SEÇİMLERE DOĞRU YEREL YÖNETİMLERDEN BEKLENTİLER
Toplumsal sorun alanlarını sosyal sorumluluk anlayışı ile ele almayı görev saydığımdan, bu yazımda; yakın geçmişte “Yerel Yönetim Anlayışında Yeni Yaklaşımlar” konulu yerel ve kamu yöneticileriyle sivil toplum temsilcilerinin, akademisyen ve uzmanların bir arada tartıştığı iki ayrı sempozyum düzenlemiş biri olarak, seçimlere doğru yerel yönetimlerden beklentilere değinmek istiyorum.
2010 yılından günümüze yerel yönetim anlayışında özellikle mevzuat ve uygulama boyutları ile önemli değişimler yaşandı.
Kentsel dönüşüm mevzuatı, Ülkemizde bugün yaşamakta olduğumuz “Büyükşehir modeli, Başkanlık Sistemi” yakın sürecin en önemli uygulamaları oldu. Her birinin birtakım olumlu ya da olumsuz somut sonuçlarını görüyoruz. Özellikle kentsel dönüşüm alanında kentlerimiz adeta yeniden yapılanıyor, adeta yeniden örgütleniyor. İstanbul’un üzerine bir İstanbul koyacak kadar da yapılanmalar meydana geliyor. Ekonomik alanda yaşanan darboğazla birlikte, İnşaat sektöründe fazlasıyla yaşanan krize rağmen 3. Havalimanı, 3. Köprü ve de Kanal İstanbul gibi mega projeler bağlamında, kentin Özellikle kuzeye, Karadeniz sahiline kadar yapılanması konuşuluyor.
Ancak, ne yazık ki konuşulanlar bir plan ekseninde gitmiyor. Ülkemizde, Dünya’nın hiçbir bölesinde görülmeyen bir hızla, 40 yılda kent nüfusu üç kat arttı. Kentte yaşayanların oranı %75’lere çok hızlı bir şekilde geldi. Sosyolojik olarak 500 yılda kazanılması gereken kentleşme süreci beraberinde gettolaşmayı getirdi. Dolayısıyla, gelişmiş ülkelerdeki gibi kültürel birikim ve gelişme fırsatı olamadı. Depremi araçsallaştırarak kentlerimizi yeniden yapılandırıyoruz.
Eski gecekondulaşmanın yerine yenisini, biraz daha modern araçlarla koyuyoruz. Kentin ulaşımını, sosyokültürel yapısını düşünmeden düzenliyoruz. İdari yapısını düşünmüyoruz. Yerel yöneticilerimiz; sanki kaynakları doğru ve etkin kullanarak, yönettikleri kentin sorunlarını çözmüşler de, popülist yaklaşımlar sergilemekte, doğdukları yörelere de yatırım yapıyorlar. Göçten dolayı boşaltılmış bu alanlara yeniden yol yaparak, yeniden köyleri ihdas mı edeceğiz? Tekrar buralara göç mü götüreceğiz? Şehirlerde kısa sürede de olsa kazandığımız değerlerin oturmasına fırsat vermeden, gelecek kuşaklara ne aktaracağız? Merak ediyorum, acaba bunlar bizim toplumsal varlıklarımıza, değerlerimize ne tür bir katkı sağlayacak?
Modern bir kentte, yerel yönetimlerdeki kaynak gerektiren en hayati ve öncelikli sorun alanları; kentsel dönüşüm, katılımcılık, sosyal belediyecilik, alt yapı-ulaşım ile kent estetiğidir. Bu yazımda bu konulara ait görüşlerimi sizlerle genel hatlarıyla paylaşıyorum.
Gelecek yazılarımla da; her bir konuyu detaylarıyla ifade ederek, hem siz okuyuculara, hem de yerel yönetimlerde iktidar olmak isteyen parti ve adaylarımıza bir ölçüde de olsa katkıda bulunmak üzere ilkesel yaklaşımlarımı sunacağım.
Kentsel dönüşümde maalesef gittikçe sistemsiz ve netameli bir yol izleniyor. Çözülmek istenen nedir? Kentsel dönüşüm yalnızca depremle mi ilgili? Kentler zaten kontrolsüz, plansız büyüme nedeniyle sorun yumağı değil mi? Buralarda düzenleme,
mutlaka mülkiyet sorunlarını da dikkatte alan planla olmak zorundadır. Türkiye genelinde; rant ekseninden uzak yeni bir modelle, mülkiyet dokusu sağlam, imara aykırılığı olmayan, depreme dayanıklı, kent kimliğini de ifade edecek olan yeni bir yapı modeli oluşturmak zorundayız.
