ACEMİ YAZARIN KİTAP SERÜVENİ
‘Edebiyat dünyasında yeni bir soluk’
İLK GÜN
Sevgili günlük,
Bir yıldır üzerinde çalıştığım kitabımı bugün bitirebildim. Yorucu ve yoğun bir dönemdi.
Karakterleri oluşturmak, kurgularını yapabilmek için gece gündüz çok çalıştım ancak yorgunluğuma değdi.
Nefis bir roman oldu. Sürükleyici, çarpıcı, kurgusu-karakterleri sıra dışı ve hatta tarihi-fantastik tarzda
yazılan ilk roman.
Offf Allahım inanılır gibi değil kitabın sayfalarını, okur yorumlarını, okurların ellerinde kitabımı gördüğüm zamanı düşündükçe nefesim kesiliyor.
İşin zor tarafı bittiğine göre geriye imza gününden imza gününe koşmak kalıyor.
Gazetelerin-dergilerin kültür sanat sayfalarında boy boy röportajlarım yayınlanır diye tahmin ediyorum. Şimdiden Ayşe Arman röportajı için giyeceğim elbiseyi bile tasarladım. Siyah düz klasik elbisemi giyip, kırmızı ayakkabılarımla duvara dayanmış bir şekilde poz vermeyi düşünüyorum.
Gazetelerin manşetleri görebiliyorum ‘edebiyat dünyasında genç bir yazar, yeni bir soluk’
Romanım belki filme bile çekilir. Bence baş rolü Demet Evgar oynasın. Kitabın ana karakteri Petruşka’nın enerjisini en iyi o yansıtır. Offff ya çok heyecanlı. Bütün organlarım yer değiştirdi sanki. Kalbim midemde atıyor. Yerimde duramıyorum ama ayağa kalksam boş bir çuval gibi yere yığılacakmışım gibi.
Garip bir his
Kitabın kaçıncı baskıya gireceğini, kaç kişinin okuyacağını düşünmek midemdeki kelebekleri harekete geçiriyor ama halletmem gereken ufak bir detay var. O da ‘kitabı bastırmak’ Aman canım o kolay iş yayınevlerine mail attım mı tamamdır. Nasıl olsa kitabımın ilk sayfalarını okumaya başlayınca büyülenecekler. Eminim basılacaklar listelerinin ilk sıralarında kitabıma yer verirler. Yarın ilk işim kitabımı yayınevlerine mail atmak olacak. Bakalım hangisi ilk olarak geri dönüşü sağlayacak?
Ohhh be ohh be dünya varmış… Aylardır onu da mı eklesem bunu mu çıkartsam diye kendimi yedim bitirdim. Nihayet bitti.Ahhh Petruşka ahhh seninle uzun bir zaman yolculuğu yaptık ama ben ulaşmam gereken yere ulaştım. Sana da yolculuğunda iyi şanslar..Okurun bol, yolun açık olsun sevgili dostum…
Çok heyecanlıyım çok. Kitap biter, şöhret başlar..
ALTI AY SONRA
‘Dergah sabrı: Hayale adım adım’
Sevgili günlük,
Kitabımı bitireli yaklaşık altı ay oldu. Bütün büyük yayınevlerine kitabımı azimle defalarca mail attım.
Her sabah büyük bir heyecanla mailimi kontrol ediyorum. Henüz dönüş yapan olmadı.
Yayınevi dünyasından birkaç arkadaşımı devreye soktum. Arkadaşlarımın söylediği ‘gelen kitap çalışmalarını sıraya koyup, tek tek değerlendiriyorlarmış o nedenle zaman alabilirmiş’
Offf ya yazmak kadar beklemek de çok zormuş.
Resmen dergah sabrı gerekiyor. Bilmiyorum acaba başka bir yöntem mi izlesem? İnternette bir sürü yayınevinin reklamı var. Beklemek yerine onlarla mı görüşsem? Bilemedim şimdi.
