CEHENNEME GİDEN YOLLAR, İYİ NİYET TAŞLARIYLA DÖŞELİDİR!!!!!!
Biliyorum ortalık yangın yeri, gündem yoğun ama uzun süreden beri ruhumu tırmalayan bir konuyu artık daha fazla bekletmeyip yazmak istedim.Konunun gündemle hiç akalası yok, konuşulmayan hatta düşünülmek istenmeyen konulardan biri.Bu yazıyı ‘ekonomi’ yazısı olarak değil ‘insanlık yazısı’ olarak kaleme almak istedim.
Gelelim konumuza;
Göçmen ;kendi yurdunu bırakıp, yerleşmek üzere başka bir ülkeye göçen kimse, aile ya da topluluk olarak tanımlanırken Mülteci; bir başka yere ya da ülkeye sığınan kimse olarak tanımlanmaktadır.
Genel olarak göçmen ve mülteci göç eden kişileri ifade etmek için kullanılsa da mültecide kendi ülkesinde savaş, kıtlık gibi bir mağduriyet yaratan nedenlerden dolayı ayrılıp başka bir ülkeye sığınma gibi durum sözkonusudur.
Orta Asya’dan Anadolu’ya göç eden bir toplum olduğumuz için yüzyıllardır Anadolu hem göç alan hem de göç eden bir doğaya sahiptir.Ancak son yıllarda Suriye’de yaşanan savaş nedeniyle ciddi sayıda mülteciye de ev sahipliği yapmaktadır.
Bu durum sadece bizde yaşanan bir durum mudur yoksa mülteci sorunu insani ve ekonomik bir sorun olarak dünya sorunu mudur diye baktığımızda aslında konuşulmayan/görülmek istenmeyen gerçeklerle karşılaşılmaktadır.
2018 yılı Ocak ayında yapılan bir çalışmada dünyanın diğer bir köşesinde Venezüela’da yaşanan kriz nedeniyle ülkelerinden ayrılan mültecilerin sayısının 4,1 milyonu bulduğu belirtilmiştir. Kolombiya’ya yerleşen Venezuela vatandaşlarının sayısının 1 milyonun üzerinde olduğu tahmin edilmektedir.Brezilya, mevcut mültecileri, ülkenin iç bölgelerine doğru yerleştirmek üzere tedbir almaya başladığını açıklamıştı geçen günlerde. Kolombiya daha önce hiç karşılaşılmayan bu durum karşısında tedbir geliştirmeye çalışsa da onlar için de çok büyük bir dönüşümdür.
Venezuelalıların kaçtıkları şey ‘açlık’tır.
Uluslararası Simon Bolivar köprüsü, Venezuela’dan kaçanlar için adet sembol özelliği taşıyan bir uluslararası köprüdür. Burası Kolombiya için boyutları tahmin edilemeyecek insani krizin başlangıç noktası.
Venezuela’dan yaklaşık 45 bin kişi her gün yürüyerek, Cucuta’ya geçiyor. Burası önemli bir sınır geçiş noktası ve ciddi bir ekonomik krizle boğuşan Venezuela’daki halk için adeta son umut kapısı. Nüfusu 30 milyonu geçen Venezuela’da yaklaşık 4 milyon kişi, ülkeyi terk etmiş durumda.
Venezuela’da iki ayda, 700 ile 1000 bolivar tutarındaki maaş ile geçinmek imkansızdır. İki hafta içinde 2 milyon bolivar bile kazanmak bile yaşamı sürdürmeye yeterli değildir.
Venezuela’yı terk edenlerin yüzde 63’ü ekonomik nedenlerle, karınlarını doyurabilmek için ülkelerinden kaçmak zorunda kaldıklarını söylerken yalnızca yüzde 29, siyasi nedenlerle ülkesini terk ettiğini söylemektedir. Yapılan çalışmalar, Venezuelalıların yüzde 75’inin, bu krizin başından beri, yeterli günlük kaloriyi alamadıkları için, yaklaşık 10 kilo kaybettiklerini söylüyor. Açlık ve kamu hizmetlerindeki aksamalar nedeniyle yaklaşık 1 milyon çocuk artık okula da gidemediği belirtilmektedir.