Temel konularımızdan bir diğeri, belki de en önemlisi olan “Ulaştırma”, bütünlük içinde hizmet sunan ve bu bütünlük anlayışıyla yönetilmesi gereken, karayolu, demiryolu, denizyolu ve diğer türlerden oluşan, çok disiplinli, çok taraflı, çok sorunlu yapısı ile karmaşık bir sistemdir. Bu sistemi yöneten bir değil, bir çok kamu kurumu var. İstanbul’da, ulaştırma ile ilgili, 20’yi aşkın kurum bulunmaktadır. Son dönemlerin belki en çarpıcı konusu; “Ulaştırmanın yetkilisi, sorumlusu kimdir?”, sorusunun yanıtının artık netleşmiş olmasıdır. Artık bu konunun asıl yetkilisinin ve sorumlusunun yerel yönetimler olduğu noktasında tartışılacak yanı kalmamıştır. Ulaştırma ile ilgili temel konulardan bir tanesi de, yeni bir keşif değil, bu işin mutlaka bir bütünlük içinde planlara dayalı olarak yürütülmesi ilkesidir. Kentliyi hesaba katmadan, kentliyle bütünleşmeden ve onun katılımını sağamadan yapılacak bir planlama ile ulaşım sorununun çözümü mümkün değildir.
Yerel yönetimler açısından değerli bulduğum bir diğer konu: katılımcılıktır. 1972 yılında toplanan Stockholm Çevre Konferansında; çevre kirleniyorsa devlet, kamu kurumları görevlerini yapmalıdır ilkesi getirilmiştir. 1992’de Rio Toplantısı bize yeni bir bakış açısı getirdi. Artık sorunların çözümünde devletin dışında toplumun içinden oluşturulmuş sivil toplum örgütleri de yer almalıdır anlayışı egemen oldu. Kent meclisleri öncelikle Gündem 21 adıyla uluslararası bir proje ortaya çıktı, Ulusal gündem 21 projelerinin ardından yerel gündem 21 projeleri bizim gündemimize kent meclislerini getirdi. Toplumsal katkının önü böylece açılmış oldu. Kent meclislerinin temel yapısında bir şey üretmek isteyen bireylere bu olanağı sağlamak yatmaktadır. Kimi finansal sıkıntıları olabilir ancak olay yaşanmış ve deneyim birikimi sağlanmıştır. Kamu kuruluşlarımız kent meclislerinden yararlanarak bu birikimi kullanabilirler. Ancak kişilerin siyasal güçlere egemen olma savaşı vardır. Burada iş ekseninden kopabilir. Doğabilecek sorunlar kent meclisleri demokratik örgütlenmesi içinde çözülebilir. Buna göre yerel yönetimlerde yasal ve hukuksal yapının devlet ve büyükşehir yapılanmasının dışında; halkın sesini yansıtabileceği, belediye başkanının halkın sesini kolayca duyabileceği ve onların enerjisinden yararlanabileceği bir oluşuma gidilebilir. Bu oluşumlar zaman ve demokratik deneyimle geliştirilebilir. Bir yörede yaşayan insanımızın, tümünün hizmet kalitesi ve beklentiler yönünden söyleyeceği sözü vardır. Bu sözünü söyleyebileceği ortamları kendilerine verebilmek yararlıdır.
Sosyal belediyecilik kavramı, öne çıkan bir diğer güncel yaklaşımdır. Aslında sosyal belediyecilikte vatandaşa dokunan, anlayan, taleplerini, şikayetlerini alabilen, onlara hizmet sunabilen bir belediyecilik anlayışı gerekiyor. Belediye yönetimlerinin sunduğu yerel yönetim hizmet ve faaliyetlerinde bilgi teknolojilerini kullanmayı ve hizmetleri dijital platforma taşımayı etkileşimli bir pozisyona geçmeyi ifade eden bu kavram; vatandaşı, işletmeyi ve diğer kurumlara sunulacak olan hizmetleri, hızlı ve etkin bir
şekilde ve şeffaflıkla; hatta bazı hizmetlerde vatandaş katılımcılığına açık olarak sunabilecek hale getiriyor. Sosyal belediyecilik anlayışı; yurttaşların isteklerini yerel yönetimlere aktarabilmeleri, ırk, dil, din, cinsiyet ayrımı yapmadan en hızlı hizmeti almaları, çözüm sürecinde halkın yanında ve açıklayıcı olabilen bir belediye yaklaşımını, vatandaşın talebi olmasa da ona ulaşıp ihtiyaç durumunu tespit etmeyi, engelli yaşam ve hayata destek olup yaşananların bir parçası olması anlamındadır. . Üstelik, hizmet belediyelerin görevi. Bu iş oy ya da karşılık beklemeksizin gerçekleşmelidir. Belediyeler sadece sorun çözmek için değil, sorunların çıkışını engellemek için de hareket etmelidirler.