Bu arada kitabımın basılmamış halini kime okuttuysam çok beğendi. Hatta arkadaşım o kadar sevdi ki kitabın ana karakterinin ismi olan ‘Petruşka Kirazlıbahçe’ ismini kedisine verdi. Bence kediye pek uygun bir isim değil ya neyse.
Acaba Petruşka’nın çocukluğunun geçtiği kır evini tasvir ederken çok mu uzun anlattım? Aman canım
Orhan Pamuk, kitabında bir merdiven bölümünü on beş sayfada anlatmış ben kır evine iki sayfa ayırmışım çok mu? Neyse neyse her gün bu muhasebe yapmayı bırakmam lazım. Kitabın sayfalarına gömüldüm kaldım yine. Sabah akşam kitapla yatılıp kitapla kalkılmaz ki! Gerçek hayata dönmem şart.
Hadi ya şu yayınevlerinden bir dönseler bir dönseler. Hayale adım adım….
BİR YIL SONRA
Elbette bazen çiçek açıp bazen solacağım Elbette önce çekip gidip sonra kitabımla döneceğim’
Sevgili günlük,
İnanamayacaksın biliyorum ama kitabım dün baskıdan çıktı. Bugün içim içime sığmıyor. Öğleden sonra yolumun üzerindeki tüm kitapevlerine girip kitabıma bakmam lazım. Nasıl bir heyecan nasıl bir mutluluk anlatamam. Umudumun azaldığı yağmurlu soğuk bekleme günlerimin sonunda gökkuşağı çıkmış gibi.
İçimden yüksek sesle şarkı söylemek geliyor.
Sen bana müjde misin, umut musun sevgili?
Kim demiş; geçti mevsim, ufukta göründü kar
Bu kaçıncı bahar, sakın sorma sevgili
Benim yorgun gönlümde kitabımın telaşı var
Bu kaçıncı bahar, sakın sorma sevgili
Benim olgun gönlümde kitabımın telaşı var
Bugünlere nasıl mı geldik? Uzun, bazen umutlu bazen umutsuz bekleyişler sonrasında büyük yayınevlerinden hiçbiri dönmedi. Birkaç tanesiyle telefonda konuştum. ‘Efendim onların yıllık basım planları bir önceki yıldan yapılıyormuş da bu tarz yeni gelen dosyaları incelemeleri bir buçuk, iki yılı buluyormuş da her gün kendilerine yüzlerce çalışma ulaşıyormuş da incelemeleri zaman alıyormuş’ anlayacağın mış
mış da muş muş…
Yeni yetenekler, yeni yazarlar keşfetmeye ne kadar kapalılar…Hayret bir şey! Yurtdışında olsam yayınevleri kapımın önünde yatardı. Tamam bu da biraz abartı oldu ama yurtdışında en azında eseriniz tarafımıza ulaşmıştır, değerlendirme kurulumuz tarafından değerlendirmeye alacaktır tarzında bir kabul yazısı gönderirlerdi. Bizde nerede? Sonra da köşe yazarları ‘neden yeni yazarlar kazanmıyoruz’ diye eleştiri yazıları yazarlar.
Yayınevleri sırf milyon dolarlık adamın eski sevgilisi diye direk dansı yapan tiplerin kitabını bassın sonra da yeni yazarlar niye çıkmıyor? Çıkmaz tabi. Hangi yazar bu kadar mücadele eder ki?
Değiştirin bu zihniyetleri yetenekli, yeni yazarlara şans verin. Okurlar, yeni bir renk, yeni bir koku fark etsinler.
Neyse neyse şimdi bunları sorgulamanın, isyan etmenin alemi yok. Son gelişmeler şöyle; öğretmenlikten kazanıp biriktirdiğim (neredeyse üç yıllık) kazancımla kitabımı genç, dinamik bir yayınevine bastırdım.
Yayınevine kitabı ve ücreti gönderir göndermez basım sürecini başlattı.
Bu kadar hızlı basabileceklerini hayal bile etmemiştim. Çok beğenmiş olmalılar. Editörüm çok tatlı bir kadın. Kitabımda tek bir yazım hatası bulamadı. Ben bile bu kadar dikkatli ve özenli çalıştığıma hayret ediyorum.
