüzde çok partili çoğulcu, serbest seçimlere dayalı demokrasi benimsenmiştir. Gelinen son aşamada ise iktidar olmanın, güç kullanmanın en önemli meşruiyet kaynağı yurttaşların oyuyla seçilmiş olmaktır. Bununla birlikte feodal yapıların egemen olması, ekonomik, kültürel ve sosyal anlamda bireysel özgürleşmenin tam olarak sağlanamamış olması bu yöntemin en önemli handikabıdır. Bu gibi toplumlarda; mülkiyet ve ekonomik yapı ister istemez seçmen davranışlarını yönlendirmenin en önemli araçlarıdır.
Ülkenin ekonomik varlığına, zenginliğine kimin sahip olduğu, kimin kontrolünde olduğu, bir ekonomik sistemin nasıl ve kimin çıkarına göre işlediğinin esasını belirler.Ekonomik sistemler ve toplumlar; büyük ölçüde baskın mülkiyet ilişkileri tarafından tanımlanır. Bu nedenle, rant üretme özelliğindeki arazi-arsa, maden-doğal kaynaklar, sermaye başta olmak üzere “üretim araçlarına” sahip olmak, birbirimizle, işimizle, dünyanın geri kalanıyla ve doğayla olan ilişkilerimiz de dahil olmak üzere diğer tüm toplumsal değerlerin ve etkileşimlerin temelini oluşturur.
Yaygın özel mülkiyete kavuşturulmuş bireylerin oluşturduğu, üretici toplumlarda; seçmen davranışlarının algılarla yönetilmesi oldukça zordur. Üretim araçları mülkiyetinin bireyler yerine kamunun egemenliğinde olduğu toplumlarda iktidar mücadelesi doğal olarak, rant eksenli, kamusal kaynakların çeşitli kesimlere dağıtılmasını, bu yolla da oy verme davranışlarını etkilemeye dönüşür. Bu iktidar olma mücadelesi doğal olarak beraberinde, inanç, etnisite, dil-din, yaşam tarzı, gelenek, alışkanlık ve sosyal yapı gibi ayrıştırıcı-ötekileştiriciunsurların öne çıkarılmasını beraberinde getirir. Bu durum da ister yerel ister merkezi düzeyde olsun, iktidar meşruiyeti için gerekli olan seçilme koşulunu elde etmeyi kolaylaştırır. Elbette bu şekildeki ayrıştırılmış,gettolaştırılmış, kompartımanlara bölünmüş konsolide yapılar, çoğunluğa hizmet eder.
Özetle; kamu mülkiyetinin baskın olduğu toplumlardaarzu edilen serbest, şeffaf, özgür oy dağılımları sağlanamaz. Üstelik bu olgu fasit daire şeklinde cereyan eder, ülkenin demokrasisi de ekonomisi de arzu edilen seviyeye gelemez. Bu durumun farkında olan, dominant kesimler; bu yapının idamesi için yeni yol, yöntem ve araçlar kullanmaya devam ederler. Ancak, bu olgu toplumlar için uzun vadede sorunlu ve yıkıcı davranışların ortaya çıkmasına neden olur.
Öyle ise her şeyden önce farkında olmak, sonra da bu üretim araçları mülkiyet biçimini hızla kamu yerine bireyler lehine değiştirmek gerekir. Kanımca kamusal mülkiyetin oluşturduğu vesayet düzenindeki bir değişim; olası bir seli tutmak için dere yatağına baraj inşa etmek gibi;demokratik, hesap verebilir, şeffaf bir oylama sonucu meşruiyet sağlamanın en önemli araçlarından biri olacaktır.
Üretim araçları mülkiyetine çok büyük oranda kamunun egemen olduğu ülkemiz için de ne yazık ki benzer yapılanma söz konusudur. Üstelik de dezavantajlı gurupları,kesimleri temsil ettiklerini iddia eden siyasal yapılarımız ne yazık ki bu olgunun farkında bile değildirler. Kendilerini ve de bloke ettikleri toplum kesimlerini, ebedi muhalefete mahküm edecek tarzda, mevcut yapıya ve kullanılan siyaset araçlarına bir kısır döngü içinde eşlik etmektedirler.
Halbuki üretken mülkiyet yada demokratik mülkiyet olarak da tanımlanabilecek bu dönüşüm vizyonu, Ülkemiz için son derece önemli, uygulanabilir,özgür birey oluşturma aracı olacaktır. Bu yönü ile de çoğunluğu elde etmede kullanılan diğer ayrıştırıcı araçların yerini alabilecek, birleştirici bir argüman olacaktır.
