Doğu Akdeniz Enerji Jeopolitiğinde Yeni Fay Hattı Olmaya Adaydır
“Öncelikle Çevre ve İnsan” bilinci ile yapılacak enerji faaliyetleri; teknik, ekonomik ve sosyal kalkınmayı sağlayan en önemli araçtır. Giderek daha fazla enerji yutan bir Dünya gerçeği ile karşı karşıyayız.
Her ne kadar yenilenebilir enerji kaynaklarının devreye sokulması yönünde ortak çabalar varsa da, görünen o ki orta ve uzun vadede fosil enerji kaynaklarına olan talep sürecektir. Enerji tüketim trendindeki artış hızı dikkate alındığında; bilinen Avrasya ve Orta Doğu doğalgaz ve petrol rezervi; enerji ticaretinde büyük bir role sahiptir.
Bunun bilincinde olan küresel enerji dinamikleri arasındaki rekabet aynı zamanda bölge ülkelerinde de çatışma ve kaosların tetiklenmesine neden olmaktadır.
Son yıllarda keşfedilen doğu Akdeniz doğal gaz rezervleri; bölgesel çatışmaları daha da alevlendirmeye adaydır.
Devletlerarası iş birliğini teşvik edeceği beklentilerinin aksine, ne yazık ki yeni doğal gaz keşifleri; bölgedeki ihtilafları daha da şiddetlendirmiş ve yeni gerginlikler yaratmıştır. Bölgedeki gaz keşiflerinin teşvik ettiği ekonomik ortaklıklar; politik-askeri ittifaklara evirildikçe, NATO gölü olarak da bilinen Akdeniz’deki rekabet görünür şekilde jeopolitik hale gelmiştir.
Münhasır ekonomik bölge ekseninde artan belirsizlik ve yükselen çatışma riski, deniz dibi doğal kaynakların keşif ve geliştirilmesi sürecini sekteye uğratmaktadır.
Mavi vatan konseptinde, gerek arama ve sondaj kapasitesi ile gerekse Karadeniz’deki çok önemli gaz keşfiyle öne çıkan Türkiye, süregelen deniz yetki sahaları ihtilafları ve Kıbrıs meselesinin kilit aktörü olarak, bölgenin fay hatlarının kesişim noktasında bulunmaktadır.
Son dönemde, mavi vatandaki haklarını, hakkaniyetli ve eşit paylaşım ekseninde korumaya çalışarak; diplomasiyi, caydırıcı güçle birleştiren agresif bir yaklaşım ortaya koyan Ülkemiz hem yöredeki rakiplerinin hem de müttefiklerinin haksız eleştirilerine hedef olmaktadır.
Öyle ise Türkiye’nin stratejisine yön veren, sadece bilindik bir enerji kaynaklarını kontrol çabası olmasa gerektir. Aynı zamanda mavi vatan egemenliğine yönelik tehditlere verdiği bir karşılıktır da. Her ne kadar son günlerde kısmen yumuşama sürecine girmişse de deformasyona neden olacağı çok açık olan gerilimin; temel kaynağı ne olursa olsun, Akdeniz’in hızla askerileştiği ve beraberinde açık bir çatışma riskini taşıdığı yadsınamaz bir durumdur. Kıyı devletleri ile birlikte bölge dışı küresel dinamiklerin mevcudiyetlerini artırma girişimleri sonucunda, Orta Doğu’ya ek olarak Akdeniz, hızla dünyanın en kaotik ve istikrarsız bölgelerinden biri haline gelmektedir.
Peki bu kritik aşamaya nasıl ve neden gelinmiştir? Potansiyeli bir tarafa bırakılırsa, Rusya, İran, Azerbaycan gibi ülkelerin bilinen rezervleri ile karşılaştırıldığında, çok anlamlı miktarlarda olmayan bu keşifler neden önemli ve küresel enerji piyasaları üzerindeki olası etkileri nelerdir?
Her şeyden önce bu keşifler; İsrail, Mısır, Türkiye gibi bölgesel ekonomiler için önemli bir itici güç olabilecektir. Bu büyüklükteki ülkelerin, kendi enerji tüketimini karşılamalarına ek olarak, bölgesel enerji üretim ve dağıtım merkezi olma hedefleri söz konusu olacaktır. Elbette bu hedefin gerçekleşmesinde ilave gaz üretimine sahip olunması da kilit bir rol oynayacaktır.