Yalnız kitap bastırmak gerçekten de çok maliyetliymiş. Yok yurtdışından gelen kâğıdı yok kapak tasarımı
yok editörlük hizmeti yok dağıtımı derken küçük bir servet tuttu resmen. Daha doğrusu benim için servet. Yemeden içmeden biriktirdiğim tüm paramı verdim. Okula yürüyerek gider gelirim artık ne yapalım. Kitabım için her şeye değer. Ah Petruşka ahh senin için yaptığım fedakarlığı bir bilsen. Uykusuz gecelerimi, gitmediğim tatillerimi, gezmediğim şehirlerimi… Bir bilsen:)
Eminim Petruşka’nın hikayesi, okuyanı büyüleyecek, kalbine dokunacaktır. Beni büyüledi bile…
‘Elbette bazen çiçek açıp bazen solacağım elbette önce çekip gidip sonra kitabımla döneceğim Elbette bazen çiçek açıp bazen solacağım Elbette önce yazıp sonra okuyacağım’
İKİ YIL SONRA
‘Tozlu raflarda yalnız kalan Petruşka, hoş geldin Kirkor hayata’
Sevgili günlük,
Sana bu satırları kalbi kırık, yalnız, silik, bir yazar olarak yazıyorum. Yazar demem doğru olmaz ya neyse… Petruşka da ben de yalnız kaldık ve fena halde hayal kırıklığına uğradık..
Sana en son sana yazdığımda kitabım yeni basılmıştı. Yayınevi, her şeyi biz halledeceğiz demesine rağmen neredeyse kitapevlerine kitapları tek tek dağıtmak bana kaldı. Kitabın tanıtımını yaparlar zannediyordum nerde? Efendim onlar reklam ajansı mıymış tanıtım yapacaklarmış, kitabın tanıtımı yazarın işiymiş.
Yazar, kendi tanıtımını yaparsa kitabın da tanıtımı oluyormuş. Kitapların başarısı, yazarların takipçi sayısıyla doğru orantılıymış. Efendim aile efradı ile arkadaşlarının yer aldığı 50 takipçili bir yazarın kitabını kim ne yapsınmış? Sosyal medyada aktif olsaymışım, takipçi sayım yüksek olsaymış kitabım satarmış. Ya da küçük(!) bir servet ödeyerek yazar koçu tutsaymışım işte o zaman gazetelerde boy boy röportajlarım çıkarmış. Yılın kitabı ödülünü bile alırmışım. Anlayacağın ne yazdığın değil, kendini ne kadar parlattığın önemliymiş bu işlerde. Kendimi fena halde kandırılmış ve yalnız hissediyorum.
Bari sözleşmede yazdığınız gibi bir imza günü yapsaydık dedim. Efendim fuarlarda imza günü yapıyorlarmış ama masraflar için günlük şu kadar lira vermek gerekiyormuş. Velhasılıkelam bunca mücadele bunca yorgunluğun sonucunda kitabım toplamda 60 adet sattı. Yayınevinin söylediğine göre adı sanı duyulmamış bir yazar için çok iyi bir sayıymış.
Aynı zamanda sevgili yayınevim, Kutturibek Edebiyat ödüllerinde, kitabımın ‘yılın en iyi çıkış yapan kitabı’ olarak ödül kazandığını söyledi. Bu açıklamanın peşinden de ödül ücreti, geceye katılım ücreti olarak şu kadar yatırmanız lazım diyerek ağızlarındaki baklayı çıkarttı.
Parayla ödül satın almak istemediğimi beyan edip tekliflerini reddettim. Anlayacağın yayınevi yayınevi değil bildiğin matbaadan bozma, yazar sövüşleme merkezi. Kitap satışından değil, yazardan para kazanmayı amaçlamışlar.
