Madencilik, Doğa, Çevre ve Tarım: Siyaset Üstü Bir Denge Mümkün mü?
Dünya nüfusu hızla artıyor, kaynak ihtiyacı katlanarak büyüyor. Enerji üretiminden sanayiye, altyapıdan teknolojiye kadar her alanda madencilik vazgeçilmez bir rol oynuyor. Türkiye de bu gerçekliğin dışında değil. Bugün Meclis’te tartışılan yeni madencilik yasası, tam da bu sebeple yalnızca bir sektör düzenlemesi değil, aynı zamanda bir kalkınma, çevre ve tarım politikası tartışmasıdır.
Fakat mesele çok katmanlı: Bir yanda üretim zorunluluğu, diğer yanda çevresel hassasiyetler; bir yanda ulusal kalkınma hedefleri, diğer yanda yerel tarım alanları ve biyolojik çeşitlilik... Ve tüm bunların üzerinde, toplumda giderek keskinleşen duygusal tartışmalar. O yüzden bu konuyu siyaset üstü bir gözle, serinkanlılıkla ve bilimsel temelde tartışmak zorundayız.
Kalkınmanın Gerçekleri ve Popülist Yaklaşımlar
Madencilik yalnızca bir "ekonomik faaliyet" değil; enerji arzının, sanayi üretiminin ve istihdamın temel kaynağıdır. Kalkınma dediğimiz şey, üretim olmadan gerçekleşmez. Ama ne yazık ki ülkemizde çevre duyarlılığı çoğu zaman popülist söylemlere indirgeniyor. Sosyal medyada sıklıkla gördüğümüz "Madene hayır!" kampanyalarının bir kısmı, çevreyi gerçekten korumaktan çok siyasal reflekslere dayanıyor. Oysa gerçek çözüm, maden faaliyetlerini doğayla barışık yöntemlerle yürütmekten geçiyor. Bu hem bilimsel bir gereklilik hem de toplumsal bir sorumluluktur.
Atatürk’ün kalkınma vizyonu da bu dengeyi gözetmiştir. Madenler milletindir; ancak milletin refahı için sürdürülebilir bir yaklaşımla işletilmeli ve geleceğe zarar vermeden değerlendirilmelidir.
Zeytinlik Yasası Tartışması: Evrensel Normlar Ne Diyor?
Son dönemin en tartışmalı başlıklarından biri zeytinlik sahalarındaki madencilik faaliyetleri. Bugün yasada zeytinlikler için özel ve sabit mesafe kısıtları var. Ancak dünyanın gelişmiş ülkelerinde benzer bir uygulama yok. Tarım alanlarının korunması elbette şart, ancak bunun yolu tüm tarım alanlarını bilimsel ÇED süreçleriyle değerlendirmekten geçiyor.
Zeytin, elbette kültürel ve ekonomik değeri büyük bir ürün. Ama incir, üzüm, narenciye veya başka bir tarım alanı ondan daha az değerli değil. Bütüncül bir çevre politikası şart. Sembolik yasalar yerine, proje bazlı, şeffaf, bilimsel bir değerlendirme sistemi kurmak zorundayız.
Yasa Tasarısının Bazı Maddelerine Bakış
Yeni tasarıda ruhsat alanlarının tarım ve zeytinlik sahalara genişletilmesi, yatırımın önündeki engelleri kaldırmak açısından önemli. Ancak bu genişletme asla kontrolsüz olmamalı. Rehabilitasyon zorunluluğu, etki değerlendirmesi ve yerel mutabakat bu işin olmazsa olmazıdır.
Bir başka başlık: Kamu yararı gerekçesiyle zeytinliklerde madencilik yapılabilmesi. Eğer gerçekten kamu yararı söz konusuysa, bu durumda tüm biyolojik varlıklar için ortak ve ciddi bir ÇED prosedürü işletilmelidir.
Orman alanlarındaki madencilik ve enerji yatırımları da ayrı bir tartışma başlığı. Ormanlar elbette korunmalıdır, ama bu koruma, ekonomik büyümenin düşmanı değildir. Karbon dengeleme, rehabilitasyon ve doğa-dostu teknolojilerle madencilik mümkündür.
Tasarıda Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü(MAPEG)’nün süreçleri tek elden koordine etmesi öneriliyor. Bu, bürokrasideki çok başlılığı azaltır. Ancak “kurum yanıt vermezse zımnen onaylanmış sayılır” maddesi dikkatle uygulanmalı. Şeffaf, veri-temelli bir sistem kurulmazsa keyfiyete dönüşme riski var.
Yatırım Ortamı ve Güven Sorunu
Bugün madencilik sektörü, sosyal medyada yürütülen linç kampanyaları ve belirsiz mevzuat nedeniyle ciddi bir güven sorunu yaşıyor. Yerli yatırımcılar, yıllar süren izin süreçlerinden ve keyfi engellerden bıkmış durumda.
Yatırım ortamını iyileştirmenin yolu bellidir: Teknik temele dayalı, bilimsel ve şeffaf bir izin sistemi. Çevreci kaygılar göz ardı edilmemeli ama duygusal sloganlara da teslim olunmamalı.
Sonuç: Bir Dengeyi Başarmak Mümkün
Türkiye’nin yer altı kaynakları hem bugünümüzün hem yarınımızın güvencesidir. Bu kaynakların çıkarılması kalkınma için bir zorunluluk, ama çevreyi korumak da aynı derecede zorunluluktur.
Bu yeni yasa tasarısının başarısı, yalnızca madenlerin ekonomiye kazandırılmasıyla değil, sürecin bilimsel, sosyal ve yönetsel dengelerle uyum içinde yürütülmesiyle ölçülecek.
Gelin siyaset üstü bir anlayışla şunları başaralım:
Tüm tarım ve orman alanlarında proje bazlı, bilimsel ÇED sistemini kuralım.
Rehabilitasyonu yasal zorunluluk haline getirelim.
Yatırımı şeffaf ve hesap verebilir bir sistemle yürütelim.
Yerli kaynaklarımızı Atatürk’ün kalkınma vizyonuna uygun şekilde üretime kazandıralım.
Çünkü gerçek çevrecilik, üretimden vazgeçmek değil; üretimi doğayla barışık, bilimle uyumlu hale getirmektir. Ve bu dengeyi kurmak, geleceğe karşı en büyük sorumluluğumuzdur.