Öncü Olma Kavramının Tanımı Değişti
Öncü Olma Kavramının Tanımı Değişti Zehra Öney Geçtiğimiz yüzyılın sonunda bir rönesans yaşadığımızı düşünüyorum. 20. yüzyıl sürdürülebilir alışkanlıklar, rutinleştirdiğimiz davranış kalıpları, belirli bir çerçevede ilerleyen ve herkes tarafından kabul edilen yaşam formları ve hayatımızın her yanına yayılmış, kutunun içinde kalan modellerle başladı. Bu yapı içerisinde insan hayatı doğumdan ölüme kadar belirlenmiş bir çizgide devam ediyordu ve bu yapı içerisinde kaos ve belirsizlikler şimdiye göre oldukça azdı.
Ne zaman eğitimimize başlayacağımız, eğitimimizin kaç yılda biteceği, meslek seçimlerimiz, ne zaman, kaç çocuk yapacağımız, aile içindeki kurallar, yapabildiklerimiz, yapamadıklarımız, alkışlananlar, cezalananlar hep belliydi. Eğer harika bir üniversitede okumuyorsan ya da oradan mezun değilsen, belirli bir arkadaş grubun veya statün yoksa hayata zaten 10-0 yenilmiş başlıyordun.
Eğitim eşitsizliği ve sosyal katmanlar bu statik yapının içerisinde insanları biraz daha ayrıştırıyor, motivasyonlarını azaltıyor, yeteneklerini kısıtlıyor ve yürümeleri gereken yoldan uzaklaştırıyordu. BİREYSELLİĞİN GETİRDİĞİ GÜÇ İLE BU YÜZYILIN KRİTERİ DEĞİŞTİ Bunların hepsi geçtiğimiz yüzyılın sonundaki teknolojik gelişmeler ve dijitalleşme ile değişti. Bir zamanlar şehirlerdeki imkanlara sahip olmayan gençlerimiz bile bugün dijitalleşme ile birlikte dünyanın her tarafından onlara sunulan eğitim içerikleri sayesinde istedikleri alanda kendilerini geliştirebiliyor, Linkedin gibi sosyal ağlar üzerinden dünyadaki herkese ulaşabiliyorlar.
Bugün küreseldeki büyük şirketlerin birçoğunun başında üniversite bitirmeyen ancak sürekli öğrenme sayesinde yaptıkları alanda uzmanlaşmış ve bu alanlarda ön plana çıkmış insanlar görebiliyoruz. Şu anda tabiri caizse merkeziyetsiz, belirsizliklerin daha fazla olduğu ancak bununla beraber insanın kendi yolunda daha kolay yürüyebildiği, daha kişiselleştirilmiş bir döneme girmiş bulunuyoruz. Bu da “lider” ve “öncü” kavramlarını değiştiriyor.
Eskiden öncü ya da lider olmak için iyi bir eğitim almak, iyi bir aileye mensup olmak, iyi imkanlara sahip olmak ve biraz da olsa tanınır olmak gerekiyor iken şimdi ise öncü olmanın tanımında çok büyük bir genişleme var. Öncü olmak için ilk önce kendi ruhumuzun, aklımızın ve bedenimizin sınırlarını çok iyi bir şekilde tanımamız ve bu üçlünün gücünü en iyi şekilde sentezlememiz gerekiyor.
Bu altyapıyı oluşturduktan sonra başarıya ulaşmak için insan odağında, gelişmeye açık, esnek bir stratejiye ihtiyacımız var. Stratejimizi hayata geçirirken sürekli öğrenmeye açık olursak bilgeleşmeye başlıyor ve sadece öğrendiklerimizi değil, pratikte edindiğimiz bilgimizi de paylaştığımızda etrafımıza ışık saçan, imkan açan bilinmezlerin içine girip yeni yollar açan ve başka insanları da yeni keşiflere götüren bir insan, diğer adıyla bir öncü oluyoruz. Tabi ki bütün bunların yanında bir öncünün şeffaf, mütevazi ve alçak gönüllü olması da oldukça önemli.