İlk zamanlar yayınevinden kendi kitabımdan yaklaşık iki yüz tane satın aldım. Büyük gazetelerin tüm köşe yazarlarına, televizyon dünyasının ünlü isimlerine, instagram-tweeterda kitap tanıtımı yapanlara, femist kadın bloggerlara aklına gelebilecek herkese kargoyla kitabımı gönderdim. Hiç mi bir Allah’ın kulu en azından bir mesaj atmaz.
Bu kadar mı değersiz insanların emeği? Günlerce kargocuya kitap taşıdım. Kargocu bile halime acıdı.
‘Abla bu işler böyle mi oluyormuş akıllı insan işi değil’ felan dedi. Bir servette kitap kargolarına ödedim.
Satılan kitaplarımın yarısını teyzem almış zannedersem. Nereden mi anladım; teyzemin tonton komşusu Kibar teyze, kitabımın ne kadar güzel olduğundan bahsetti. Kibar teyzeye bu yaşında okuma aşkı gelmediğine göre teyzem kahve arkadaşlarına el altından kitabımı hediye etmiş demektir. Kendi güzel kalbi güzel teyzem üzülmeme dayanamamış kıyamam ben ona. Ahhh benim düşünceli teyzem benim derdim kitabımın satışından gelecek 2 tl değil. Güzel bir yemek yaparsın da herkes tadına baksın istersin ya da gün batımı güzelliğini izlerken yanına birisini davet edersin ya da tadı damağında kalan bir filmi uzun uzun konuşmak, yarenlik etmek için bir dost ararsın ya işte benimki öyle bir heves. Petruşka’nın hayatına dost aradım. Herkes tadına bir baksın, kokusunu içine çeksin istedim. Gün batımındaki kızıllığın farkına varsınlar diledim. Çok şey mi istedim bilmiyorum.
Bildiğim bir şey var ki yazmak benim için bir aşk ve beni yoran, üzen bu aşkı içimden söküp atamıyorum. Bir yıldır kalbimde Kirkor’un hikayesi var. Beynimde, kalbimde onun kırıntıları. Kelimeler beni tırmalıyor, kağıtla buluşmak için sabırsızlanıyor. Kirkor’un kırık hikayesinden vazgeçmek istemiyorum. Umarım Kirkor’un şansı Petruşka gibi olmaz…
Ponçik: Acemi yazarın yaşadıkları, abartı ve kurgu olsa da edebiyat dünyası yeni yazarlara hele hele acemi yazarlara kucak açan bir dünya değildir. Müzik dünyasında Sezen Aksu’nun omuz verdiği genç şarkıcılar sahnelerde özgürce şarkılarını söyleseler de yeni yazarlar ne kahramanlarını anlatacak sahne bulabilirler ne de omuz verecek bir Sezen. Edebiyat dünyası, yalnız, bazıları sessiz, bazıları küskün yazarlardan ibarettir.
Yazar, bazen karanlık tarafını kaleme alır bazen yalnızlığına ortak arar bazen ruhunda taşıdığı kahramanları paylaşır bazen kalabalık dünyasından kelimelerin ıssızlığına sığınır bazen kırıklarını onarır bazen okuruna şifa kelimeler dağıtır… Yazar, kavgasını kelimelerle verir, aşkını kelimelere döker bazen zalim olur bazen mazlum…
Yazarın kalbindeki kâğıda dökülür, kelimeleri okurun kalbine dokunursa tarifsiz-sonsuz bir köprü kurulur. Sabahattin Ali gibi asırlar boyu yaşar gider.
Her kitap, yıldız misali gökyüzünde yerini bulmaya yol alır. Binlerce yıldız arasında fark eden olursa ışıltısıyla geceyi aydınlatır, farkına varılmazsa uçsuz bucaksız gökyüzünde sessizliğine gömülür. Her yazar yıldızı parlasın ister, ışıltısı aydınlatsın diler. Yalnız ve küskün olsa da yazar ne kalemini bırakır ne yıldızını ne de yazma aşkını.
Edebiyat dünyası yalnız, sessiz, küskün yazarlardan ibaretse de yazmak aşktan ibarettir.