Bu durum, Karadeniz doğalgaz keşfiyle birlikte, kısıtlı da olsa olası Doğu Akdeniz gaz keşfi, Türkiye açısından çok büyük bir ekonomik değer teşkil edecektir. Bununla birlikte, şu ana kadar keşfedilen gaz miktarı sınırlı olmakla beraber Akdeniz’in hidrokarbon potansiyeli kayda değerdir. Ancak bu kaynaklar değerlendirilmediği sürece pek bir şey ifade etmeyecektir.
Bölgesel pazarlar, üreticilere, nispeten düşük başlangıç yatırımlarıyla hızlı ekonomik geri dönüşler sunmakla birlikte, bölgedeki çözümlenmemiş çatışmalar ve tarihi husumetler, gaz anlaşmalarının siyasi dinamiklerini karmaşık halde tutmaktadır.
Ülkemiz açısından bakıldığında; gaz ithalatımızı çeşitlendirmekte olduğumuz görülmektedir. Bu bağlamda; bir yandan Azerbaycan’dan gaz tedariki artırılarak diğer yandan farklı ülkelerden sıvılaştırılmış gaz (LNG) temin olanakları değerlendirilerek, Rusya’ya bağımlılık önemli ölçüde azaltılmıştır.
Son günlerde yaşanan Ermenistan-Azerbaycan çatışmasının enerji nakil hatları çevresinde cereyan etmesi, doğal gazın, Avrupa’nın enerji sepetinde yer bulmaya devam ediyor olması, Akdeniz gaz potansiyelinin enerji güvenliğinin kilit noktası haline gelme olasılığı, en önemlisi de batı Karadeniz’deki gaz keşfinin üretilebilir hale gelmesiyle birlikte Ankara’nın bölgesel enerji merkezi haline gelme hayali gerçekleşebilecektir.
Günümüz koşullarında, Türkiye’nin Akdeniz ve Ege’deki etkin duruşu; doğal olarak, öncelikle değişen tehdit algıları ve bölgesel enerji jeopolitiği gruplaşmaları ekseninde kuşatılmışlık algısıyla şekillenmektedir.
İsrail, Güney Kıbrıs, Yunanistan, Mısır, Fransa, İtalya gibi ülkelerin ortak ekonomik çıkar zemininde yaptıkları iş birliği girişimlerinin Türkiye’yi dışlamanın ötesinde güvenlik alanına da yayılması, Türkiye’nin tehdit algısını haklı olarak şiddetlendirmiştir.
Bu tehdit algısının önemli bir yansıması ise son dönem güvenlik söylemimizde “Mavi Vatan” hak iddialarımızın sıkça vurgulanmasıdır.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ve Libya ile deniz yetki alanlarını sınırlandırma anlaşmalarının imzalanmış olması, sismik araştırma ve sondaj platformlarının güvenlik unsurlarının desteğiyle etkin bir şekilde kullanılıyor olması da Ankara’nın haklarımızı koruma yönündeki kararlılığının ifadesi olsa gerektir.
Gaz keşfinin bölgeye barış getirmesi beklenirken, kronikleşmiş tarihsel, dini, mezhebi, etnik sorunların, sınır ihtilaflarının ve stratejik rekabetlerin yoğun olduğu bu bölgede; ekonomik çıkarların, siyasi işbirliğini sağlamada tek başına yeterli olmadığını göstermektedir.
Bu olgu, deniz yetki alanlarındaki anlaşmazlıklarının çözümünde; en makul yaklaşımın, tüm kıyı devletlerini kapsayan çok taraflı bir işbirliği olduğuna işaret etmektedir.
Evet, Akdeniz gaz potansiyelinin, ekonomik çıkarlar ekseninde hakkaniyetli paylaşım, toplumsal barış ve kardeşlik ekseninde değerlendirilmesinde karşılaşılan zorluklar ciddi ama aşılamaz değildir.
Tüm tarafların, konuyu, basit iç siyaset dinamikleriyle karmaşık hale getirmeden, sağduyulu, akılcı ve dengeli bir yaklaşımla çözme iradesi göstermesi kaçınılmazdır.
Öyle ise Ülkelerin reel dış politikaları da amaçsız, hedefsiz, nostalji ve hamaset duyguları yerine, enerji alanı başta olmak üzere ekonomik çıkarların optimize edileceği bir senaryo ekseninde şekillenmelidir.
Büyük Önderimizin “YURTTA SULH, CİHANDA SULH” ilkesi bu amaçla uygulanacak en akılcı ve ufuk açıcı konsepttir. Yeter ki bu konsepti kavrayıp, projelendirecek mekanizmaları kuracak bilimsel yönetim anlayışını, tüm taraflara hâkim kılalım.