KAPALI CAM KUTULARI KIRAN ÖNCÜ KADINLAR BU YÜZYILDA DAHA ÇOK İLGİ GÖRÜYOR Bugün erkek işi olarak tanımlanan alanlarda çalışan kadınlar, örneğin kamyon süren bir kadın da, Biontech aşısını icat eden Özlem Türeci de bir öncü olarak tanımlanıyor. Daha da önemlisi öncülük yapan kadının kendini ifade etme fırsatı dijitalleşme ile birlikte farklı bütün sosyal sınıflarda eşitlendi. Bugün sadece Özlem Türeci değil, kamyon süren bir kadın da gücünü dijital ortamlarda göstererek çok daha hızlı bir şekilde kendini öncü olarak var edebiliyor.
Teknolojik alanda bilgi sahibi olan, teknolojiyi kullanmayı bilen, yaptığı işe değer katan, hem kendisini olmayı beceren, hem de rol modeli olarak etrafındakilerin de benzer işleri yapmasını sağlayan hikayeler özellikle ön plana çıkıyor. Bundan önceki yüzyılın başına kıyasla rutin hayatlardan çıkan, eşitsizlikleri ve imkansızlıkları aşan, kapalı cam kutuları kırıp bu kutuların içinden çıkmış kadınların öncülük hikayeleri bu yüzyılda daha çok ilgi görüyor.
Bu kutuları kıran kadınlar genellikle okul hayatlarındaki, ailelerindeki, büyürken sahip oldukları imkanlardaki eksikliklere rağmen mücadele eden ve bu mücadele sırasında başka kadınlara da yol göstererek onların da hayatlarına dokunmalarıyla ön plana çıkıyorlar. Yeni yüzyılda bu hikayeler giderek daha da büyük kitlelere ulaşmaya başlayacak. PES ETMEMEK BİZE NE KADAR MUKTEDİR OLABİLECEĞİMİZİ GÖSTEREN BİR BAKIŞ AÇISI SAĞLIYOR Geçtiğimiz yüzyılda yaptığım seçimlerimle, eğitimimle ve kurmuş olduğum yaşam stratejisiyle sıradışı kalmış bir kadınım diyebilirim.
O dönemlerde insanlar beni hep sıradışı, hiperaktif ve durdurulamaz olarak gördüler. Yaptığım şeylerin çoğu zaman alkış almaktan ziyade negatif enerjiye maruz kaldığını söyleyebilirim. Ailem dışındaki insanlardan hızıma, sürekli öğrenme kapasiteme, bir şeyleri hayata geçirme ve uygulamadaki başarıma, etik değerlerime hep eleştiriler geldi. Ama ben hiçbir zaman pes etmeden doğru bildiğim yolda gitmek ve bu yolda yürürken de sadece kendimin değil, bütünün de faydalanabilmesi için herkese fayda sağlayabilecek işler yapmaya devam ettim.
Bu süreçte tabi ki başarılar, başarısızlıklar, hayal kırıklıkları oldu. Ancak ne olursa olsun, ben pes etmemenin evrende bir organizma olarak dünyanın gelişimine ne kadar katkıda bulunabileceğimizi ve ne kadar muktedir olabileceğimizi gösteren bir bakış açısı kazandırdığına inanıyorum. Ben kariyer hayatıma turizm sektöründe başladığım için çok şanslı olduğumu düşünüyorum. Bu sektörde birçok farklı insanla yakın temasta bulunma ve onları tanıma fırsatına sahip oldum.
Onların duygusal reaksiyonlarını gözlemler ve onlarla iletişime geçerken sırf bir birey olarak onların yanında var olmamın hayatlarına değme ve ortaya çıkan krizleri çözme noktasında ne kadar önemli olduğunu fark ettim. Turizm sektöründe geçirdiğim 10-15 yıl insanlar arasındaki bu bağlantıları öğrenme, sürekli kendimi geliştirirken bir yandan da çalıştığım kurum, çevremdeki insanlar ve aile hayatım arasında çok iyi bir denge kurmayı öğrendiğim bir zaman oldu.