‘Edebiyat dünyasında yeni bir soluk’
İLK GÜN
Sevgili günlük,
Bir yıldır üzerinde çalıştığım kitabımı bugün bitirebildim. Yorucu ve yoğun bir dönemdi.
Karakterleri oluşturmak, kurgularını yapabilmek için gece gündüz çok çalıştım ancak yorgunluğuma değdi.
Nefis bir roman oldu. Sürükleyici, çarpıcı, kurgusu-karakterleri sıra dışı ve hatta tarihi-fantastik tarzda
yazılan ilk roman.
Offf Allahım inanılır gibi değil kitabın sayfalarını, okur yorumlarını, okurların ellerinde kitabımı gördüğüm zamanı düşündükçe nefesim kesiliyor.
İşin zor tarafı bittiğine göre geriye imza gününden imza gününe koşmak kalıyor.
Gazetelerin-dergilerin kültür sanat sayfalarında boy boy röportajlarım yayınlanır diye tahmin ediyorum. Şimdiden Ayşe Arman röportajı için giyeceğim elbiseyi bile tasarladım. Siyah düz klasik elbisemi giyip, kırmızı ayakkabılarımla duvara dayanmış bir şekilde poz vermeyi düşünüyorum.
Gazetelerin manşetleri görebiliyorum ‘edebiyat dünyasında genç bir yazar, yeni bir soluk’
Romanım belki filme bile çekilir. Bence baş rolü Demet Evgar oynasın. Kitabın ana karakteri Petruşka’nın enerjisini en iyi o yansıtır. Offff ya çok heyecanlı. Bütün organlarım yer değiştirdi sanki. Kalbim midemde atıyor. Yerimde duramıyorum ama ayağa kalksam boş bir çuval gibi yere yığılacakmışım gibi.
Garip bir his
Kitabın kaçıncı baskıya gireceğini, kaç kişinin okuyacağını düşünmek midemdeki kelebekleri harekete geçiriyor ama halletmem gereken ufak bir detay var. O da ‘kitabı bastırmak’ Aman canım o kolay iş yayınevlerine mail attım mı tamamdır. Nasıl olsa kitabımın ilk sayfalarını okumaya başlayınca büyülenecekler. Eminim basılacaklar listelerinin ilk sıralarında kitabıma yer verirler. Yarın ilk işim kitabımı yayınevlerine mail atmak olacak. Bakalım hangisi ilk olarak geri dönüşü sağlayacak?
Ohhh be ohh be dünya varmış… Aylardır onu da mı eklesem bunu mu çıkartsam diye kendimi yedim bitirdim. Nihayet bitti.Ahhh Petruşka ahhh seninle uzun bir zaman yolculuğu yaptık ama ben ulaşmam gereken yere ulaştım. Sana da yolculuğunda iyi şanslar..Okurun bol, yolun açık olsun sevgili dostum…
Çok heyecanlıyım çok. Kitap biter, şöhret başlar..
ALTI AY SONRA
‘Dergah sabrı: Hayale adım adım’
Sevgili günlük,
Kitabımı bitireli yaklaşık altı ay oldu. Bütün büyük yayınevlerine kitabımı azimle defalarca mail attım.
Her sabah büyük bir heyecanla mailimi kontrol ediyorum. Henüz dönüş yapan olmadı.
Yayınevi dünyasından birkaç arkadaşımı devreye soktum. Arkadaşlarımın söylediği ‘gelen kitap çalışmalarını sıraya koyup, tek tek değerlendiriyorlarmış o nedenle zaman alabilirmiş’
Offf ya yazmak kadar beklemek de çok zormuş.
Resmen dergah sabrı gerekiyor. Bilmiyorum acaba başka bir yöntem mi izlesem? İnternette bir sürü yayınevinin reklamı var. Beklemek yerine onlarla mı görüşsem? Bilemedim şimdi.