Toplumda mal ve hizmetlerin üretimini, ticaretini, dağıtımını ve kaynakların üretime tahsis edilmesini düzenleyen, ayrıca üretimi kimlerin yapacağına karar veren uygulama ve ilkeler bütünü olarak insanların ve toplumların kaderine hükmetme özelliği olan“Ekonomik sistem” siyasetle şekillenmektedir.
Öyle ise , siyasal aktörlerimizin rolü; yukarıda ifade edilen teorik yaklaşımla birlikte ülkemizde yaşanan sorunsal tecrübeleri sentezleyerek, oyunun kurallarını saptamak, proje eksenli politikalar geliştirmek ve bunları halkla buluşturarak meşruiyet aracı olan seçimlerde oylarını alarak iktidar olmaktır.
Bu modelin dışındaki yaklaşımlar, kısır döngüyü pekiştirmekten ve perdelemekten başka bir işe yaramayacaktır.
Umarım hem siyasal aktörlerimiz hem de konuyla ilgili uzman ve akademik kadrolar işbirliği yaparak bu yönde derinliği olan modeller ortaya koyarlar.
Siyaset; insan gruplarının karar verdiği süreçtir. Genellikle sivil hükümetlerdeki davranışlara uygulanır. Otorite veya iktidarı içeren sosyal ilişkilerden, siyasi birimlerin düzenlenmesinden, sosyal politikayı formüle etmek ve uygulamak için kullanılan taktiklerden oluşur.
İktidar kavramı genellikle sosyal yapı tarafından meşru olarak algılanan güç için kullanılır. İnsanlar başkalarını etkilemek için ödüller, tehditler ve bilgilerden daha fazlasını kullanırlar. Günlük durumlarda, insanlar başkalarını belirli bir eyleme itmek veya teşvik etmek için çeşitli güç taktikleri kullanırlar. Oldukça yaygın olan ve her gün kullanılan birçok güç taktiği örneği vardır. Bu taktiklerden bazıları zorbalık, işbirliği, şikayet etme, eleştirme, talep etme, ayrılma, kaçma, mizah, ilham verme, manipüle etme, müzakere etme, sosyalleşme ve yalvarmayı içerir.
Güç, bir kişi, bir grup yada iktidarşeklinde ifade edilen otorite tarafından yasal ya da sosyal yolla onaylanmış olarak kullanılır. Meşruiyet, otorite kavramı için hayati önem taşır. Meşruiyet, otoritenin daha genel güç kavramlarından ayırt edildiği ana araçtır. Otorite, aksine, üstün gruplar tarafından sahip olunan gücün kullanımına rıza gösteren alt gruplara bağlıdır.
Toplum, devlet ve iktidar ilişkisi kapsamında, çok eski tarihlerden bu yana bu meşruiyetin kaynağı için çeşitli tezler geliştirilmiş, uygulamalar yapılmıştır. Günümüzde çok partili çoğulcu, serbest seçimlere dayalı demokrasi benimsenmiştir. Gelinen son aşamada ise iktidar olmanın, güç kullanmanın en önemli meşruiyet kaynağı yurttaşların oyuyla seçilmiş olmaktır. Bununla birlikte feodal yapıların egemen olması, ekonomik, kültürel ve sosyal anlamda bireysel özgürleşmenin tam olarak sağlanamamış olması bu yöntemin en önemli handikabıdır. Bu gibi toplumlarda; mülkiyet ve ekonomik yapı ister istemez seçmen davranışlarını yönlendirmenin en önemli araçlarıdır.
Ülkenin ekonomik varlığına, zenginliğine kimin sahip olduğu, kimin kontrolünde olduğu, bir ekonomik sistemin nasıl ve kimin çıkarına göre işlediğinin esasını belirler.Ekonomik sistemler ve toplumlar; büyük ölçüde baskın mülkiyet ilişkileri tarafından tanımlanır. Bu nedenle, rant üretme özelliğindeki arazi-arsa, maden-doğal kaynaklar, sermaye başta olmak üzere “üretim araçlarına” sahip olmak, birbirimizle, işimizle, dünyanın geri kalanıyla ve doğayla olan ilişkilerimiz de dahil olmak üzere diğer tüm toplumsal değerlerin ve etkileşimlerin temelini oluşturur.
