ARABESK
Beni tanıyanlar, yazılarımı okuyanlar Türkiye aşığı olduğumu bilir.Türk insanının iyiniyetine, saflığına, temiz yürekliliğine, çalışanlığına, kısıtlı imkanlarıyla mücadele etmesine hayranımdır.
Kısıtlı imkanlarla emeklilerin yaşam mücadelesine, iş hayatına yeni başlayan düşük maaşlı gençlerin azmine, Türk eğitimcilerin idealizmine, Türk sanatçılarının dünya çapında başarılı eserler vermesine….vb.Türk insanı ezelden beri dişleri tırnaklarıyla mücadele eder.Takdir görmemelerine ragmen yine de sessiz sedasız çok güzel işlere imza atarlar…
Türk sanatçılarının içinde en başarılı aktörlerimizden biri Şener Şen’dir.İzleyen herkesi kendine hayran bırakan dünya çapında şöhreti hakeden müthiş bir yetenektir. 26.12.1941 yılında Adana'da doğan Şener Şen, aktör Ali Şen'in oğludur. 1958'de Yeşil Sahne'de amatör olarak tiyatro oyunculuğuna başlamıştır.. 1964-1966 yılları arasında Doğu Anadolu'nun köylerinde ilkokul öğretmenliği yapmış,1966'da İstanbul Belediye Şehir Tiyatrosu’na girmiştir. 1980-1982 yılları arasında tiyatro çalışmalarını Almanya'da sürdürmüştüt. Uzun yıllar Kemal Sunal’lı, İlyas Salman’lı filmlerin ikinci adamıydı. İlk başrolünü ise Şalvar Davası adlı filmde 1983 yılında oynamıştır.Birbirinden nefis filmlere imza atmıştır.
Arabesk filmi de Şener Şen’in sevilen filmlerinden biridir.Müjde Ar’la başrolü paylaştığı Arabesk filminde Ağa kızı olan Müjde(Müjde Ar) ve fakir bir ailenin oğlu olan Şener(Şener Şen) çocukluktan beri birbirlerini sevmektedir. Fakat Müjde'nin babası sosyal sınıf farklılığından dolayı (klasik zengin kız-fakir oğlan klişesi) kızını Şener yerine Kaya adında biriyle evlendirmeye çalışır. Düğün gecesi evden kaçan Müjde'nin İstanbul'a gittikten sonra başına gelen türlü olaylarla film akıcı bir şekilde ilerler.
Türkiye Cumhuriyetinin ekonomik olarak çok ciddi ve sıkıntılı dönemleri sözkonusu olmuştur.Bu dönemlerde çok ciddi maddi kayıpların sözkonusu olduğu bilinen bir gerçektir.Günümüzde yaşanan ekonomik verilerin kötüleşmesi de bir çok ekonomist tarafından ‘kriz’ olarak nitelendirilmektedir.
Ekonomik kriz, en basit tanımıyla ekonomik verilerin kötüye gitmesi, belirsizliğin artması ve beklentilerin olumsuzlaşması olarak nitelenebilir.Günümüzde yaşanan ekonomik olumsuzlukları ‘kriz’ olarak niteleyen ekonomistler, bu dönemi en çok 2001de yaşanan ‘ekonomik kriz’ ile karşılaştırmaktadır.Tabi değerli ekonomistlerin yazılarının, sözlerinin üzerine söz söylemek Acemi Finansçının haddine düşmese de bir çok okurun isteği üzerine çok kısa bir karşılaştırma yapmak istedim.
Kısaca 2001 krizini hatırlayalım
1998 Rusya krizi nedeniyle Türkiye en önemli ihracat ortağını kaybetmiş ve cari gelirlerde ciddi düşüşler meydana gelmiştir. Ardından 1999 yılında iki büyük deprem yaşanmıştır. Bu depremler yalnızca can ve mal kaybına neden olmamış, Marmara gibi Türkiye’nin en önemli sanayi bölgesini kullanılamaz hale getirmiştir. Türkiye ekonomisini derinden etkileyen felaketler, 13 milyar dolarlık kayba neden olmuştur. 2000 yılında ise önce enflasyonu düşürme programı ile canlanma, sonrasında da likidite krizi ile çöküş yaşanmıştır. İşte tüm bu nedenlerle 2001 krizi olgunlaşmış ve 19 Şubat 2001 tarihli MGK toplantısında dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile dönemin Başbakanı Bülent Ecevit arasındaki tartışma krizin patlak vermesine sebep olmuştur.