Bundan sonra Turkcell’den aldığım teklifle çok meraklı olduğum teknoloji alanında çalışmaya başladım. Turkcell’de çok önemli bir öğrenme ve bireysel dönüşüm dönemi geçirdim. Burada aldığım kurumsal eğitimler, kurduğum dostluklar ve biriktirdiğim insanlarla birlikte çok farklı bir ekosistemin içerisinde 360 derece bir şekilde öğrenerek, sabrederek azimle çalıştım. Bu da benim insanları ve yaptığım işi çok iyi anlamama neden oldu ve bana çok büyük bir katma değer kattı.
Bunun neticesinde de bir sonraki yüzyılı anlamam, ona adapte olmam, kariyerimi ve geleceğimi de bu doğrultuda şekillendirmem birçok insana göre çok daha kolay oldu. BEN DOĞUŞTAN BERİ HEP İŞÇİ GİBİ ÇALIŞIP LİDER GİBİ HAREKET ETTİM Doğduğumdan beri hep içimde farklı bir noktaya ulaşma, kalıcı değer yaratma, iz bırakan çalışmalar yapma, bir takım yönetmek arzusu vardı. Ben doğuştan liderim. Bu yüzden doğduğumdan beri yaptığım her şeyi de bir işçi gibi çalışarak ama bir lider edasıyla yaptım.
Turkcell’den sonra konfor alanımda devam etmek yerine çok önemli bir sorumluluk alıp o dönemde kurumsallaşmamış bir mobil ajans olan Mobilera’nın genel müdürlüğü görevini kabul ettim. Orada çalıştığım dönem boyunca oranın yabancı yatırımla buluşarak kurumsallaşması ve cirosunun büyümesi için sonraki altı yıl boyunca ekibin liderliğini yaparak güçlü bir ekip oluşturdum ve başarılarımızın sadece Türkiye’de değil bütün dünyada çok ses getirmesini sağladım. Kurduğum işlerle Mobilera’yı dünya çapında büyüttüm ve Türkiye’nin bir numaralı ajansı haline getirdim.
3G’nin 2009 yılında hayatımıza girmesiyle birlikte girdiğimiz teknoloji odaklı işler ve bu projelerdeki eşsizlik dünyada oldukça ilgi gördü. Mobilera, dünyanın en büyük GSMA organizasyonunda dünya birinciliği alıp bizi kırmızı halıya çıkaran çok büyük ödüller aldı ve Los Angeles’taki Smarties Ödülleri’nde EMEA Bölgesi’nde en inovatif ve benzersiz iş seçildi. Bunların hiçbiri tesadüfen gelen başarılar değil. BAŞARIMIZI KENDİ EKOSİSTEMİMİZDE BİZİ BU NOKTAYA GETİREN BÜTÜN PARÇALARI İLE BİRLİKTE ELE ALMAMIZ GEREKİYOR Bunlar hep öncü olmanın, lider olmanın, ilki yapmanın, bunları yaparken de paylaşmanın sonuçları olarak benim hayatıma girdi.
Örneğin, GSMA’de ödül aldığımızda sadece benim ve kurum sahiplerinin ödülü almak için ödül törenine katılması konusunda ısrar edilmişti. Ben ise bütün ekibin oraya giderek bu hazzı tatması, bizimle beraber olması için büyük bir fedakarlıkla kendi imkanlarımı azaltarak onların da ödül törenine gelmesini ve ödülü bizzat ellerine almalarını sağladım. Burada anlatmak istediğim yeni dönemin liderlik planında sadece kendini ön plana çıkarmak ve öncüyüm demek yetmiyor.
