Sanat Ekonomisinde Gelinen Son Nokta
Sanat ve ekonomi bugün gelinen noktada iç içe bir konumda ve dünyada önemli bir yer arz ediyor. Piyasada kabul gören sanat eserleri artık geçmişte olduğu gibi sadece sanatçıların atölyelerinde, toplumsal alanlarda yada müzelerde sergilenmiyor. Sanatsal ve estetik bir nesne olmaktan çıkan bu eserler artık satın alınan, ikinci el bir pazarı bulunan, evlere ve mekanlara giren bir konuma taşınıyor.
Geçmiş dönemlerde günümüzdeki gibi satış ortamları ve kanalları mevcut olmadığından günümüz şartlarında güçlü ve yoğun bir satış dolaşımında bulunan eserler ekonominin kurallarına bağımlı bir noktaya gelmiş durumda.
Geçen seneki Art Basel raporuna göre küresel sanat pazarı 50,1milyar dolar düzeyinde seyrediyor.
Elbette bu rakamın real rakamların çok daha altında olduğunu da göz önünde bulundurmamız gerekir.
Sanatçılar ve alıcılar arasında gerçekleşen ve rakamsal olarak belirlenemeyen yani görünmeyen satışlara sanat piyasası içinde çok fazla rastlanıyor. Bu yüzden aslında piyasaya dair en sağlıklı erişebileceğimiz rakamları müzayede satışları gösteriyor.
Müzayede satışları real satışların çok altında bir rakam teşkil etmekle beraber, kayıt altında olmaları sebebiyle en sağlam ve güvenilir istatistikler olarak kabul görüyor. Bu doğrultuda baktığımızda 29milyar dolarlık hacim bizim için pazarın büyüklüğünü anlamak adına çok önemli ve belirleyici bir ölçü oluşturuyor. Sanat piyasasında en büyük pazara sahip olan ülke Amerika başlı başına %44’lik pazar payıyla en yüksek hacime sahip ülke konumunda. İngiltere ve Japonya da onu takip ediyor.
Türkiye’deki satışların çoğu kayıt altında bulunmadığından, yine en sağlıklı değerlendirme için müzayede rakamlarını baz alabiliyoruz. 2018 yılı müzayede performansları ve alınan istatistiklere göre 16.3milyon dolarlık bir hacim söz konusu. Bu anlamda Türkiye’de çok düşük bir pazar payına sahip olduğumuz görülüyor.
Bu noktada sormamız gereken sanat galerilerine, sergi ve fuarlara bu denli yoğun bir talep ve ilgi görülürken -bakınız Refik Anadol sergisinde kilometrelerce oluşan kuyruklara sahne olduk- nasıl oluyor da sanat ekonomisi tarafında bu denli düşük bir pazar payı söz konusu.
Sanata dair gördüğümüz bu yoğun ilgi ve talep bizi çok mutlu etmekle beraber, ülkemizin mevcut şartlarında tatmin edici satış rakamlarına ulaşamıyoruz. Bu bağlamda da popüler talep, sosyal medya paylaşımları ve kalabalık organizasyonlar ülkemizdeki sanat gerçeklerini ne yazık ki tam olarak yansıtmıyor.
Sanatsal değeri ile piyasa değeri örtüşmeyen popüler bir pazarın ise sanat oluşumuna katkısından söz edilemez.
Sanatçı tarafında yaşanan zorluklar, galerilerin içinden geçtiği zorlu süreçler, galericilerle sanatseverler arasında yaşanmış bazı kötü örneklerle bozulan inanç ve güven ilişkisi de ayrıca göz önünde bulundurulması ve irdelenmesi gereken konuların başında geliyor. Plastik sanatlarda sanat menajerliği tarafının bir müzik yada sinema sektöründeki kadar oturmamış olması sanat sektörü içerisinde köprülerin kurulmasında eksiklik yaratıyor.
Dünya sanat literatürüne girmiş, seçkin müzelerde yer almış, müzayedelerde belli bir fiyat aralığını yakalamış ve uluslararası piyasalarda hatırı sayılır bir yer edinmiş sanatçı ve sanat eserlerimiz mevcut olsa da bu örneklerin çok daha yaygın şekilde artması, sanata yatırım ve bu konuda sürekliliği olan bir sistem oluşturulması gerekiyor. Bu anlamda sağlam bir yapının yaratılmasında ekonominin rolü ise en başta geliyor. Ne kadar fazla alıcı ve yatırımcıya sahip olursak, dünya sanat pazarında da o denli güçlü bir konuma sahip olabiliriz..
Ülkemizdeki genç ve alım gücü yüksek kesimin sanata olan ilgisi ve yarının güçlü alıcıları olarak şimdiden yatırımlarını arttırmaları sonucunda umuyorum ki gelişmekte olan Türkiye sanat ekonomisi çok daha güçlü ve etkili bir noktaya gelecektir.
Sanatsız kalmadığınız, sanat tadında günler dilerim.