Sürdürülebilirliğin Günümüzün Dinamik İş Ortamındaki Şirketlerin Ekonomik Başarısı
Üzerindeki Derin Etkisi: Sürdürülebilirliği İşletme Yönetimine Entegre Etme
Kurumsal Hesap Verilebilirliğinin Artırılmasına Yönelik Çabaların Tarihçesine Kısa Bir Yolculuk
Kurumların performanslarını paydaşlara aktarabilecekleri bir iletişim aracı olarak görülen sürdürülebilirlik raporlamasının; finansal, maliyet ve yönetim muhasebesinin iş söylemlerine hâkim olduğu 1920’lere dek uzanan derin kökleri bulunmaktadır. Bununla birlikte 1987 yılında Bruntland Komisyonu ile birlikte manzara değişmiş ve çevre konusu da olaya dahil olmuş ve sürdürülebilir kalkınma stratejilerine yönelik bir çağrıya yol açmıştır. Tüm bunlara cevaben, firmalar çevresel performanslarını ve etkilerini ele almaya başlamış ve hem yönetime hem de dış paydaşlarına önemli bilgiler sağlamıştır. Tüm bu ilerlemeler yeterli olmamış çünkü bu çevresel çabaların kâr merkezli odağı sorgulanmış ve bu şüpheler altında bu yaklaşımın ekolojik ve sosyal zorlukları ele almada yetersiz kaldığı öne sürülmüştür.
Bu eksikliklere yanıt olarak İngiliz bilim insanı John Elkington tarafından tanıtılan 3BL kavramı 1994 yılında ortaya çıkmış ve bu yenilikçi çerçeve, sosyal ve çevresel performans değerlendirmelerini de dahil ederek kurumsal raporlamayı finansal sonuca yönelik dar odaklanmanın ötesine genişletmeyi amaçlamıştır.
Bununla birlikte 3BL’nin benimsenmesinin gönüllü doğası, şirketlerde ekonomik, sosyal ve çevresel hususların dengesiz bir şekilde önceliklendirilmesine yol açmıştır. Rob Gray ve Markus Milne gibi eleştirmenler 3BL’nin ekonomik önlemlerin hâkim olduğu, sosyal ve çevresel yönlerin genellikle sadece eklenti olarak değerlendirildiği etkisiz bir raporlama çerçevesi haline geldiğini savunmuştur.
Stefan Schaltgeri, Martin Bennet ve Roger Burrit bu ilkeleri Sürdürülebilirlik Üçgeni olarak daha da geliştirerek karar vericileri ekosistemleri ve toplumları hesaba katarken verimlilik ve etkililiği dengelemeye teşvik etmiştir. Sosyo-ekolojik sistemlerin karmaşık dinamikleri, geleneksel finansal araçlar kullanılarak parasal açıdan metalaşmaya direnmektedir.
Dahası, çevre ve toplum üzerindeki dolaylı etkiler başka bir karmaşıklık katmanı eklemektedir. Örneğin, finans sektörü içindeki endüstriler, doğrudan çevresel ayak izleri olmamasına rağmen, fonları potansiyel olumsuz sonuçları olan sektörlere kanalize edilmektedir. Aslında tüm bu ilerleme çabalarının özünde yalnızca sürdürülebilirliğin kurumsal stratejilere entegrasyonu yatmaktadır. Zira sürdürülebilirliğin kurumsal stratejilere entegrasyonu, raporlamanın güvenilirliğini ve kullanışlılığını sağlamak için hayati önem taşımaktadır.
Geleneksel Kâr Maksimizasyonu Arayışının Ötesinde, Sürdürülebilir Uygulamalara Giderek Artan Vurgu
Piyasa dönüşümlerindeki süreklilik ve hızlı teknolojik gelişmelerin damgasını vurduğu çağdaş iş dünyasının dinamik ortamında, yalnızca kârı maksimize etmeye yönelik geleneksel odaklanma derin bir değişim geçirmektedir. İçinde bulunduğumuz dönem, ülkelerin, hükümetlerin, şirketlerin ve kâr amacı gütmeyen kuruluşların sürdürülebilir kalkınmaya yönelik farkındalığında ve kararlılığında kayda değer bir artışa tanık olmakta ve bu bağlamda toplumsal ihtiyaçların karşılanması ve çevrenin korunması birçok kuruluş için öncelikli hedefler olarak ortaya çıkmaktadır.