Bu arada kitabımın basılmamış halini kime okuttuysam çok beğendi. Hatta arkadaşım o kadar sevdi ki kitabın ana karakterinin ismi olan ‘Petruşka Kirazlıbahçe’ ismini kedisine verdi. Bence kediye pek uygun bir isim değil ya neyse.
Acaba Petruşka’nın çocukluğunun geçtiği kır evini tasvir ederken çok mu uzun anlattım? Aman canım
Orhan Pamuk, kitabında bir merdiven bölümünü on beş sayfada anlatmış ben kır evine iki sayfa ayırmışım çok mu? Neyse neyse her gün bu muhasebe yapmayı bırakmam lazım. Kitabın sayfalarına gömüldüm kaldım yine. Sabah akşam kitapla yatılıp kitapla kalkılmaz ki! Gerçek hayata dönmem şart.
Hadi ya şu yayınevlerinden bir dönseler bir dönseler. Hayale adım adım….
BİR YIL SONRA
Elbette bazen çiçek açıp bazen solacağım Elbette önce çekip gidip sonra kitabımla döneceğim’
Sevgili günlük,
İnanamayacaksın biliyorum ama kitabım dün baskıdan çıktı. Bugün içim içime sığmıyor. Öğleden sonra yolumun üzerindeki tüm kitapevlerine girip kitabıma bakmam lazım. Nasıl bir heyecan nasıl bir mutluluk anlatamam. Umudumun azaldığı yağmurlu soğuk bekleme günlerimin sonunda gökkuşağı çıkmış gibi.
İçimden yüksek sesle şarkı söylemek geliyor.
Sen bana müjde misin, umut musun sevgili?
Kim demiş; geçti mevsim, ufukta göründü kar
Bu kaçıncı bahar, sakın sorma sevgili
Benim yorgun gönlümde kitabımın telaşı var
Bu kaçıncı bahar, sakın sorma sevgili
Benim olgun gönlümde kitabımın telaşı var
Bugünlere nasıl mı geldik? Uzun, bazen umutlu bazen umutsuz bekleyişler sonrasında büyük yayınevlerinden hiçbiri dönmedi. Birkaç tanesiyle telefonda konuştum. ‘Efendim onların yıllık basım planları bir önceki yıldan yapılıyormuş da bu tarz yeni gelen dosyaları incelemeleri bir buçuk, iki yılı buluyormuş da her gün kendilerine yüzlerce çalışma ulaşıyormuş da incelemeleri zaman alıyormuş’ anlayacağın mış
mış da muş muş…
Yeni yetenekler, yeni yazarlar keşfetmeye ne kadar kapalılar…Hayret bir şey! Yurtdışında olsam yayınevleri kapımın önünde yatardı. Tamam bu da biraz abartı oldu ama yurtdışında en azında eseriniz tarafımıza ulaşmıştır, değerlendirme kurulumuz tarafından değerlendirmeye alacaktır tarzında bir kabul yazısı gönderirlerdi. Bizde nerede? Sonra da köşe yazarları ‘neden yeni yazarlar kazanmıyoruz’ diye eleştiri yazıları yazarlar.
Yayınevleri sırf milyon dolarlık adamın eski sevgilisi diye direk dansı yapan tiplerin kitabını bassın sonra da yeni yazarlar niye çıkmıyor? Çıkmaz tabi. Hangi yazar bu kadar mücadele eder ki?
Değiştirin bu zihniyetleri yetenekli, yeni yazarlara şans verin. Okurlar, yeni bir renk, yeni bir koku fark etsinler.
Neyse neyse şimdi bunları sorgulamanın, isyan etmenin alemi yok. Son gelişmeler şöyle; öğretmenlikten kazanıp biriktirdiğim (neredeyse üç yıllık) kazancımla kitabımı genç, dinamik bir yayınevine bastırdım.
Yayınevine kitabı ve ücreti gönderir göndermez basım sürecini başlattı.
Bu kadar hızlı basabileceklerini hayal bile etmemiştim. Çok beğenmiş olmalılar. Editörüm çok tatlı bir kadın. Kitabımda tek bir yazım hatası bulamadı. Ben bile bu kadar dikkatli ve özenli çalıştığıma hayret ediyorum.