Mekansal dönüşümlerin kent estetiğine etkileri de dikkat edilmesi gereken bir yerel yönetim konusudur. Estetik dediğiniz zaman insanoğlunun aklının ermeye başladığından estetik adına gördüğü dağ, deniz, güneş, ay, gök, yıldızlar. İşte estetik budur. Onun dışında insana yapısı estetiği tartışmaya başladığınız zaman değişik kültürlerin etkisi altında bunları mütalaa edersiniz. Ama estetik sözcüğünün nerden çıktığına bakarsak, kimlerin çıkardığına bakarsak, estetiğin kendisine göre çağlar boyunca gelişen bir kurallar zinciri ve anlayışı vardır. Bunların uygulanış biçimi tabi ki gelişen düşünsel anlayışlara göre farklılıklar gösteriyor. Doğaldır ki, estetiğin esasında bir politik yanı vardır. Çarpık kentleşme, gecekondulaşma ve onların halledilmesi gereken konular olarak ortaya çıktığı süreçte; estetik ve soylulaştırma mutlaka öne çıkarılması gereken unsurlardır. Her bir kentin kendine özgü bir kimliği ve bunu ifade eden estetik anlayışının oluşturulması da gerekmektedir. Nasıl ki Selçuklular yada Osmanlılar; kendi kimliklerinin ve zamanının estetiğini yansıtan eserleri yapmışsa, Cumhuriyet de yöneticileri aracılığıyla, bin yıl sonra da yaşayacak kimlikli, estetik, kalıcı eserlerini üretmek durumundadır.
Sonuç olarak, yaklaşan seçimlerde, bu vizyona, bu birikime sahip partilerimiz ile adaylarını görmek ve tercihimizi de ona göre yapmak haklı beklentimiz olmalıdır.
Toplumsal sorun alanlarını sosyal sorumluluk anlayışı ile ele almayı görev saydığımdan, bu yazımda; yakın geçmişte “Yerel Yönetim Anlayışında Yeni Yaklaşımlar” konulu yerel ve kamu yöneticileriyle sivil toplum temsilcilerinin, akademisyen ve uzmanların bir arada tartıştığı iki ayrı sempozyum düzenlemiş biri olarak, seçimlere doğru yerel yönetimlerden beklentilere değinmek istiyorum.
2010 yılından günümüze yerel yönetim anlayışında özellikle mevzuat ve uygulama boyutları ile önemli değişimler yaşandı.
Kentsel dönüşüm mevzuatı, Ülkemizde bugün yaşamakta olduğumuz “Büyükşehir modeli, Başkanlık Sistemi” yakın sürecin en önemli uygulamaları oldu. Her birinin birtakım olumlu ya da olumsuz somut sonuçlarını görüyoruz. Özellikle kentsel dönüşüm alanında kentlerimiz adeta yeniden yapılanıyor, adeta yeniden örgütleniyor. İstanbul’un üzerine bir İstanbul koyacak kadar da yapılanmalar meydana geliyor. Ekonomik alanda yaşanan darboğazla birlikte, İnşaat sektöründe fazlasıyla yaşanan krize rağmen 3. Havalimanı, 3. Köprü ve de Kanal İstanbul gibi mega projeler bağlamında, kentin Özellikle kuzeye, Karadeniz sahiline kadar yapılanması konuşuluyor.
Ancak, ne yazık ki konuşulanlar bir plan ekseninde gitmiyor. Ülkemizde, Dünya’nın hiçbir bölesinde görülmeyen bir hızla, 40 yılda kent nüfusu üç kat arttı. Kentte yaşayanların oranı %75’lere çok hızlı bir şekilde geldi. Sosyolojik olarak 500 yılda kazanılması gereken kentleşme süreci beraberinde gettolaşmayı getirdi. Dolayısıyla, gelişmiş ülkelerdeki gibi kültürel birikim ve gelişme fırsatı olamadı. Depremi araçsallaştırarak kentlerimizi yeniden yapılandırıyoruz.