Çevresel ve sosyal konular ile kurumsal dinamikler arasındaki etkileşim, kurumsal riskleri ve fırsatları etkileyen kritik bir yöne dönüşmüştür. Sürdürülebilirlik sadece bir risk hafifletici değil; aynı zamanda yeni iş fırsatlarını belirlemek için bir katalizördür. Dolayısıyla sürdürülebilirlik hem riskler hem de fırsatlar için kilit bir itici güçtür. Sürdürülebilirlik unsurları; pazar dinamikleri ve pazar dışı süreçler de dahil olmak üzere çeşitli kanallar üzerinde etki yaratmakta bunlar üzerinde dönüştürücü gücünü kullanmakta ve iş başarısını önemli ölçüde şekillendirmektedir.
Sürdürülebilirlik ve ekonomik başarının kesişimi şirketler için hiç bu kadar kritik olmadığı için sürdürülebilirliğin hem riskleri hem de fırsatları sunarak iki kenarlı bir kılıç olarak nasıl davrandığını ve işletmelerin; stratejilerini buna göre nasıl kalibre etmesi gerektiğini bilmesi gerekmektedir.
İş Ortamındaki Evrim
İklim değişikliği, kaynakların tükenmesi, sosyal eşitsizlik gibi küresel zorluklara yanıt olarak sürdürebilir kalkınma, birçok kuruluş için merkezi bir odak noktası olarak ortaya çıkmıştır.
İş ortamının evrimi, teknolojideki ilerlemelerle birlikte pazarlarda artan dönüşüm hızıyla karakterize edilmekte ve bu dinamizm, rakiplerin çoğalmasına sebebiyet vererek şirketlerin öncelikli konularında bir paradigma değişikliğine yol açmaktadır. İşletmeler, sürdürülebilirliği temel operasyonlarına entegre etme stratejilerini yeniden değerlendirmektedir. Karar vericiler hem iç hem de dış çeşitli nedenlerden dolayı sürdürülebilirlik raporlamasını benimseme konusunda motive olmaktadır.
Bu raporlar, sürdürülebilirlik yönetimi için öz düzenlemeyi teşvik ederek kurumsal performansın diğer kuruluş ve sektörlerle karşılaştırılmasına yardımcı olmaktadır.
Ayrıca sürdürülebilirlik raporlaması, kurumsal itibarı ve kurumsal hesap verilebilirliği artırmak, maliyetlerin azaltmak, satışları ve operasyonel verimliliğe artırmak ve paydaşlara bir firmanın vizyonu ve performansı hakkında kapsamlı bir anlayış sağlamak için hayati bir araç olmaya devam etmektedir.
Gelişen iş manzaraları da göstermektedir ki sürdürülebilirlik; şirketlerin ekonomik sonuçlarını etkileyen çok önemli bir güç olarak işaret edilmektedir. Geleneksel yönetim ağırlıklı olarak piyasa konularına odaklanırken, sürdürülebilirlik yönetimi piyasa dinamikleri ile birlikte piyasa dışı yönleri ve süreçleri belirleyerek, analiz ederek ve yöneterek ekonomik değer katmaktadır.
CO2 emisyon sertifikaları ile ilişkili maliyetlerle örneklenen görünür piyasa süreçleri kolayca belirlense dahi çok sayıda çevresel ve sosyal konu, yasalar, düzenlemeler, sosyal eğilimler ve siyasi süreçlerle dolaylı olarak işlenen etkiler, maliyetlerde öngörülmeyen artışlara veya tüketici davranışlarındaki değişikliklere uzun süreli etkiler doğurabilmektedir.
Hem piyasa hem de piyasa dışı faktörlerin ekonomik başarıyı şekillendirmedeki ayrılmaz rollerini ve farklı etki yollarını kabul ederek; sürdürülebilirlik yönetimi, işletmelerin sürekli değişen bir manzarada gelişmesini sağlamada çok önemli hale gelmektedir.
Sürdürülebilirlik yönetimini yalnızca bir eklenti olarak değil, kurumsal strateji uygulamasının ayrılmaz bir parçası olarak görmek gerektiğinin kabulü ile amaç; genel kurumsal sürdürülebilirlik stratejilerini eyleme geçirebilir adımlara dönüştürerek bu neden-sonuç zincirlerinde gezinmek için metodolojik olarak ikna edici yaklaşımlar geliştirmektir.
Çevresel ve sosyal katılım ile iş başarısı arasındaki incelikli ilişkiyi stratejik yönetim yaklaşımlarıyla birleştirmek, sürdürülebilir ve müreffeh bir kurumsal geleceği teşvik etmek için oldukça önemlidir. Sürdürülebilirliği benimsemek, işletmeleri yalnızca daha geniş toplumsal hedeflerle uyumlu hale getirmekle kalmamakta, aynı zamanda onları dayanıklı ve sürdürülebilir bir geleceğe katkıda bulunan sorumlu kişiler olarak konumlandırmaktadır.