ENERJİ JEOPOLİTİĞİNDE MAVİ VATAN DOĞAL GAZ KEŞFİNİN ÖNEMİ
98. yılını gururla kutladığımız zaferimizin yaşandığı süreçte, Cumhuriyetimizin kurucusu,Mustafa Kemal Atatürk, bir yandan askeri mücadelelerle misakı milli sınırlarını çizerken, aynı zamanda modern Türkiye Cumhuriyeti’nin; sosyal, siyasal, kültürel ve hukuksal alt yapısını oluşturmaktaydı.
Eş zamanlı olarak da belki de çok daha önemli gördüğü ekonomik alt yapı ile ilgili karar ve uygulamaları hızla devreye sokmaktaydı. Nitekim İzmir İktisat Kongresi’nin aynı günlerde toplanmış olması, kalkınma hamlesine yönelik, bir dizi kararların alınarak hızla uygulamaya konulması bu çabaların ürünüydü.
Atatürk, Kongre'nin açılış konuşmasında "Tam bağımsızlık için şu kural vardır: Milli egemenlik, mali egemenlikle desteklenmelidir. Bizleri bu hedefe götürecek tek kuvvet ekonomidir. Siyasi ve askeri muzafferiyetler ne kadar büyük olursa olsun, iktisadî zaferlerle taçlandırılmadıkça payidar olamaz" diyerek bundan sonra mücadelenin ekonomik düzlemde gerçekleştirileceğinin altını çizmiştir.
Elbette, yer altı kaynaklarımız başta olmak üzere kalkınmanın gerektirdiği tüm sektörel alanlarda, o günkü kıt ekonomik kaynaklara rağmen muazzam bir hamle başlatılmıştır. Tüm Dünya’da artan toplumsal refah taleplerini karşılama, sanayileşme ve daha fazla katma değer yaratma potansiyeli dolayısı ile kalkınma için öncelikli alanlardan biri olarak enerji ve madencilik sektörünü bilinçli bir yaklaşımla seçmiştir.
Bu yöndeki bakış açısını da bir konuşmasında mealen “Efendiler, misakı milli sınırlarımız içinde yerüstü ve yer altı varlıklarımız kalkınma için önemlidir. Özellikle de maden, petrol, doğalgaz gibi kaynaklarımızı bir an önce bulup üretmeliyiz. Bunu önce ulusumuzun, sonra komşularımızın en sonunda da tüm ihtiyaç duyan insanlığın refahı içinyapmalıyız. Sahip olduğumuz yer altı kaynaklarının farkında olmadan üzerinde oturamayız. Bizim ihtiyacımız olmasa da ihtiyacı olanların gözü bir gün mutlaka bu kaynaklarda olacaktır. Bu da sonu gelmeyen kaosun, kargaşanın, çatışmaların gerekçesi olacaktır“ şeklinde ifade etmiştir.
Esasen Ortadoğu’da enerji ekseninde yaşanmakta olan çatışmaları daha o günden tarif etmiştir. Bu yaklaşımdan hareketle, Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü, Demir Çelik İşletmeleri, Etibank, Sümerbank, Kömür işletmeleri, Türkiye petrolleri başta olmak üzere pek çok sektör kuruluşlarının temeli 1930 lu yıllarda atılmıştır.
Bu gün geldiğimiz noktada gerek kara, gerek mavi vatanda yaptığımız ve de yapacağımız keşiflerin arka planı bu vizyonun meyvesi olsa gerektir.
21. Yüzyılda enerji soğuran bir dünya toplumu portresi ortaya çıkmaktadır. Mevcut fosil enerji kaynaklarının ömürlerinin çok kısa olduğu dikkate alındığında, yeni enerji kaynakları teknik ve ekonomik yapılabilirlik ölçüleri içinde devreye girinceye kadar, disiplinli bir biçimde ancak adil bir yaklaşımla tüketilmeleri gerekmektedir. Bu olgu, mevcut kaynakların akılcı ve dengeli bir yaklaşımla yönetilmesini gerekli kılmaktadır. Ortadoğu, Libya, Venezuella ve Doğu Akdeniz’deki son dönem gelişmelerini dikkatle incelediğimizde; küresel enerji dinamiklerinin arzuları doğrultusunda petrol ve doğal gaz rezervlerinin yoğun olduğu bölgelerin güvenceye alınmasına öncelik verildiği anlaşılmaktadır.