Milenyum umutlarıyla gelen 2000 yılı ekonomik canlanmayla başlasa da bu durum ‘ölüm öncesi iyilik hali’ olarak tanımlanabilir. 1999 yılında yaşanan iki acı olay sonrasında ekonomi, % 6 oranında küçülmüştür. Enflasyon rakamları % 70’e ulaşmış, bütçe açıkları artmış ve hazine faizlerinin yıllık ortalama bileşik oranı % 106’ya yükselmiştir. Sonuçta IMF stand-by desteği ile üç yıllık bir program uygulamaya koyulmuştur.
Enflasyonu Düşürme Programı, para ve kur politikasından yapısal düzenlemelere kadar geniş bir alanı kapsamıştır. 2000 yılının umutla başlamasının nedeni de bu olmuştur. Tam da istendiği gibi ülkeye sermaye girişleri çoğalmıştır. Ama enflasyonu düşürme konusunda beklenen hız sağlanamamıştır.
2000 yılının başında meyvelerini veren program, sonrasında büyük bir krizi getirmiştir. Reel kur değerlenme eğilimi gösterirken, hızla artan ithalat sonucu dış açık ciddi boyutlara gelmiştir. Bu durum ise bankaların likidite talebini arttırmıştır. Çünkü bankaların aktiflerinin önemli kısmı, Hazine kağıtlarından oluşmaktadır. Tarihler 2000 yılı Kasım ayını gösterdiğinde, likidite sıkışıklığı maksimum seviyeye ulaşmış ve Türkiye yeni bir krizle tanışmıştır; “Likidite Krizi!”
Kasım ayında patlayan Likidite Krizi nedeniyle Ekim ayında % 39 oranındaki gecelik faiz, Kasım ayında % 95’e fırlamıştır. Aralık ayında ise % 183’e çıkarak, büyük bir yıkımın en güçlü ayak seslerinden biri duyulmuştur.
2001 krizi dönemindeki veriler şunlardır: 2001 krizi öncesinde Bütçe açığı nedeniyle kamunun borçlanma ihtiyacı yüksekti.O nednele de faizler son derece yüksek seviyelere çıkmıştı. Kamu borç stokunun GSYH’ye oranı da yüzde 52’den yüzde 76’ya fırlamıştır. USD/TL kuru neredeyse 2 kat artmış, bunun sonucu olarak ihracat artarken ithalat düşmüş ve cari denge kriz yılında fazla vermiştir.
Türkiye, kriz sonrasında, IMF desteğinde, Güçlü Ekonomiye Geçiş Programını uygulamaya sokmuştur. Ertesi yıl ekonomide toparlanma başlamıştır. Bu toparlanmayı tabloda 2002 yılı verilerinden görülebilir.
2018 yılı
Günümüzdeki duruma baktığımızda ise mevcut ekonomik verileri son yıllara bakarak yorumlamak doğru olacaktır.
2010-2018 yıllar arasında GSYH [(849,5 – 772,3) / 772,3 x 100] yüzde 10 artmış kişi başına gelirin artışı ise [(10.512 – 10.476) / 10.476 x 100] yüzde 0,3 gibi çok düşük bir düzeyde kalmıştır.
2010 yılından itibaren dönem boyunca yüzde 6,9’luk bir büyüme ile potansiyel büyümeyi oldukça aşılmış olarak görünmektedir.Enflasyon ortalamasını yüzde 8,5’a indirmiş olsa da son yılın enflasyonu yüzde 12’ye gibi yüksek bir düzeye ulaşmıştır.Bütçe dengesinde önemli bir düşüş sağlanırken cari denge bozulmaya devam etmiştir.
İlgili dönemin en önemli sorunu artan cari açıkla sağlanan yüksek oranlı büyümeye karşın GSYH’nin, kişi başına gelirin gerilemesi ve işsizliğin düşürülememesidir.
Gelinen noktada ise özel sektörün borç yükü ve borçlanma ihtiyacı fazladır. 2001deki kompozisyandan farklı bir tablo ile mevcuttur.
Türkiye ekonomisinin güncel kriz dinamiği, döviz-faiz kıskacıdır. Bu açmaz ise finansal istikrar ile fiyat istikrarı arasındaki gerilim olarak da adlandırılmaktadır Nominal faizlerin düşüş eğiliminde olmasına rağmen TL’nin değerli kalabildiği 2002-2013 arası küresel konjonktürün sona eriyor olması. 2013 sonrasında Türkiye ekonomisi üç kere stagflasyonist bir krizin eşiğine gelmiş bu sürecin nedeni olarak gösterilebilir.