Eski gecekondulaşmanın yerine yenisini, biraz daha modern araçlarla koyuyoruz. Kentin ulaşımını, sosyokültürel yapısını düşünmeden düzenliyoruz. İdari yapısını düşünmüyoruz. Yerel yöneticilerimiz; sanki kaynakları doğru ve etkin kullanarak, yönettikleri kentin sorunlarını çözmüşler de, popülist yaklaşımlar sergilemekte, doğdukları yörelere de yatırım yapıyorlar. Göçten dolayı boşaltılmış bu alanlara yeniden yol yaparak, yeniden köyleri ihdas mı edeceğiz? Tekrar buralara göç mü götüreceğiz? Şehirlerde kısa sürede de olsa kazandığımız değerlerin oturmasına fırsat vermeden, gelecek kuşaklara ne aktaracağız? Merak ediyorum, acaba bunlar bizim toplumsal varlıklarımıza, değerlerimize ne tür bir katkı sağlayacak?
Modern bir kentte, yerel yönetimlerdeki kaynak gerektiren en hayati ve öncelikli sorun alanları; kentsel dönüşüm, katılımcılık, sosyal belediyecilik, alt yapı-ulaşım ile kent estetiğidir. Bu yazımda bu konulara ait görüşlerimi sizlerle genel hatlarıyla paylaşıyorum.
Gelecek yazılarımla da; her bir konuyu detaylarıyla ifade ederek, hem siz okuyuculara, hem de yerel yönetimlerde iktidar olmak isteyen parti ve adaylarımıza bir ölçüde de olsa katkıda bulunmak üzere ilkesel yaklaşımlarımı sunacağım.
Kentsel dönüşümde maalesef gittikçe sistemsiz ve netameli bir yol izleniyor. Çözülmek istenen nedir? Kentsel dönüşüm yalnızca depremle mi ilgili? Kentler zaten kontrolsüz, plansız büyüme nedeniyle sorun yumağı değil mi? Buralarda düzenleme,
mutlaka mülkiyet sorunlarını da dikkatte alan planla olmak zorundadır. Türkiye genelinde; rant ekseninden uzak yeni bir modelle, mülkiyet dokusu sağlam, imara aykırılığı olmayan, depreme dayanıklı, kent kimliğini de ifade edecek olan yeni bir yapı modeli oluşturmak zorundayız.
Temel konularımızdan bir diğeri, belki de en önemlisi olan “Ulaştırma”, bütünlük içinde hizmet sunan ve bu bütünlük anlayışıyla yönetilmesi gereken, karayolu, demiryolu, denizyolu ve diğer türlerden oluşan, çok disiplinli, çok taraflı, çok sorunlu yapısı ile karmaşık bir sistemdir. Bu sistemi yöneten bir değil, bir çok kamu kurumu var. İstanbul’da, ulaştırma ile ilgili, 20’yi aşkın kurum bulunmaktadır. Son dönemlerin belki en çarpıcı konusu; “Ulaştırmanın yetkilisi, sorumlusu kimdir?”, sorusunun yanıtının artık netleşmiş olmasıdır. Artık bu konunun asıl yetkilisinin ve sorumlusunun yerel yönetimler olduğu noktasında tartışılacak yanı kalmamıştır. Ulaştırma ile ilgili temel konulardan bir tanesi de, yeni bir keşif değil, bu işin mutlaka bir bütünlük içinde planlara dayalı olarak yürütülmesi ilkesidir. Kentliyi hesaba katmadan, kentliyle bütünleşmeden ve onun katılımını sağamadan yapılacak bir planlama ile ulaşım sorununun çözümü mümkün değildir.