Myanmar’dan Rohingya halkı ya da Arakan yerlileri de kaçmaktadır.Yüzde 70’i Müslüman, yüzde 30’u Hindu olan Arakan yerlileri malesef ki Myanmar ordusunun etnik temizlik operasyonlarından kaçmaktadır. Vatandaşlık hakları olmayan halkın yaşama hakları da ellerinden alındığı için bugün artık göç etmek durumunda kalıyorlar. Rohingyalar, canlarını kurtarmaya çalışıyorlar.
Suriye iç savaşı ise 2011 yılında başlamıştı. Suriye içinde yerinden edilen milyonları bir kenara bırakırsak, canını kurtarmak için, son yedi yılda ülkesini terk etmek zorunda kalan Suriyelilerin sayısı 5,5 milyonu geçti. Bunların 3,5 milyonu da Türkiye’de sığınmacı durumundadırlar.
Bütün bu rakamlara bakıldığında pek çok kişi için bir anlam ifade etmeyebilir ya da ülke nufusları ile karşılatırıldığında çok küçük bir rakam olarak değerlendirilebilir.Ancak aslında hem mülteciler hem de mülteci kabul eden ülkeler için aslında çok büyük çok zorlu bir dönüşüm sürecidir.
Mülteci konusunun insani boyutu ciddi bir yara iken ekonomik boyutu da düşünüldüğünden çok daha ciddidir.Mecazi anlamda yaralı olan mülteciler sığındıkları ülkenin şartlarına uyum sağlamada (aynı coğrafyada yaşasalar bile) ciddi sorunlar yaşamaktadır.Eğitim , kültür , yaşam tarzı sorunları bütün bu uyum sürecini zorlayan etkenlerdir.
Sığınılan ülkeler için ise mültecilerin topluma uyumlaştırılması toplumsal yapının sağlamlaştırılması için çok önemlidir.Kısa vadede kendi ülkelerine dönmeleri beklense de mültecilerin bir süre sonra o ülkeleye uzun süreli yerleştikleri görülmektedir .
Sağlık sistemine dahil edilerek salgın hastalıklar önleme, mültecilerin sağlık sorunlarının çözüme kavuşturulmasında, çocuk-genç nufusun eğitim sistemine dahil edilmesi bu sürecin en önemli gerekleridir.
Mülteciler için tüm bu süreç zor iken sığınılan ülke için de bu süreci yönetmek bir o kadar zorludur.
Mültecilerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere Türkiye’nin Uluslararası kuruluşlardan aldıkları maddi desteğe göz atıp konuyu maddi açıdan da değerlendirecek olursak şunları görüyoruz.
Türkiye ve Avrupa Birliği (AB), 18 Mart 2016’da imzalanan ‘Mülteci Mutabakatı’ anlaşması Avrupa Birliği ülkelerine kaçak yollarla varan göçmenlerin Türkiye’ye geri gönderilmesini ve bunun karşılığında da Türkiye’de yasal olarak kalan Suriyelilerin Avrupa’da mülteci olarak kabul edilmesini içermektedir.
Mülteci anlaşmasının karşılığında ise Türkiye’ye 6 milyar euroluk finansal yardım, Türkiye vatandaşlarına AB ülkeleri için vize kolaylığı ve Türkiye’nin AB’ye girme sürecinin hızlandırılması yer almaktadır.
AB, 6 milyar euroluk maddi yardımı iki aşamada vermeyi karara bağlayarak fonların ilk kısmı olan 3 milyar euroyu Türkiye’ye aktarmıştı.
