Dünya ekonomisi, yerin derinliklerinden çıkarılan stratejik hammaddelere bağımlı şekilde yol almaya devam ediyor.
Nadir elementler, yalnızca modern teknolojinin ve sanayinin vazgeçilmez bileşenleri olmakla kalmayıp, aynı zamanda küresel güç mücadelelerinin yeni cephesi haline geldi. Ne var ki, bu sürecin ardında derin bir çelişki yatıyor: Yeşil enerji devrimini savunan ülkeler, madenciliğin çevresel etkilerini gerekçe göstererek kendi topraklarındaki rezervleri işletmekten kaçınırken, hammadde ihtiyacını karşılamak için gelişmekte olan ülkelere yöneliyor. Böylece, çevreyi koruma iddiası taşıyan söylemler, aslında başka coğrafyalarda daha büyük ekolojik maliyetler doğuruyor.
Oysa madencilik ile çevre arasındaki ilişki, bir çatışmadan ziyade, bilim ve mühendislikle yönetilebilecek hassas bir dengedir. Fakat popülist çevreci söylemler, madenciliği şeytanlaştırarak sürdürülebilir kalkınmanın önünde büyük bir engel oluşturuyor. Türkiye, bu küresel baskıları aşarak, madenciliğe yönelik politikalarını bilimsel bir bakış açısıyla yeniden şekillendirmek zorundadır.
Kaynaklar Üzerinden Şekillenen Küresel Satranç
Bugün dünya, yalnızca ideolojik kamplaşmaların değil, enerji ve hammadde savaşlarının da ekseninde dönen yeni bir jeopolitik döneme girmiş durumda. Ukrayna-Rusya savaşı, klasik bir toprak mücadelesinin çok ötesinde, modern endüstrinin olmazsa olmaz bileşenleri arasındaki nadir toprak elementleri özelinde, küresel tedarik zincirlerinin yeniden şekillendiği bir enerji ve maden rekabetinin sahnesine dönüşmüş durumda. Bu kritik minerallerin arzında yaşanan sıkıntılar, ülkeler arasındaki rekabeti daha da kızıştırırken, Türkiye gibi ülkeler için hem riskler hem de fırsatlar doğurmaktadır.
Bu savaşın ardında nadir elementlerin denetimi, enerji güvenliği ve sanayi üretimi gibi temel unsurlar yatıyor. ABD ve Avrupa Birliği, Çin’in nadir elementler üzerindeki tekelini kırmaya çalışırken, Rusya da yaptırımlara rağmen elindeki doğal kaynakları stratejik bir silah olarak kullanıyor. İşte tam bu noktada, Trump ve Putin ekseninde şekillenen olası barış görüşmeleri, yalnızca Ukrayna’nın geleceğini değil, aynı zamanda küresel enerji ve madencilik politikalarını da belirleyecek.
Peki, Türkiye bu satranç tahtasında nasıl bir hamle yapmalı? Çok ve çeşitli mineral potansiyeline sahip jeolojisi ile Türkiye, sadece bir arabulucu olmanın ötesine geçerek, bu krizden stratejik kazançlar elde edebilecek bir aktör olmalıdır.
Türkiye İçin Stratejik Bir Yol Haritası: Atatürk’ün Madencilik ve Kalkınma Vizyonu
Mustafa Kemal Atatürk, ekonomik bağımsızlığın temel taşlarından biri olarak madenciliği görmüş ve bu doğrultuda önemli adımlar atmıştır. 1935’te kurulan Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü (MTA), Türkiye’nin yer altı kaynaklarını bilimsel yöntemlerle keşfetme vizyonunun bir ürünüydü. Aynı şekilde, Etibank’ın teşkili de ülkenin kendi madenlerini çıkarıp işlemesi gerektiğine dair güçlü bir stratejik yaklaşımdı.
Ancak Atatürk’ün kalkınma anlayışı yalnızca ekonomik büyümeye odaklanmamış, çevresel ve toplumsal sürdürülebilirliği de içermiştir. Ağaçlandırma projeleri, erozyonla mücadele ve tarımsal planlamalar, doğal kaynakların korunmasına yönelik bütüncül bir yaklaşımın yansımalarıdır. Bugün, onun çizdiği bu vizyon, çevre ve madencilik dengesinin bilimsel yöntemlerle sağlanabileceğini gösteren bir pusula niteliğindedir.