Yerel yönetimler açısından değerli bulduğum bir diğer konu: katılımcılıktır. 1972 yılında toplanan Stockholm Çevre Konferansında; çevre kirleniyorsa devlet, kamu kurumları görevlerini yapmalıdır ilkesi getirilmiştir. 1992’de Rio Toplantısı bize yeni bir bakış açısı getirdi. Artık sorunların çözümünde devletin dışında toplumun içinden oluşturulmuş sivil toplum örgütleri de yer almalıdır anlayışı egemen oldu. Kent meclisleri öncelikle Gündem 21 adıyla uluslararası bir proje ortaya çıktı, Ulusal gündem 21 projelerinin ardından yerel gündem 21 projeleri bizim gündemimize kent meclislerini getirdi. Toplumsal katkının önü böylece açılmış oldu. Kent meclislerinin temel yapısında bir şey üretmek isteyen bireylere bu olanağı sağlamak yatmaktadır. Kimi finansal sıkıntıları olabilir ancak olay yaşanmış ve deneyim birikimi sağlanmıştır. Kamu kuruluşlarımız kent meclislerinden yararlanarak bu birikimi kullanabilirler. Ancak kişilerin siyasal güçlere egemen olma savaşı vardır. Burada iş ekseninden kopabilir. Doğabilecek sorunlar kent meclisleri demokratik örgütlenmesi içinde çözülebilir. Buna göre yerel yönetimlerde yasal ve hukuksal yapının devlet ve büyükşehir yapılanmasının dışında; halkın sesini yansıtabileceği, belediye başkanının halkın sesini kolayca duyabileceği ve onların enerjisinden yararlanabileceği bir oluşuma gidilebilir. Bu oluşumlar zaman ve demokratik deneyimle geliştirilebilir. Bir yörede yaşayan insanımızın, tümünün hizmet kalitesi ve beklentiler yönünden söyleyeceği sözü vardır. Bu sözünü söyleyebileceği ortamları kendilerine verebilmek yararlıdır.
Sosyal belediyecilik kavramı, öne çıkan bir diğer güncel yaklaşımdır. Aslında sosyal belediyecilikte vatandaşa dokunan, anlayan, taleplerini, şikayetlerini alabilen, onlara hizmet sunabilen bir belediyecilik anlayışı gerekiyor. Belediye yönetimlerinin sunduğu yerel yönetim hizmet ve faaliyetlerinde bilgi teknolojilerini kullanmayı ve hizmetleri dijital platforma taşımayı etkileşimli bir pozisyona geçmeyi ifade eden bu kavram; vatandaşı, işletmeyi ve diğer kurumlara sunulacak olan hizmetleri, hızlı ve etkin bir
şekilde ve şeffaflıkla; hatta bazı hizmetlerde vatandaş katılımcılığına açık olarak sunabilecek hale getiriyor. Sosyal belediyecilik anlayışı; yurttaşların isteklerini yerel yönetimlere aktarabilmeleri, ırk, dil, din, cinsiyet ayrımı yapmadan en hızlı hizmeti almaları, çözüm sürecinde halkın yanında ve açıklayıcı olabilen bir belediye yaklaşımını, vatandaşın talebi olmasa da ona ulaşıp ihtiyaç durumunu tespit etmeyi, engelli yaşam ve hayata destek olup yaşananların bir parçası olması anlamındadır. . Üstelik, hizmet belediyelerin görevi. Bu iş oy ya da karşılık beklemeksizin gerçekleşmelidir. Belediyeler sadece sorun çözmek için değil, sorunların çıkışını engellemek için de hareket etmelidirler.
Mekansal dönüşümlerin kent estetiğine etkileri de dikkat edilmesi gereken bir yerel yönetim konusudur. Estetik dediğiniz zaman insanoğlunun aklının ermeye başladığından estetik adına gördüğü dağ, deniz, güneş, ay, gök, yıldızlar. İşte estetik budur. Onun dışında insana yapısı estetiği tartışmaya başladığınız zaman değişik kültürlerin etkisi altında bunları mütalaa edersiniz. Ama estetik sözcüğünün nerden çıktığına bakarsak, kimlerin çıkardığına bakarsak, estetiğin kendisine göre çağlar boyunca gelişen bir kurallar zinciri ve anlayışı vardır. Bunların uygulanış biçimi tabi ki gelişen düşünsel anlayışlara göre farklılıklar gösteriyor. Doğaldır ki, estetiğin esasında bir politik yanı vardır. Çarpık kentleşme, gecekondulaşma ve onların halledilmesi gereken konular olarak ortaya çıktığı süreçte; estetik ve soylulaştırma mutlaka öne çıkarılması gereken unsurlardır. Her bir kentin kendine özgü bir kimliği ve bunu ifade eden estetik anlayışının oluşturulması da gerekmektedir. Nasıl ki Selçuklular yada Osmanlılar; kendi kimliklerinin ve zamanının estetiğini yansıtan eserleri yapmışsa, Cumhuriyet de yöneticileri aracılığıyla, bin yıl sonra da yaşayacak kimlikli, estetik, kalıcı eserlerini üretmek durumundadır.
Sonuç olarak, yaklaşan seçimlerde, bu vizyona, bu birikime sahip partilerimiz ile adaylarını görmek ve tercihimizi de ona göre yapmak haklı beklentimiz olmalıdır.