Toplam 75 projeyi kapsayan t 3 milyar kontratlı fonun yer alan programda en önemli aktörlerden Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı (WFP), Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR), SGDD Asam, Türk Kızılayı gibi aktörleri görülmektedir. Ayrılan AB fonlarına göre, Türkiye’de durumu öncelik gerektiren kadın, çocuk sığınmacılara kişi başına aylık 30 euro veriliyor.
Uluslararası örgütlere nazaran, Türkiye’ye çok az fon verilmesiyse dikkatleri çeken bir diğer nokta. Göç Araştırmaları Vakfı(GAV)’na göre Türkiye en büyük Suriyeli mülteci nüfusuna ev sahipliği yapmasına rağmen verilen fonlar ihtiyaçları karşılamak için yetersizdir: “AB, Suriyelilerin nitelik eksikliklerini gidermek amacıyla yetişkinler için dil kursları ve mesleki programları finanse etse de bunlar yukarıda belirtilen rakamlar göz önünde bulundurulduğunda yetersiz kalıyor.”
Mülteci Destek Derneği (MUDEM) Türkiye’ye aktarılan 1.3 milyar euronun yaklaşık 550 milyon eurosu eğitime harcanmış olduğunu ancak GAV’a ise bunun yetersizliğini şu şekilde ifade etmektedir “Türkiye’de 3.5 milyon göçmenin yaklaşık %50’sini 0-18 yaş aralığındakiler oluşturuyor. Bu veriler Türkiye’nin dinamik bir genç nüfusla karşı karşıya olduğunu gösteriyor.” 300 binden fazla sığınmacı Türkiye’de eğitim hizmetinden faydalanabilmektedir.
Mültecilere sığınma hakkı vererek yaşama şansı tanınmış olsa bile eğitimden yoksun, sağlıktan yoksun, sokaklarda kaderine terk edilen mülteciler için ‘yaşam hakkı’ nefes almaktan ibaret midir?Yoksa sağlanan yardımlar yeterli midir?Ya toplumun kendisinin dengesi ne şekilde değişecektir?Yasal pek çok şeyin dışında tutulan sığınmacıların toplumla uzlaşısı nasıl sağlanacaktır? Peki ya toplum içinde adelet sağlanabilecek midir?Kayıt dışı olarak daha düşük ücretlerle çalışan, vergi düzenlemelerine tabi olmayan mültecilerin işgücü olarak toplumdaki dengeleri nasıl değiştirecektir?Peki iş bulamayan, eğitim almamış mültecilerin yasa dışı yollara sapmadan geçimleri nasıl sağlanacaktır?
Mesleksiz, eğitimsiz sığınmacı gençlerin çocukların ileride toplum içindeki yerleri ne olacaktır?
Sığınılan tüm ülkeler gözönüne alındığında ‘mülteci’ sorunu insanlık ‘sorunu’ olsa da maddi olarak sağlanacak 3-5 yardımla çözülebilecek kadar küçük birşey değildir.Planlanma yapılmadan bu konuda atılacak her adım ise her iki ülkenin de kaderini değiştirecektir.
Sığınılan ülkelerde mültecilere insan gibi yaşama hakkı tanımadan, kamplarda/sokaklarda kaderlerine terk etmek ‘mülteci’ sorununu çözmek değildir.Toplumdaki uzlaşmayı sağlamadıktan, mültecilere insanca yaşama hakkı tanımadıktan sonra yapılan yardımlar ‘kader mahkumiyet’inden öteye gitmeyecektir.
Vicdanlar sızlanarak sağlanan sığınma hakkı aslında kısa vadede fark edilmese de her iki toplumun da kaderini değiştirmektedir
Mülteci sorunu, sığınılan toplumların geleceği için ‘toplumun kaderi’, mültecilerin yaşam hakkı için ise ‘kader mahkumiyeti’dir.
İyi niyetle yaralar sarılmak istense de toplumsal planması yapılmadan yapılacaklar yara sarmak yerine her iki toplumu da ‘yaralamaktan öteye gitmeyecektir’.
Son söz; ‘Cehenneme giden yollar, iyiniyet taşlarıyla döşelidir.’