Türkiye, bu perspektiften hareketle madencilikte dışa bağımlılığı azaltmalı, çevresel kaygıları bilimsel gerçeklerle yönetmeli ve doğal kaynaklarını sürdürülebilir kalkınmanın lokomotifi haline getirmelidir.
Türkiye’nin Madencilik Politikası Nasıl Olmalı?
Türkiye’nin izlemesi gereken madencilik politikası, aşağıdaki temel başlıklarda ele alınmalıdır:
Kaynak Bağımsızlığı ve Teknolojik Atılım
Türkiye, yalnızca nadir elementleri çıkarmakla kalmamalı, bunları işleyebilecek sanayi altyapısını da oluşturmalıdır.
Kamu-özel sektör iş birlikleri artırılarak, kritik minerallerin çıkarılması ve işlenmesi desteklenmelidir.
Bilimsel Yaklaşımla Sürdürülebilir Madencilik
Çevre ve madencilik arasındaki denge, bilim ve mühendislik ışığında yönetilmelidir.
Popülist çevreci söylemler yerine, sürdürülebilir madencilik politikaları benimsenmelidir.
Uluslararası Dengeleri Yönetmek
Türkiye, enerji ve hammadde bağımsızlığını koruyarak, Rusya ve Batı arasındaki dengeleri iyi yönetmelidir.
Avrupa’nın enerji ve maden bağımlılığı konusunda Türkiye’nin stratejik önemini artıracak politikalar geliştirilmelidir.
Değer Katılmış Ürün Stratejisi
Türkiye, nadir elementlerde yalnızca bir tedarikçi olmaktan çıkıp, ileri teknoloji üreten bir ülke konumuna gelmelidir.
Hammadde ihracatı yerine, işlenmiş ve yüksek katma değerli ürünler geliştirilmelidir.
Madencilik Algısını Değiştirmek
Kamuoyunun madenciliğe bakış açısı, bilimsel verilerle desteklenen bilinçlendirme kampanyaları ile değiştirilmelidir.
Çevreci yaklaşımla madenciliği entegre eden politikalar, toplumun her kesimiyle paylaşılmalıdır.
Yeşil Teknolojiler ve Geri Dönüşüm
Türkiye, madencilik süreçlerini çevreye duyarlı hale getirerek, geri dönüşüm teknolojilerine yatırım yapmalıdır.
Nadir elementlerin sadece madenlerden değil, atık yönetimi ve geri kazanım yoluyla da elde edilmesine yönelik projeler geliştirilmelidir.
Sonuç: Türkiye, Küresel Madencilik Sahnesinde Oyuncu mu, Seyirci mi Olacak?
Madencilik, tarih boyunca sanayi devrimlerinin ve küresel güç mücadelelerinin merkezinde yer aldı. Türkiye, bu yeni çağda yalnızca bir hammadde tedarikçisi mi olacak, yoksa ileri teknoloji üreten, stratejik bir aktör mü haline gelecek? Bugün alınacak kararlar, ülkenin geleceğini şekillendirecek.
Madencilik ve çevre arasındaki ilişki, doğru yönetildiğinde bir çatışma değil, sürdürülebilir kalkınmanın temel taşlarından biridir. Türkiye’nin jeopolitik konumu, yer altı zenginlikleri ve bilimsel potansiyeli, ona küresel madencilik sahnesinde güçlü bir yer edinme fırsatı sunuyor. Ancak bu fırsatın değerlendirilmesi için, iktidarın ve muhalefetin popülist söylemleri bir kenara bırakıp, uzun vadeli bir madencilik ve enerji stratejisi geliştirmesi gerekiyor.
Bugün Türkiye’nin önünde, küresel dengeleri değiştirebilecek bir fırsat var. Soru şu: Türkiye bu fırsatı değerlendirecek mi, yoksa küresel aktörlerin madencilik sahası olarak kalmaya devam mı edecek?
Seçim bizim…