İnsan bedenini oluşturan DNA, yaşamsal tüm fonksiyonların temel kodlarını barındırır. Ekonominin de kendine özgü bir DNA’sı var; bu DNA, ülkenin finansal alışkanlıklarından kurumsal yapısına, bireysel tasarruf eğilimlerinden devlet politikalarına kadar geniş bir alanı kapsar.
Ekonomi DNA'sı bozulursa, sistem hastalanır. Tıpkı yanlış kodlanmış bir genin vücudu felç etmesi gibi, hatalı ekonomi politikaları da toplumsal yapıyı kilitler. Gelin, bu genetik haritayı birlikte inceleyelim ve "gen terapisi"ne ihtiyaç duyulan noktaları belirleyelim.
Genetik Mutasyon: Faiz Takıntısı
Her canlıda DNA’da mutasyonlar olabilir. Bizim ekonomik yapımızda da zaman içinde mutasyona uğramış bazı genler var. Bunların başında, yıllardır süregelen "faiz sebep, enflasyon netice" takıntısı geliyor. Ekonomiyi canlı tutmak adına sürekli düşük faiz uygulamasıyla sürdürülen deneylerin sonucu ortada. Düşük faizle yaratılan geçici bir bahar havası, yüksek enflasyonla kışa dönüyor. Bilimsel gerçeklerin göz ardı edildiği bu yaklaşım, yalnızca bugünü değil, geleceği de etkiliyor.
Faizin baskılanması konut piyasasında talep patlaması yarattı. Bu patlama kısa vadede olumlu göründü; fiyatlar fırladı, yeni projeler başladı. Ancak uzun vadede gelir seviyesi artmayan halk için konut edinmek iyice hayal oldu. Ekonomi DNA’sındaki bu mutasyon, toplumsal dengeleri sarsan bir suni zenginlik algısı yarattı.
Tasarruf Genlerimiz Zayıf
Bir ekonominin geleceğe dair umut taşıması, tasarruf oranlarıyla doğrudan ilişkilidir. Bizdeki tasarruf genleri ise son derece güçsüz. Aşırı tüketim alışkanlıkları, yüksek borçluluk oranları ve kısa vadeli düşünme eğilimimiz tasarruf genetik kodlarımızı bozmuş durumda. Ülkenin dört bir yanında kredi kartı borçlarıyla boğuşan bireyler, ekonomik kırılganlığın temel taşlarından biri haline geliyor.
Güney Kore gibi ülkelerde yüksek tasarruf oranları, sanayi devrimlerini destekleyen temel unsurdu. Kore’nin elektronik ve otomotiv devleri, halkın birikimleriyle beslenen yatırım politikaları sayesinde büyüdü. Bizim ise benzer bir kalkınma modelini hayata geçirebilmemiz için tasarruf oranlarımızı yukarı çekmemiz şart. Ancak bunun yolu, bireylerin finansal okuryazarlığını artırmaktan geçiyor.
Tabii işin bir de etik boyutu var. Tasarrufu teşvik etmek güzel, ama bu teşvik yöntemleri adil mi? Gelir adaletsizliğinin uçurum olduğu bir ortamda, düşük gelirli bireylerden tasarruf beklemek ne kadar gerçekçi? Ülkenin bir kısmı temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanırken, diğer kısmının "yeni yatırım araçları" peşinde koşması sağlıklı bir ekonomik yapıdan çok, genetik kodlarda ciddi bir kopukluğu işaret ediyor.
İnovasyon Genimiz Hareketsiz
Modern ekonominin lokomotifi inovasyondur. İnovasyon yapabilen toplumlar, küresel rekabette öne çıkar. Fakat bizim ekonomik DNA’mızda bu gen pek aktif değil. Teknoloji üretiminde sınırlı kaldığımız gibi, markalaşmada da zayıfız. Girişimcilik ruhunun önündeki engeller, bürokratik süreçler ve yetersiz teşvikler inovasyon genimizin potansiyelini baskılıyor.
Finlandiya’nın başarısını düşünelim. Nokia’yla başlayan süreç, yazılım ve oyun sektöründe büyük bir atılıma dönüştü. Küçük bir ülkenin dünya çapında etkili olması, inovasyona verdiği değer sayesinde gerçekleşti. Bizim de benzer bir sıçrama yapabilmemiz için inovasyon genimizin harekete geçirilmesi gerekiyor.
Ancak burada da adalet kavramını göz ardı etmemek gerekiyor. İnovasyon teşvikleri kimlere gidiyor? Kaynaklar gerçekten yenilik yapabilecek yeteneklere mi yoksa "tanıdık girişimcilere" mi aktarılıyor? Rekabetin olmadığı bir ortamda inovasyonun filizlenmesini beklemek, çorak toprakta orman yetiştirmeye çalışmaya benziyor. Yenilikçiliğin yeşermesi için sadece kaynak değil, adil bir fırsat ortamı da şart.
Bağışıklık Sistemi Çökmüş
Bağışıklık sistemi zayıf bir organizma, en ufak bir enfeksiyonda yatağa düşer. Ekonominin bağışıklık sistemi de krizlere dayanma gücüdür. Bizim bağışıklık sistemimiz ise sürekli açık veren bütçeler, kırılgan rezervler ve istikrarsız para politikaları nedeniyle oldukça zayıf. İç veya dış kaynaklı her dalgalanma bizi fazlasıyla sarsıyor.
