AŞK-I MEMNU
Asıl bunun için boz diyorum sana, bunun için! Ölüyorum, anlasana! Gözlerimin önünde birbirlerini seviyorlar. Ben işkenceler içinde kıvranırken, onların mutluluğundan ölüyorum..
Halit Ziya Uşaklıgil’in 1900 yılında kitap olarak basılan eseri Aşk-ı Memnu(Yasak Aşk) , 2008 yılında Türk halkını en çok beğenilen dizilerden biri olarak ekrana kilitlemiştir.
Dizinin olduğu akşam sokaklar bomboştu.Sinema ve tiyatro dünyasının birbirinden değerli Selçuk Yöntem, Nebahat Çehre gibi oyuncularının yer aldığı dizi de Bihter karakterini Beren Saat, Behlül karakterini ise Kıvanç Tatlıtuğ canlandırmıştır.
Romanı okumayan, diziyi izlemeyenler için hikayenin konusu şöyledir; Firdevs Hanım, "Melih Bey takımı" diye adlandırılan bir ailedendir.
Yaptığı evlilikten Peyker ve Bihter adlı iki kızı olmuştur.
Kızları Firdevs Hanım'ı pek sevmez. Peyker evlenir. Firdevs Hanım ve kızları güzel görünmeye çok önem verirler, çok zarif giyinirler. Firdevs Hanım, dönemin zenginlerinden Adnan Bey ile evlenmek istemektedir.
Ama Adnan Bey Bihterle evlenmeyi ister.
Firdevs Hanım bu evliliğe başta karşı çıkar ancak daha sonra kabul etmek zorunda kalır. Adnan Bey’in Nihal ve Bülent adında iki çocuğu vardır. Nihal 15 yaşında, Bülent yaklaşık 9 yaşındadır.
Adnan Bey Bülent'in doğumundan hemen sonra karısını kaybetmiştir.
Nihal önce babasının yeni evliliğine soğuk bakar. Ama Bihter ile tanışınca içi ısınır. İlerleyen zamanda kardeşi Bülent'in yatılı okula gönderilmesinden de Bihter'i sorumlu tutmaya başlar.
Bihter iki yıl içinde evliliğinden sıkılır.
Bihter Adnan beye âşık olmadığını hissetmektedir.
Zamanla Behlül ile aralarında yasak bir ilişki başlar. Behlül Adnan Bey’in yeğenidir ve onlarla aynı evde kalmaktadır. Bihter gece herkes uyuduktan sonra Behlül'ün odasına girmektedir.
Firdevs Hanım Adnan Bey'in yalısına yerleşmeye karar verir. Aynı dönemde, Nihal’e annelik yapan mürebbiyesi Matmazel De Courton(dizideki ismi Deniz) da evden ayrılır ve Fransa'ya geri döner; Nihal onu Bihter'in uzaklaştırdığını düşünmektedir. Nihal'in artık kimsesi kalmamıştır.
Aynı dönemde Nihal Behlül'e bir duygusal yakınlık duymaya başlamıştır; Behlül ise Bihter'e duyduğu aşktan zamanla uzaklaşmakta, yeni arayışlara girmektedir.
Firdevs Hanım, Behlül ile Nihal'i evlendirmeyi planlar., Bihter ile Behlül'ün arasında bir ilişki olduğunu fark eder. Nihal ve Behlül bu fikre önce şaka diye aldırmazlar ama zamanla birbirlerine aşık olurlar. Bihter Behlül'ün Nihal'e olan aşkını kıskanır.
Nihal, Behlül'le evlenme hazırlıkları yaptığı sırada, Behlül ve Bihter arasındaki ilişkiyi sezer. En sonunda yardımcıları Beşir her şeyi açıklar.
Nihal ve Adnan Bey şok geçirirler. Evlenecekleri gün Bihter odasında intihar eder. Behlül ise evden kaçar. Bir zaman sonra Adnan Bey ve Nihal eski mutlu günlerine geri dönerler.
Bu yasak aşkı anlatan fırtınalı dizi Türkiye’de neredeyse hayatı yavaşlatacak kadar etkilemiş, avucunun içine almıştı.
Yapılan araştırmalarda Türk halkının aile fertlerinin birarada yaptığı faaliyetlerin başında(%59.4) televizyon izlemek olduğu görülmüştür.
(Yazık ki ankete katılan ailelerin 79.6’sının hiç tiyatro veya sinemaya gitmediği ortaya çıkmıştır)
Hatta yapılan anketlerde Türk halkının %30’luk bir kesiminin 7 saat üzeri televizyon izlediği de açıklanmıştır.Yani Türk halkının okumaktan çok hayatı televizyon izleyerek öğrendiği ortaya çıkmıştır.
Peki Türk halkı ne izlemeyi sever?Televizyon programlarına, dizilere baktığımızda aşkı izlemeyi sevdiğimiz görülüyor o nedenle ismi değişse de her daim bir aşk dizimiz oluyor.
Acıyı izlemeyi severiz o yüzden her daim acı çeken karakterlerimiz oluyor.Biz bir de kahramanlık severiz o yüzden her daim bir kadın/erkek kahramanımız oluyor.
Biz zenginlik izlemeyi severiz.Evet ya zenginlik izlemeye bayılırız.