2014, 2017 ve 2018’de üç defa yüklü miktarda faiz artışı yapılması ile sonuçlanmıştır Bunun nedeni, faiz artışının gecikmesi ile ülkenin döviz krizinin eşiğine gelmesidir Bir döviz krizinin somut mekanizması ise özel sektörün döviz borcunu çevirmede karşılaştığı sorunlar ve bunun bankacılık sistemine yansıması şeklinde işlemektedir.
2001 yılındaki kamunun borçlanma gereğinde olduğu gibi şu anda özel sektördeki ciddi borç yükü ve borçlanma gereği mevcuttur.
Son dönemde yaşanan TL’nin değersizleşmesi, enflasyon artışı gibi ekonomik veriler farklı kesimler tarafından farklı şekilde yorumlanmakta ve farklı şekilde nitelenmektedir.Siyasi yorumcuların bazılar yaşanan sürecin kriz olmadığını ‘psikolojik’ olduğunu belirtmekte, bir kısım ekonomist ise ‘kriz olmadığını geçici bir süreç’ yaşandığını ifade etmektedir.Kriz nedir nerededir şeklindeki sorulara bu yazıda cevap aramaya çalıştık.
Arabesk filmi arabesk dönemini de eleştirmek için absürt komedi tarzında çekilmiştir.Filmin unutulmaz repliği ve sahnesi ise Müjde Ar’ın düğününden gelinlikle kaçıp İstanbul’a gitmeye çalıştığı sahnedir.Müjde Ar bir kahvehane’ye girip ‘İstanbul nerededir ağalar?’ diye sorduğunda kahvedeki erkekler hep bir ağızdan ‘gösterelim anam’ şeklinde cevap vermişlerdir.
‘Kriz nerededir ağalar?’ diye soran yorumculara ise borçlanma ihtiyacı olan şirketler ile enflasyonist etkiler nedeniyle alım gücü düşen hane halkı ‘gösterelim ağam’ şeklinde cevap vermektedirler.
Beni tanıyanlar, yazılarımı okuyanlar Türkiye aşığı olduğumu bilir.Türk insanının iyiniyetine, saflığına, temiz yürekliliğine, çalışanlığına, kısıtlı imkanlarıyla mücadele etmesine hayranımdır.
Kısıtlı imkanlarla emeklilerin yaşam mücadelesine, iş hayatına yeni başlayan düşük maaşlı gençlerin azmine, Türk eğitimcilerin idealizmine, Türk sanatçılarının dünya çapında başarılı eserler vermesine….vb.Türk insanı ezelden beri dişleri tırnaklarıyla mücadele eder.Takdir görmemelerine ragmen yine de sessiz sedasız çok güzel işlere imza atarlar…
Türk sanatçılarının içinde en başarılı aktörlerimizden biri Şener Şen’dir.İzleyen herkesi kendine hayran bırakan dünya çapında şöhreti hakeden müthiş bir yetenektir. 26.12.1941 yılında Adana'da doğan Şener Şen, aktör Ali Şen'in oğludur. 1958'de Yeşil Sahne'de amatör olarak tiyatro oyunculuğuna başlamıştır.. 1964-1966 yılları arasında Doğu Anadolu'nun köylerinde ilkokul öğretmenliği yapmış,1966'da İstanbul Belediye Şehir Tiyatrosu’na girmiştir. 1980-1982 yılları arasında tiyatro çalışmalarını Almanya'da sürdürmüştüt. Uzun yıllar Kemal Sunal’lı, İlyas Salman’lı filmlerin ikinci adamıydı. İlk başrolünü ise Şalvar Davası adlı filmde 1983 yılında oynamıştır.Birbirinden nefis filmlere imza atmıştır.
Arabesk filmi de Şener Şen’in sevilen filmlerinden biridir.Müjde Ar’la başrolü paylaştığı Arabesk filminde Ağa kızı olan Müjde(Müjde Ar) ve fakir bir ailenin oğlu olan Şener(Şener Şen) çocukluktan beri birbirlerini sevmektedir. Fakat Müjde'nin babası sosyal sınıf farklılığından dolayı (klasik zengin kız-fakir oğlan klişesi) kızını Şener yerine Kaya adında biriyle evlendirmeye çalışır. Düğün gecesi evden kaçan Müjde'nin İstanbul'a gittikten sonra başına gelen türlü olaylarla film akıcı bir şekilde ilerler.