Rezervleri güçlendirmek, mali disiplini sağlamak ve uzun vadeli düşünmek bağışıklık sistemini güçlendirmenin temel yollarıdır. Almanya’nın, Kanada’nın krizlere karşı gösterdiği direnç, sağlam ekonomik yapılarının sonucudur. Onlar, bağışıklık sistemlerini kuvvetlendirmek için yıllarca disiplinli politikalar izlediler. Bizim de benzer bir yaklaşımı benimsememiz gerekiyor.
Elbette burada da önemli bir soru ortaya çıkıyor: Mali disiplin sağlarken toplumun hangi kesiminden fedakârlık bekleniyor? Bağışıklık sistemini güçlendirmek adına uygulanan kemer sıkma politikaları, çoğunlukla dar gelirli kesimleri hedef alıyorsa, bu çözüm mü yoksa başka bir hastalık mı yaratır? Adaletli bir ekonomi inşa etmenin yolu, yük paylaşımında eşitlikten geçer. Etik yönetim anlayışı olmadan bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi mümkün değil.
Toplumun tüm kesimlerinin çıkarlarını gözeten şeffaf ve adil politikalar, bağışıklık sisteminin temel yapı taşlarını oluşturur. Eğer bir kesim sürekli bağışıklık artırıcı takviyeleri alırken diğer kesim sürekli zayıf düşüyorsa, o sistemin uzun süre hayatta kalmasını beklemek saflık olur. Bağışıklık sistemi zayıf bir organizma, en ufak bir enfeksiyonda yatağa düşer. Ekonominin bağışıklık sistemi de krizlere dayanma gücüdür. Bizim bağışıklık sistemimiz ise sürekli açık veren bütçeler, kırılgan rezervler ve istikrarsız para politikaları nedeniyle oldukça zayıf. İç veya dış kaynaklı her dalgalanma bizi fazlasıyla sarsıyor.
Rezervleri güçlendirmek, mali disiplini sağlamak ve uzun vadeli düşünmek bağışıklık sistemini güçlendirmenin temel yollarıdır. Almanya’nın, Kanada’nın krizlere karşı gösterdiği direnç, sağlam ekonomik yapılarının sonucudur. Onlar, bağışıklık sistemlerini kuvvetlendirmek için yıllarca disiplinli politikalar izlediler. Bizim de benzer bir yaklaşımı benimsememiz gerekiyor.
Elbette burada da önemli bir soru ortaya çıkıyor: Mali disiplin sağlarken toplumun hangi kesiminden fedakârlık bekleniyor? Bağışıklık sistemini güçlendirmek adına uygulanan kemer sıkma politikaları, çoğunlukla dar gelirli kesimleri hedef alıyorsa, bu çözüm mü yoksa başka bir hastalık mı yaratır? Adaletli bir ekonomi inşa etmenin yolu, yük paylaşımında eşitlikten geçer.
DNA’ya Müdahale: Ekonomik İlaç ve Takviyeler
Bir organizmanın DNA’sı nasıl doğru beslenmeyle, egzersizle ve gerektiğinde ilaçlarla güçlendirilebiliyorsa, ekonomi DNA’sını da benzer şekilde iyileştirmek mümkün. Öncelikle, etik ve şeffaf bir yönetim anlayışı olmazsa olmaz. Adil rekabet ortamı yaratmak, inovasyonun gelişmesi için bir tür vitamin etkisi yapacaktır. Bunun yanında mali disiplini sağlamak, bağışıklık sisteminin direncini artıran bir antibiyotik gibidir.
Eğitim sisteminin modernize edilmesi ise uzun vadeli bir gen terapisi olarak değerlendirilebilir. Ekonomik aktörlerin bilinçli kararlar alabilmesi, sağlıklı bir DNA için elzemdir. Ayrıca, teknoloji yatırımları ve girişimcilik teşvikleri, inovasyon genimizi harekete geçiren bir tür katalizör işlevi görecektir. Ancak burada yine dozaj çok önemli: Yanlış ellere verilen yüksek doz teşvik, faydadan çok zarar getirebilir.
Ekonominin bağışıklığını artıracak bir diğer takviye, uluslararası ticarette güvenilir bir ortak haline gelmektir. Güvenilirlik, ekonomik bağışıklık sisteminin antikorları gibidir. Yatırımcıların güvenini kazanmak, rezervleri doldurmanın ve krizlere karşı tampon oluşturmanın en etkili yoludur.
Gen Terapisi: Akıl ve Bilimle Yeniden Kodlama
Ekonominin genetik yapısını sağlıklı hale getirmek için gen terapisi şart. Bunun yolu ise bilimsel ve rasyonel politikalarla hareket etmekten geçiyor. Ekonomi, popülist yaklaşımlarla değil, akılcı analizlerle yönetilmesi gereken bir alan. Eğitim sistemimizi bu doğrultuda yeniden şekillendirmeli, bireylerin ekonomik karar alma süreçlerinde bilinçli hareket etmelerini sağlamalıyız.
Katma değerli üretim yapan sektörleri desteklemek, Ar-Ge yatırımlarını artırmak ve inovasyon kültürünü yaygınlaştırmak ekonominin genetik kodlarını güçlendirecek adımlardır. Güçlü bir ekonomi, sağlam bir DNA ile mümkündür. O halde yapılacak iş belli: Genetik yapımıza bilimsel bir dokunuşla sağlıklı bir gelecek inşa etmek.
Unutmayalım, bir organizma DNA’sı kadar sağlıklıdır; bir ekonomi ise akıl ve bilimle ne kadar donatıldıysa o kadar güçlüdür.