Yalnız kitap bastırmak gerçekten de çok maliyetliymiş. Yok yurtdışından gelen kâğıdı yok kapak tasarımı
yok editörlük hizmeti yok dağıtımı derken küçük bir servet tuttu resmen. Daha doğrusu benim için servet. Yemeden içmeden biriktirdiğim tüm paramı verdim. Okula yürüyerek gider gelirim artık ne yapalım. Kitabım için her şeye değer. Ah Petruşka ahh senin için yaptığım fedakarlığı bir bilsen. Uykusuz gecelerimi, gitmediğim tatillerimi, gezmediğim şehirlerimi… Bir bilsen:)
Eminim Petruşka’nın hikayesi, okuyanı büyüleyecek, kalbine dokunacaktır. Beni büyüledi bile…
‘Elbette bazen çiçek açıp bazen solacağım elbette önce çekip gidip sonra kitabımla döneceğim Elbette bazen çiçek açıp bazen solacağım Elbette önce yazıp sonra okuyacağım’
İKİ YIL SONRA
‘Tozlu raflarda yalnız kalan Petruşka, hoş geldin Kirkor hayata’
Sevgili günlük,
Sana bu satırları kalbi kırık, yalnız, silik, bir yazar olarak yazıyorum. Yazar demem doğru olmaz ya neyse… Petruşka da ben de yalnız kaldık ve fena halde hayal kırıklığına uğradık..
Sana en son sana yazdığımda kitabım yeni basılmıştı. Yayınevi, her şeyi biz halledeceğiz demesine rağmen neredeyse kitapevlerine kitapları tek tek dağıtmak bana kaldı. Kitabın tanıtımını yaparlar zannediyordum nerde? Efendim onlar reklam ajansı mıymış tanıtım yapacaklarmış, kitabın tanıtımı yazarın işiymiş.
Yazar, kendi tanıtımını yaparsa kitabın da tanıtımı oluyormuş. Kitapların başarısı, yazarların takipçi sayısıyla doğru orantılıymış. Efendim aile efradı ile arkadaşlarının yer aldığı 50 takipçili bir yazarın kitabını kim ne yapsınmış? Sosyal medyada aktif olsaymışım, takipçi sayım yüksek olsaymış kitabım satarmış. Ya da küçük(!) bir servet ödeyerek yazar koçu tutsaymışım işte o zaman gazetelerde boy boy röportajlarım çıkarmış. Yılın kitabı ödülünü bile alırmışım. Anlayacağın ne yazdığın değil, kendini ne kadar parlattığın önemliymiş bu işlerde. Kendimi fena halde kandırılmış ve yalnız hissediyorum.
Bari sözleşmede yazdığınız gibi bir imza günü yapsaydık dedim. Efendim fuarlarda imza günü yapıyorlarmış ama masraflar için günlük şu kadar lira vermek gerekiyormuş. Velhasılıkelam bunca mücadele bunca yorgunluğun sonucunda kitabım toplamda 60 adet sattı. Yayınevinin söylediğine göre adı sanı duyulmamış bir yazar için çok iyi bir sayıymış.
Aynı zamanda sevgili yayınevim, Kutturibek Edebiyat ödüllerinde, kitabımın ‘yılın en iyi çıkış yapan kitabı’ olarak ödül kazandığını söyledi. Bu açıklamanın peşinden de ödül ücreti, geceye katılım ücreti olarak şu kadar yatırmanız lazım diyerek ağızlarındaki baklayı çıkarttı.
Parayla ödül satın almak istemediğimi beyan edip tekliflerini reddettim. Anlayacağın yayınevi yayınevi değil bildiğin matbaadan bozma, yazar sövüşleme merkezi. Kitap satışından değil, yazardan para kazanmayı amaçlamışlar.