Yaygın özel mülkiyete kavuşturulmuş bireylerin oluşturduğu, üretici toplumlarda; seçmen davranışlarının algılarla yönetilmesi oldukça zordur. Üretim araçları mülkiyetinin bireyler yerine kamunun egemenliğinde olduğu toplumlarda iktidar mücadelesi doğal olarak, rant eksenli, kamusal kaynakların çeşitli kesimlere dağıtılmasını, bu yolla da oy verme davranışlarını etkilemeye dönüşür. Bu iktidar olma mücadelesi doğal olarak beraberinde, inanç, etnisite, dil-din, yaşam tarzı, gelenek, alışkanlık ve sosyal yapı gibi ayrıştırıcı-ötekileştiriciunsurların öne çıkarılmasını beraberinde getirir. Bu durum da ister yerel ister merkezi düzeyde olsun, iktidar meşruiyeti için gerekli olan seçilme koşulunu elde etmeyi kolaylaştırır. Elbette bu şekildeki ayrıştırılmış,gettolaştırılmış, kompartımanlara bölünmüş konsolide yapılar, çoğunluğa hizmet eder.
Özetle; kamu mülkiyetinin baskın olduğu toplumlardaarzu edilen serbest, şeffaf, özgür oy dağılımları sağlanamaz. Üstelik bu olgu fasit daire şeklinde cereyan eder, ülkenin demokrasisi de ekonomisi de arzu edilen seviyeye gelemez. Bu durumun farkında olan, dominant kesimler; bu yapının idamesi için yeni yol, yöntem ve araçlar kullanmaya devam ederler. Ancak, bu olgu toplumlar için uzun vadede sorunlu ve yıkıcı davranışların ortaya çıkmasına neden olur.
Öyle ise her şeyden önce farkında olmak, sonra da bu üretim araçları mülkiyet biçimini hızla kamu yerine bireyler lehine değiştirmek gerekir. Kanımca kamusal mülkiyetin oluşturduğu vesayet düzenindeki bir değişim; olası bir seli tutmak için dere yatağına baraj inşa etmek gibi;demokratik, hesap verebilir, şeffaf bir oylama sonucu meşruiyet sağlamanın en önemli araçlarından biri olacaktır.
Üretim araçları mülkiyetine çok büyük oranda kamunun egemen olduğu ülkemiz için de ne yazık ki benzer yapılanma söz konusudur. Üstelik de dezavantajlı gurupları,kesimleri temsil ettiklerini iddia eden siyasal yapılarımız ne yazık ki bu olgunun farkında bile değildirler. Kendilerini ve de bloke ettikleri toplum kesimlerini, ebedi muhalefete mahküm edecek tarzda, mevcut yapıya ve kullanılan siyaset araçlarına bir kısır döngü içinde eşlik etmektedirler.
Halbuki üretken mülkiyet yada demokratik mülkiyet olarak da tanımlanabilecek bu dönüşüm vizyonu, Ülkemiz için son derece önemli, uygulanabilir,özgür birey oluşturma aracı olacaktır. Bu yönü ile de çoğunluğu elde etmede kullanılan diğer ayrıştırıcı araçların yerini alabilecek, birleştirici bir argüman olacaktır.
Toplumda mal ve hizmetlerin üretimini, ticaretini, dağıtımını ve kaynakların üretime tahsis edilmesini düzenleyen, ayrıca üretimi kimlerin yapacağına karar veren uygulama ve ilkeler bütünü olarak insanların ve toplumların kaderine hükmetme özelliği olan“Ekonomik sistem” siyasetle şekillenmektedir.
Öyle ise , siyasal aktörlerimizin rolü; yukarıda ifade edilen teorik yaklaşımla birlikte ülkemizde yaşanan sorunsal tecrübeleri sentezleyerek, oyunun kurallarını saptamak, proje eksenli politikalar geliştirmek ve bunları halkla buluşturarak meşruiyet aracı olan seçimlerde oylarını alarak iktidar olmaktır.
Bu modelin dışındaki yaklaşımlar, kısır döngüyü pekiştirmekten ve perdelemekten başka bir işe yaramayacaktır.
Umarım hem siyasal aktörlerimiz hem de konuyla ilgili uzman ve akademik kadrolar işbirliği yaparak bu yönde derinliği olan modeller ortaya koyarlar.