“Öncelikle Çevre ve İnsan” bilinci ile yapılacak enerji faaliyetleri; teknik, ekonomik ve sosyal kalkınmayı sağlayan en önemli araçtır. Giderek daha fazla enerji yutan bir Dünya gerçeği ile karşı karşıyayız.
Her ne kadar yenilenebilir enerji kaynaklarının devreye sokulması yönünde ortak çabalar varsa da, görünen o ki orta ve uzun vadede fosil enerji kaynaklarına olan talep sürecektir. Enerji tüketim trendindeki artış hızı dikkate alındığında; bilinen Avrasya ve Orta Doğu doğalgaz ve petrol rezervi; enerji ticaretinde büyük bir role sahiptir.
Bunun bilincinde olan küresel enerji dinamikleri arasındaki rekabet aynı zamanda bölge ülkelerinde de çatışma ve kaosların tetiklenmesine neden olmaktadır.
Son yıllarda keşfedilen doğu Akdeniz doğal gaz rezervleri; bölgesel çatışmaları daha da alevlendirmeye adaydır.
Devletlerarası iş birliğini teşvik edeceği beklentilerinin aksine, ne yazık ki yeni doğal gaz keşifleri; bölgedeki ihtilafları daha da şiddetlendirmiş ve yeni gerginlikler yaratmıştır. Bölgedeki gaz keşiflerinin teşvik ettiği ekonomik ortaklıklar; politik-askeri ittifaklara evirildikçe, NATO gölü olarak da bilinen Akdeniz’deki rekabet görünür şekilde jeopolitik hale gelmiştir.
Münhasır ekonomik bölge ekseninde artan belirsizlik ve yükselen çatışma riski, deniz dibi doğal kaynakların keşif ve geliştirilmesi sürecini sekteye uğratmaktadır.
Mavi vatan konseptinde, gerek arama ve sondaj kapasitesi ile gerekse Karadeniz’deki çok önemli gaz keşfiyle öne çıkan Türkiye, süregelen deniz yetki sahaları ihtilafları ve Kıbrıs meselesinin kilit aktörü olarak, bölgenin fay hatlarının kesişim noktasında bulunmaktadır.
Son dönemde, mavi vatandaki haklarını, hakkaniyetli ve eşit paylaşım ekseninde korumaya çalışarak; diplomasiyi, caydırıcı güçle birleştiren agresif bir yaklaşım ortaya koyan Ülkemiz hem yöredeki rakiplerinin hem de müttefiklerinin haksız eleştirilerine hedef olmaktadır.
Öyle ise Türkiye’nin stratejisine yön veren, sadece bilindik bir enerji kaynaklarını kontrol çabası olmasa gerektir. Aynı zamanda mavi vatan egemenliğine yönelik tehditlere verdiği bir karşılıktır da. Her ne kadar son günlerde kısmen yumuşama sürecine girmişse de deformasyona neden olacağı çok açık olan gerilimin; temel kaynağı ne olursa olsun, Akdeniz’in hızla askerileştiği ve beraberinde açık bir çatışma riskini taşıdığı yadsınamaz bir durumdur. Kıyı devletleri ile birlikte bölge dışı küresel dinamiklerin mevcudiyetlerini artırma girişimleri sonucunda, Orta Doğu’ya ek olarak Akdeniz, hızla dünyanın en kaotik ve istikrarsız bölgelerinden biri haline gelmektedir.
Peki bu kritik aşamaya nasıl ve neden gelinmiştir? Potansiyeli bir tarafa bırakılırsa, Rusya, İran, Azerbaycan gibi ülkelerin bilinen rezervleri ile karşılaştırıldığında, çok anlamlı miktarlarda olmayan bu keşifler neden önemli ve küresel enerji piyasaları üzerindeki olası etkileri nelerdir?
Her şeyden önce bu keşifler; İsrail, Mısır, Türkiye gibi bölgesel ekonomiler için önemli bir itici güç olabilecektir. Bu büyüklükteki ülkelerin, kendi enerji tüketimini karşılamalarına ek olarak, bölgesel enerji üretim ve dağıtım merkezi olma hedefleri söz konusu olacaktır. Elbette bu hedefin gerçekleşmesinde ilave gaz üretimine sahip olunması da kilit bir rol oynayacaktır.