Türkiye Cumhuriyetinin ekonomik olarak çok ciddi ve sıkıntılı dönemleri sözkonusu olmuştur.Bu dönemlerde çok ciddi maddi kayıpların sözkonusu olduğu bilinen bir gerçektir.Günümüzde yaşanan ekonomik verilerin kötüleşmesi de bir çok ekonomist tarafından ‘kriz’ olarak nitelendirilmektedir.
Ekonomik kriz, en basit tanımıyla ekonomik verilerin kötüye gitmesi, belirsizliğin artması ve beklentilerin olumsuzlaşması olarak nitelenebilir.Günümüzde yaşanan ekonomik olumsuzlukları ‘kriz’ olarak niteleyen ekonomistler, bu dönemi en çok 2001de yaşanan ‘ekonomik kriz’ ile karşılaştırmaktadır.Tabi değerli ekonomistlerin yazılarının, sözlerinin üzerine söz söylemek Acemi Finansçının haddine düşmese de bir çok okurun isteği üzerine çok kısa bir karşılaştırma yapmak istedim.
Kısaca 2001 krizini hatırlayalım
1998 Rusya krizi nedeniyle Türkiye en önemli ihracat ortağını kaybetmiş ve cari gelirlerde ciddi düşüşler meydana gelmiştir. Ardından 1999 yılında iki büyük deprem yaşanmıştır. Bu depremler yalnızca can ve mal kaybına neden olmamış, Marmara gibi Türkiye’nin en önemli sanayi bölgesini kullanılamaz hale getirmiştir. Türkiye ekonomisini derinden etkileyen felaketler, 13 milyar dolarlık kayba neden olmuştur. 2000 yılında ise önce enflasyonu düşürme programı ile canlanma, sonrasında da likidite krizi ile çöküş yaşanmıştır. İşte tüm bu nedenlerle 2001 krizi olgunlaşmış ve 19 Şubat 2001 tarihli MGK toplantısında dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile dönemin Başbakanı Bülent Ecevit arasındaki tartışma krizin patlak vermesine sebep olmuştur.
Milenyum umutlarıyla gelen 2000 yılı ekonomik canlanmayla başlasa da bu durum ‘ölüm öncesi iyilik hali’ olarak tanımlanabilir. 1999 yılında yaşanan iki acı olay sonrasında ekonomi, % 6 oranında küçülmüştür. Enflasyon rakamları % 70’e ulaşmış, bütçe açıkları artmış ve hazine faizlerinin yıllık ortalama bileşik oranı % 106’ya yükselmiştir. Sonuçta IMF stand-by desteği ile üç yıllık bir program uygulamaya koyulmuştur.
Enflasyonu Düşürme Programı, para ve kur politikasından yapısal düzenlemelere kadar geniş bir alanı kapsamıştır. 2000 yılının umutla başlamasının nedeni de bu olmuştur. Tam da istendiği gibi ülkeye sermaye girişleri çoğalmıştır. Ama enflasyonu düşürme konusunda beklenen hız sağlanamamıştır.
2000 yılının başında meyvelerini veren program, sonrasında büyük bir krizi getirmiştir. Reel kur değerlenme eğilimi gösterirken, hızla artan ithalat sonucu dış açık ciddi boyutlara gelmiştir. Bu durum ise bankaların likidite talebini arttırmıştır. Çünkü bankaların aktiflerinin önemli kısmı, Hazine kağıtlarından oluşmaktadır. Tarihler 2000 yılı Kasım ayını gösterdiğinde, likidite sıkışıklığı maksimum seviyeye ulaşmış ve Türkiye yeni bir krizle tanışmıştır; “Likidite Krizi!”
Kasım ayında patlayan Likidite Krizi nedeniyle Ekim ayında % 39 oranındaki gecelik faiz, Kasım ayında % 95’e fırlamıştır. Aralık ayında ise % 183’e çıkarak, büyük bir yıkımın en güçlü ayak seslerinden biri duyulmuştur.