(Aşk dizilerimizde muhakkak bir zengin bir fakirle aşk yaşar) Asmalı Konak gibi Anadolu’da konak, Aşk-I Memnu’daki gibi Boğazda yalı sahiplerinin zenginlikleri içinde acılarını izlemeye bayılırız.
Onların zenginlikleri içinde mutsuzluklarını izledikçe gizli bir haz duyarız.
Bu sayede sabah metrobüse binerken beklediğimiz kuyruğu, ödeyeceğimiz faturlardan elde avuçta birşey kalmayacağını, işsizliğimizi unuturuz.
Gelişmekte olan bir toplum olarak izlediğimiz zenginliğe kavuşmanın hayalini kurarız.
O zenginliğe sahip olamayacağımızı bilerek o kahramanların kullandığı eşyaları kullanmakla , kendimizi onlarla özdeşleştiririz.
Onların yaşamlarına erişemesek de onlarla kendimizi bağdaştıracağımız eşyaları kullanmak bize mutluluk verir. Gizli hazlar duyarız
Pazarlarda Bihter’in kullandığı parfümlerden satılır.
Firdevs hanımın sabahlığının peşinden koşarız.
Behlül’ün cep telefonun modelinden almak için para biriktiririz.
Peki bu çılgınlık ne zaman başlamıştır?Neden tüketiriz?Neden tükettiğimizde iyi hissederiz?
Tüketicilik (Consumerism) genellikle, “ürünlerin veya hizmetlerin daha fazla miktarlarda satın alınması için sistematik arzu ve teşvik yaratmaya dayanan sosyal ve ekonomik bir düzen.” olarak tanımlanmaktadır.
Tüketicilik kavramı, üretimden pazarlamaya, yönetimden reklamcılığa tüm iş dünyasının benimsemiş ve insanlığa dayatmış olduğu bir çeşit salgın hastalıktır.
Edward Bernays, psikanalistti ve 1947’de yazdığı bir makalede (The Engineering of Consent/ Rıza Mühendisliği) belirttiği gibi, Amerikan toplumunu “güvenilmemesi gereken, kökten mantıksız insanlar” olarak görmekteydi.
Ona göre bu toplum manipüle edilerek bilinçsiz tüketiciler haline getirilmeliydi.
Tarihte tüketimi körüklemek ve ihtiyacın dışına çıkarmak, insanların kendilerini fikirleriyle değil sahip oldukları nesnelerle ifade etmelerine yol açmak için düzenlenen bilinen ilk kampanya, ileride Procter & Gamble, the American Tobacco Company, CBS, the United Fruit Company, General Electric, Dodge Motors gibi firmalarla da çalışacak Edward Bernays tarafından 1929 yılında düzenlendi.
Bu kampanyada toplumda o döneme kadar sigara içmelerine kötü gözle bakılan ve ayıplanan kadınlar hedeflenmişti.
ABD’nin en büyük sigara şirketlerinden Lucky Strike sponsorluğunda, kadınlara da sigara satabilmek için düzenlenen kampanyada öncelikle bir grup genç model kadının ellerinde sigaralar ve “özgürlük meşaleleri” (Torches of Freedom) yazan pankartlarla, New York’daki bir şenliğe katılmaları sağlandı.
Sigaralar bir özgürlük metası olarak tanıtılıyor, daha doğrusu özgürlük gibi bir düşünce, sigara gibi bir nesneyle ilişkilendiriliyor ve meşalelerle özdeşleştiriliyordu.
Ardından iş adamları arasındaki bağlantılar sayesinde bu genç modeller fotoğraflandı ve 1 Nisan 1929’da ABD’nin –ve hatta dünyanın- en nüfuzlu gazetesi the New York Times’da bu fotoğraflar, altında “bir grup genç kadın özgürlük hareketi olarak sigaralarını üflüyorlar” yorumuyla yer aldı. Kampanya geniş bir yankı buldu, kısa zamanda kadınlar üzerindeki sigara tabusu yıkıldı.
O dönemde toplumda sigara satın alanların yalnızca %5’i kadın iken, daha 1929 yılında bu oran %12,5’e ve 1960’lara kadar %30’lara yükseldi.
Bernays’ın en büyük icraatlarından biri, eniştesi Freud’un “insanların içgüdüleriyle hareket etmeye meyilli olduğu” tespitinin üzerine giderek, bunu tüketim için uyarlamaya çalışması ve bunda inanılmaz bir başarı elde etmesidir. Bernays’ın açtığı yol sayesinde artık sanayi yalnızca ihtiyaç halinde üretim yapmaktan kurtulmuştur.
İnsanlar kendilerine yapılan propagandaya -ortada bir propaganda olduğunun farkına bile varmadan- boyun eğmeye ve toplum içerisinde tutunabilmek, statülerini koruyabilmek için ürünler almaya başlarlar.
Behlül: Ben Nihal'i bırakamam bu onu öldürür..
Bihter: Ona hiç acımıyorum desem.. Ben acılar içinde kıvranırken onun mutlulukla uçuşmasına dayanamıyorum.. Peki o yaşasın diye bizi mi öldürüceksin..
Behlül: Yaşattığım herşey için özür dilerim senden..
Bihter: Hı..Hı..
Zenginlik severiz, zenginliğe erişemezsek de zenginlerin kullandıklarını tüketmeyi severiz.
Behlülle yaşar, Bihterle ölür, dizilerle tüketiriz….
İlgili hikaye ‘Acemi Finansçının Günlüğü’ kitabından alınmıştır.