Öyle ise Ülkelerin reel dış politikaları da amaçsız, hedefsiz, nostalji ve hamaset duyguları yerine, enerji alanı başta olmak üzere ekonomik çıkarların optimize edileceği bir senaryo ekseninde şekillenmelidir.
Ortadoğu’daki ülkelere ek olarak, Doğu Akdeniz Bölgesi’nde kıyısı olan ve dolayısıyla Türkiye’nin denizalanı hakları ile ilgili olarak ilişkili olduğu Mısır, İsrail, Suriye Lübnan, Güney Kıbrıs gibi ülkelerin deniz dibi kaynak kaya seviyelerinde hidrokarbon yönünden büyük potansiyele sahip olduğu 1990 yılından beri küresel şirketlerce yapılmakta olan araştırmalarla ortaya konulmuştur.
Öyle ise Ortadoğu’daki ülkelerde yıllardan beri süregelmekte olan kargaşaya ilave olarak, 2011'in başından bu yana da bu ülkelerde yaşanan Arap Baharı olarak adlandırılan dramatik olaylar her halde tesadüfü değildir. Bu iç karışıklıkların niteliği uluslararası alanda yeni olmamakla birlikte, devam etmekte olan Ortadoğu kargaşasına yeni bölgelerin ekleneceğinin altını çiziyor.
Esasen bu olgu, bölgedeki enerji kaynaklarının kimler tarafından yönetileceğinin belirlenmesinde, mücadele araçlarından biri olarak nasıl kullanıldığını gösteriyor.Ortadoğu'da yirminci yüzyılın başlarında petrol ve doğal gaz rezervlerinin keşfedilmesi; bölgenin kaderini değiştirdi. Birden bire uluslararası stratejik rekabetlerin merkezinde yer almasına neden oldu.
Doğu Akdeniz'deki yapılan petrol ve doğal gaz keşiflerinin; bu bölgedeki karmaşa ve rekabette yeni fay hatlarının oluşmasına neden olacağı anlaşılmaktadır. Bölgenin kıyısı bulunan devletlerinden biri olan Türkiye'nin rolü; yalnızca münhasır ekonomik bölge sınırlarının doğurduğu haklar vebüyük bir enerji ithalatçısı olması yönünden değil, aynı zamanda çıkarılan hidrokarbonların dünya pazarına ulaştırılması için bir ulaşım merkezi olarak hizmet edebileceği için de önemli olmuştur.
Bununla birlikte, bu özellikleri ile Avrupa’nın enerji güvenliği için yapabileceği olumlu etkiye rağmen, Kıbrıs sorunu, “Münhasır Ekonomik Bölge” sınırlarının tasviri konusundaki anlaşmazlıklar, İsrail, Suriye ve Mısır ile donmuş olan ilişkileri, Ülkemizinbölgesel işbirliği fırsatlarını sınırlandırmaktadır.
Son dönemde, sahip olduğu araştırma ve sondaj gemisi filosu ileTürkiye'nin doğru bir hamle ile gerek bu alanda, gerekse batı Karadeniz’deki haklarını kullanarak aktif bir aktör olarak petrol ve doğal gaz araştırma faaliyetlerine başlamış olması, bölgenin enerji dengesinin değişmesi gerektiğini ortaya koymuştur.
Öyle ise Türkiye ne yapmalı? “Münhasır Ekonomik Bölge” haklarını ve de KKTCnin sağladığı hukuki fırsatları kullanarak giriştiği oldukça maliyetli ve 6000 m derinliklerdeki teknik araştırma zorluklarını aşarak bölgedeki potansiyelin ortaya çıkarılmasına katkıda bulunmaya devam etmelidir.
Bu yöndeki faaliyetlerini daha az sorunlu görülen Batı Karadeniz dibi hidrokarbon oluşumlarına konsantre eden ülkemiz, bunun semeresini görmüş ve 320 milyar metreküplük bir doğalgaz keşfi; kamu oyu ile en yetkili makam tarafından müjde olarak paylaşılmıştır.