Bu durum, Karadeniz doğalgaz keşfiyle birlikte, kısıtlı da olsa olası Doğu Akdeniz gaz keşfi, Türkiye açısından çok büyük bir ekonomik değer teşkil edecektir. Bununla birlikte, şu ana kadar keşfedilen gaz miktarı sınırlı olmakla beraber Akdeniz’in hidrokarbon potansiyeli kayda değerdir. Ancak bu kaynaklar değerlendirilmediği sürece pek bir şey ifade etmeyecektir.
Bölgesel pazarlar, üreticilere, nispeten düşük başlangıç yatırımlarıyla hızlı ekonomik geri dönüşler sunmakla birlikte, bölgedeki çözümlenmemiş çatışmalar ve tarihi husumetler, gaz anlaşmalarının siyasi dinamiklerini karmaşık halde tutmaktadır.
Ülkemiz açısından bakıldığında; gaz ithalatımızı çeşitlendirmekte olduğumuz görülmektedir. Bu bağlamda; bir yandan Azerbaycan’dan gaz tedariki artırılarak diğer yandan farklı ülkelerden sıvılaştırılmış gaz (LNG) temin olanakları değerlendirilerek, Rusya’ya bağımlılık önemli ölçüde azaltılmıştır.
Son günlerde yaşanan Ermenistan-Azerbaycan çatışmasının enerji nakil hatları çevresinde cereyan etmesi, doğal gazın, Avrupa’nın enerji sepetinde yer bulmaya devam ediyor olması, Akdeniz gaz potansiyelinin enerji güvenliğinin kilit noktası haline gelme olasılığı, en önemlisi de batı Karadeniz’deki gaz keşfinin üretilebilir hale gelmesiyle birlikte Ankara’nın bölgesel enerji merkezi haline gelme hayali gerçekleşebilecektir.
Günümüz koşullarında, Türkiye’nin Akdeniz ve Ege’deki etkin duruşu; doğal olarak, öncelikle değişen tehdit algıları ve bölgesel enerji jeopolitiği gruplaşmaları ekseninde kuşatılmışlık algısıyla şekillenmektedir.
İsrail, Güney Kıbrıs, Yunanistan, Mısır, Fransa, İtalya gibi ülkelerin ortak ekonomik çıkar zemininde yaptıkları iş birliği girişimlerinin Türkiye’yi dışlamanın ötesinde güvenlik alanına da yayılması, Türkiye’nin tehdit algısını haklı olarak şiddetlendirmiştir.
Bu tehdit algısının önemli bir yansıması ise son dönem güvenlik söylemimizde “Mavi Vatan” hak iddialarımızın sıkça vurgulanmasıdır.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ve Libya ile deniz yetki alanlarını sınırlandırma anlaşmalarının imzalanmış olması, sismik araştırma ve sondaj platformlarının güvenlik unsurlarının desteğiyle etkin bir şekilde kullanılıyor olması da Ankara’nın haklarımızı koruma yönündeki kararlılığının ifadesi olsa gerektir.
Gaz keşfinin bölgeye barış getirmesi beklenirken, kronikleşmiş tarihsel, dini, mezhebi, etnik sorunların, sınır ihtilaflarının ve stratejik rekabetlerin yoğun olduğu bu bölgede; ekonomik çıkarların, siyasi işbirliğini sağlamada tek başına yeterli olmadığını göstermektedir.
Bu olgu, deniz yetki alanlarındaki anlaşmazlıklarının çözümünde; en makul yaklaşımın, tüm kıyı devletlerini kapsayan çok taraflı bir işbirliği olduğuna işaret etmektedir.
Evet, Akdeniz gaz potansiyelinin, ekonomik çıkarlar ekseninde hakkaniyetli paylaşım, toplumsal barış ve kardeşlik ekseninde değerlendirilmesinde karşılaşılan zorluklar ciddi ama aşılamaz değildir.
Tüm tarafların, konuyu, basit iç siyaset dinamikleriyle karmaşık hale getirmeden, sağduyulu, akılcı ve dengeli bir yaklaşımla çözme iradesi göstermesi kaçınılmazdır.
Öyle ise Ülkelerin reel dış politikaları da amaçsız, hedefsiz, nostalji ve hamaset duyguları yerine, enerji alanı başta olmak üzere ekonomik çıkarların optimize edileceği bir senaryo ekseninde şekillenmelidir.
Büyük Önderimizin “YURTTA SULH, CİHANDA SULH” ilkesi bu amaçla uygulanacak en akılcı ve ufuk açıcı konsepttir. Yeter ki bu konsepti kavrayıp, projelendirecek mekanizmaları kuracak bilimsel yönetim anlayışını, tüm taraflara hâkim kılalım.