İlk zamanlar yayınevinden kendi kitabımdan yaklaşık iki yüz tane satın aldım. Büyük gazetelerin tüm köşe yazarlarına, televizyon dünyasının ünlü isimlerine, instagram-tweeterda kitap tanıtımı yapanlara, femist kadın bloggerlara aklına gelebilecek herkese kargoyla kitabımı gönderdim. Hiç mi bir Allah’ın kulu en azından bir mesaj atmaz.
Bu kadar mı değersiz insanların emeği? Günlerce kargocuya kitap taşıdım. Kargocu bile halime acıdı.
‘Abla bu işler böyle mi oluyormuş akıllı insan işi değil’ felan dedi. Bir servette kitap kargolarına ödedim.
Satılan kitaplarımın yarısını teyzem almış zannedersem. Nereden mi anladım; teyzemin tonton komşusu Kibar teyze, kitabımın ne kadar güzel olduğundan bahsetti. Kibar teyzeye bu yaşında okuma aşkı gelmediğine göre teyzem kahve arkadaşlarına el altından kitabımı hediye etmiş demektir. Kendi güzel kalbi güzel teyzem üzülmeme dayanamamış kıyamam ben ona. Ahhh benim düşünceli teyzem benim derdim kitabımın satışından gelecek 2 tl değil. Güzel bir yemek yaparsın da herkes tadına baksın istersin ya da gün batımı güzelliğini izlerken yanına birisini davet edersin ya da tadı damağında kalan bir filmi uzun uzun konuşmak, yarenlik etmek için bir dost ararsın ya işte benimki öyle bir heves. Petruşka’nın hayatına dost aradım. Herkes tadına bir baksın, kokusunu içine çeksin istedim. Gün batımındaki kızıllığın farkına varsınlar diledim. Çok şey mi istedim bilmiyorum.
Bildiğim bir şey var ki yazmak benim için bir aşk ve beni yoran, üzen bu aşkı içimden söküp atamıyorum. Bir yıldır kalbimde Kirkor’un hikayesi var. Beynimde, kalbimde onun kırıntıları. Kelimeler beni tırmalıyor, kağıtla buluşmak için sabırsızlanıyor. Kirkor’un kırık hikayesinden vazgeçmek istemiyorum. Umarım Kirkor’un şansı Petruşka gibi olmaz…
Ponçik: Acemi yazarın yaşadıkları, abartı ve kurgu olsa da edebiyat dünyası yeni yazarlara hele hele acemi yazarlara kucak açan bir dünya değildir. Müzik dünyasında Sezen Aksu’nun omuz verdiği genç şarkıcılar sahnelerde özgürce şarkılarını söyleseler de yeni yazarlar ne kahramanlarını anlatacak sahne bulabilirler ne de omuz verecek bir Sezen. Edebiyat dünyası, yalnız, bazıları sessiz, bazıları küskün yazarlardan ibarettir.
Yazar, bazen karanlık tarafını kaleme alır bazen yalnızlığına ortak arar bazen ruhunda taşıdığı kahramanları paylaşır bazen kalabalık dünyasından kelimelerin ıssızlığına sığınır bazen kırıklarını onarır bazen okuruna şifa kelimeler dağıtır… Yazar, kavgasını kelimelerle verir, aşkını kelimelere döker bazen zalim olur bazen mazlum…
Yazarın kalbindeki kâğıda dökülür, kelimeleri okurun kalbine dokunursa tarifsiz-sonsuz bir köprü kurulur. Sabahattin Ali gibi asırlar boyu yaşar gider.
Her kitap, yıldız misali gökyüzünde yerini bulmaya yol alır. Binlerce yıldız arasında fark eden olursa ışıltısıyla geceyi aydınlatır, farkına varılmazsa uçsuz bucaksız gökyüzünde sessizliğine gömülür. Her yazar yıldızı parlasın ister, ışıltısı aydınlatsın diler. Yalnız ve küskün olsa da yazar ne kalemini bırakır ne yıldızını ne de yazma aşkını.
Edebiyat dünyası yalnız, sessiz, küskün yazarlardan ibaretse de yazmak aşktan ibarettir.