Başarımızı kendi ekosistemimizde bizi bu noktaya getiren bütün parçaları ile birlikte ele almamız gerekiyor. Mobilera sonrasında ekibimin hepsi bu dönemin getirdiği güçle çok güzel yerlere dağıldılar ve gittikleri yerlerdeki pozisyonları sahiplenip yükselirken benim öncülüğümde kurulmuş ve devam eden bu altyapıdan aldıkları gücü hayatları boyunca kendileriyle birlikte taşıdılar. Ben de bugün hala gururla onların yaptığı işleri seyrediyorum. Bundan sonra sahip olduğum deneyim ile kendi ajansımı kurmaya karar verdim. Bu dönem dönüştürücü teknolojilerin hayatımıza hızla girmeye başladığı bir dönemdi.
Özellikle artırılmış gerçeklik ve sanal gerçeklik uygulamaları Türkiye’de QR kodlardan ve Microsoft tag’lerden öteye gitmiyordu. Ben de bu alandaki eksikliği hissederek yine bir öncülüğü üstlenerek İngiliz bir artırılmış gerçeklik şirketi olan Blippar’ı bir risk alarak Türkiye’ye getirdim ve Türkiye’yi artırılmış gerçeklik ile tanıştırdım. Artırılmış gerçeklik teknolojisi alanında yaptığım 100’den fazla proje ile fiziksel ürünlerin bu teknolojilerle birleştirmesini sağlayarak Türkiye’de yeni bir pazarı açmış oldum ve ajansların bu alanda var olmasını sağladım.
Bu sayede Mobilera’da olduğu gibi dünya çapında pek çok ödül aldık ve birçok farklı platformda “Best Case” seçildik. Bu sadece Blippar’ın değil aynı zamanda Türkiye’nin ne kadar yetenekli, yapabilir, teknolojiyle uyumlu ve güçlü bir ülke olduğunu gösterecek bir başarı oldu. Burada yetiştirdiğimiz mühendisler de dünyaya açılarak çok büyük başarılar elde ettiler. “TEKNOLOJİ” VE “KADIN” KELİMELERİNİ YAN YANA KOYDUĞUM BİR DERNEK KURMAK İSTEDİM Hemen akabininde teknoloji alanında sayısı az ve motivasyonu düşük kadınları fark ettim ve cinsiyet eşitliğini sağlamak adına “Teknoloji” ve “Kadın” kelimelerimi yan yana kurduğum bir dernek kurmak istedim.
Bu nedenle iki yıllık bir çalışmanın ardından çeşitliliği de göz önünde bulundurarak kadın ve erkek liderlerin temsil ettiği 75 kurucu kurum ile birlikte 2019 yılında Teknolojide Kadın Derneği'ni kurdum. Bugün derneğimiz 4.000 öğrenci mezun etmiş bulunuyor ve ne mutlu ki bunların %80’i kadın ve %93’ü istihdama yerleşmiş durumda. Bugün eğitim, sürdürülebilirlik ve eğitim & araştırma olmak üzere üç ana odağımız çerçevesinde son hız çalışmalarımıza devam ediyoruz. Öncüler ilk ateşi yakan, ilk adımı atan, korkusuzca hareket eden ve herkesi motive ederek başarı için kurulan sisteme entegre edebilenlerdir. Benim öncülük yaparken benimle birlikte olan, dolayısıyla sürekli öğrenen, benimle el ele ve kol kola çalışan, Teknolojide Kadın Derneği’nin hedefini paylaşan kurumlara, kurumsal üyelerimize, bu kurumların temsilcilerine, Mobilera ekibime, iş ortaklarımıza, üçüncü partilere, Blippar’a, Blippar’ın kurucusuna, Blippar’daki ekibime ve benimle birlikte bu yola çıkan çok kıymetli arkadaşlarım ve dostlarıma ile öncülük ekosistemindeki herkese teşekkür etmek istiyorum. Bu ayki yazıma ek olarak öncülük ekosistemi içerisinde yer alan kadınların öncü hikayelerini sizlerle paylaşmak istiyorum.