Dünya bilinen doğal gaz ve petrol rezervlerinin azaldığı bir dönemde, bu büyüklükteki bir keşif elbette çok değerlidir. Uluslararası normlara uygun ek çalışmalarla,görünür muhtemel kategorisinde ifade edilebileceği anlaşılan bu rezervin, üretilebilirlik yönünden teyidi durumunda, ülkemiz; enerji stratejisinde önemli kazanımlar sağlayacak, küresel dinamikler nezdinde de elini güçlendirecektir.
Bilindiği gibi petrol ve doğal gaz, milyonlarca yıllık süreçlerde, kıta yada deniz dibindeki uygun jeolojik formasyonlardaki kaynak kaya ve kapanlarda oluşmaktadır. Bu kapanların tektonik nedenlerle örselenmemiş olması da önemlidir. Bu bağlamda bir doğal gaz rezervuarının keşfi ve miktarının tespiti ancak jeodezik, jeolojik, petrografik, jeokimyasal, sismik etütler sonucu yapılacak kapsamlı sondajlı çalışmalardan oluşan sistematik bir dizi iş ve işlemlerle olanaklıdır.
İşin özeti; derinlerdeki olası doğal gaz bulunduracak kapanların lokasyonlarını olabildiğince doğru tahmin ederek sondajla tesbit edebilmektir. Bu aşamaya kadar olan çalışmalar sonunda gaz varlığı ortaya konmuş ise “GAZ KEŞFİ” olarak tanımlamak gerekir. Keşfedilen bu gaz miktarı; nicelik ve nitelik yönünden yeterli verilerle ayrıntılı olarak ortaya konmuş ve miktarı belirli ölçüde belirlenmiş ise o takdirde “GAZ REZERVİ” kavramı kullanılmalıdır.
Bu kavramların ifade ettiği matematiksel boyutların farkında olmadan, Sakarya sahasındaki doğal gaz keşfi ile ilgili yazılı, görsel ve, sosyal medyamızda ortaya atılan çeşitli spekülasyonlar nedeniyle konuya açıklık kazandırmak açısından bazı teknik kavramlara değinmekte yarar görüyorum.
Kaynak: bir ülkenin tüm jeolojik ortamında olabilecek petrol veya doğalgaz zenginliklerini ifade eder. Gerek işletilebilirlik, gerekse varlığının belirliği açısından yeterli veri yoktur. Uzun vadeli ve genel bir varlığı ifade eder.Rezerv ise: kaynağın; varlığı arama çalışmalarıyla belirlenmiş ve işletilebilirliği, değerlendirme etüdleri ile saptanmış olan bölümüdür.
Nitelik ve nicelik yönünden boyutlarının belirlenmiş olma derecesine göre de üretilebilir, görünür, muhtemel ve mümkün rezerv olarak sınıflandırılırlar. Bu rezerv kategorilerindeki tahminlerde de artı eksi yüzde 25 ila yüzde elli oranında sapmalar kabul edilebilir değerlerdir.
Bu açıklanan bu kavramlar ekseninde, yetkililerce, kamuoyu ile paylaşılan veriler ışığında, Batı Karadeniz’deki gaz keşfi le ilgili değerlendirmem özetle aşağıdaki gibidir.
- Dünya bilinen rezervlerinin azaldığı bir dönemde, bu büyüklükteki doğal gaz keşfi çok değerlidir.
- Bu keşif, Mustafa Kemal Atatürk’ün oluşturduğu madencilik vizyonunun, gecikmeli olarak ortaya çıkarılan meyvesidir.
- Ulusal enerji politikasına yön veren unsurların konjonktürel de olsa doğru kararlar üretmekte olduğunun göstergesidir.
- Bu veriler üretilebilir rezerv olarak tanımlamak için yetersizdir.
- İnilen katmanlar için belirtilen gaz miktarında; artı eksi yüzde elli oranında sapma olabilecektir.
- Üretilebilir rezervin fonksiyonu olarak tespit edilecek üretim kapasitesine bağlı olarak gayri safi milli hasılamıza, yıllık bazda 2-3 milyar dolar civarında katkı koyabilecektir.
- Görünür muhtemel kategorisinde ifade edilebileceği anlaşılan bu rezervin, üretilebilirlik yönünden teyidi durumunda, ülkemiz; enerji stratejisinde önemli kazanımlar sağlayacak, küresel dinamikler nezdinde de elini güçlendirecektir.
- Daha alt kotlardaki kaynak kayalarda ve mücavir diğer alanlarda da gaz keşfi beklenmelidir.