2001 krizi dönemindeki veriler şunlardır: 2001 krizi öncesinde Bütçe açığı nedeniyle kamunun borçlanma ihtiyacı yüksekti.O nednele de faizler son derece yüksek seviyelere çıkmıştı. Kamu borç stokunun GSYH’ye oranı da yüzde 52’den yüzde 76’ya fırlamıştır. USD/TL kuru neredeyse 2 kat artmış, bunun sonucu olarak ihracat artarken ithalat düşmüş ve cari denge kriz yılında fazla vermiştir.
Türkiye, kriz sonrasında, IMF desteğinde, Güçlü Ekonomiye Geçiş Programını uygulamaya sokmuştur. Ertesi yıl ekonomide toparlanma başlamıştır. Bu toparlanmayı tabloda 2002 yılı verilerinden görülebilir.
2018 yılı
Günümüzdeki duruma baktığımızda ise mevcut ekonomik verileri son yıllara bakarak yorumlamak doğru olacaktır.
2010-2018 yıllar arasında GSYH [(849,5 – 772,3) / 772,3 x 100] yüzde 10 artmış kişi başına gelirin artışı ise [(10.512 – 10.476) / 10.476 x 100] yüzde 0,3 gibi çok düşük bir düzeyde kalmıştır.
2010 yılından itibaren dönem boyunca yüzde 6,9’luk bir büyüme ile potansiyel büyümeyi oldukça aşılmış olarak görünmektedir.Enflasyon ortalamasını yüzde 8,5’a indirmiş olsa da son yılın enflasyonu yüzde 12’ye gibi yüksek bir düzeye ulaşmıştır.Bütçe dengesinde önemli bir düşüş sağlanırken cari denge bozulmaya devam etmiştir.
İlgili dönemin en önemli sorunu artan cari açıkla sağlanan yüksek oranlı büyümeye karşın GSYH’nin, kişi başına gelirin gerilemesi ve işsizliğin düşürülememesidir.
Gelinen noktada ise özel sektörün borç yükü ve borçlanma ihtiyacı fazladır. 2001deki kompozisyandan farklı bir tablo ile mevcuttur.
Türkiye ekonomisinin güncel kriz dinamiği, döviz-faiz kıskacıdır. Bu açmaz ise finansal istikrar ile fiyat istikrarı arasındaki gerilim olarak da adlandırılmaktadır Nominal faizlerin düşüş eğiliminde olmasına rağmen TL’nin değerli kalabildiği 2002-2013 arası küresel konjonktürün sona eriyor olması. 2013 sonrasında Türkiye ekonomisi üç kere stagflasyonist bir krizin eşiğine gelmiş bu sürecin nedeni olarak gösterilebilir.
2014, 2017 ve 2018’de üç defa yüklü miktarda faiz artışı yapılması ile sonuçlanmıştır Bunun nedeni, faiz artışının gecikmesi ile ülkenin döviz krizinin eşiğine gelmesidir Bir döviz krizinin somut mekanizması ise özel sektörün döviz borcunu çevirmede karşılaştığı sorunlar ve bunun bankacılık sistemine yansıması şeklinde işlemektedir.
2001 yılındaki kamunun borçlanma gereğinde olduğu gibi şu anda özel sektördeki ciddi borç yükü ve borçlanma gereği mevcuttur.
Son dönemde yaşanan TL’nin değersizleşmesi, enflasyon artışı gibi ekonomik veriler farklı kesimler tarafından farklı şekilde yorumlanmakta ve farklı şekilde nitelenmektedir.Siyasi yorumcuların bazılar yaşanan sürecin kriz olmadığını ‘psikolojik’ olduğunu belirtmekte, bir kısım ekonomist ise ‘kriz olmadığını geçici bir süreç’ yaşandığını ifade etmektedir.Kriz nedir nerededir şeklindeki sorulara bu yazıda cevap aramaya çalıştık.
Arabesk filmi arabesk dönemini de eleştirmek için absürt komedi tarzında çekilmiştir.Filmin unutulmaz repliği ve sahnesi ise Müjde Ar’ın düğününden gelinlikle kaçıp İstanbul’a gitmeye çalıştığı sahnedir.Müjde Ar bir kahvehane’ye girip ‘İstanbul nerededir ağalar?’ diye sorduğunda kahvedeki erkekler hep bir ağızdan ‘gösterelim anam’ şeklinde cevap vermişlerdir.
‘Kriz nerededir ağalar?’ diye soran yorumculara ise borçlanma ihtiyacı olan şirketler ile enflasyonist etkiler nedeniyle alım gücü düşen hane halkı ‘gösterelim ağam’ şeklinde cevap vermektedirler.