Son günlerde Türkiye ekonomisi, kâh dış yatırım haberleriyle umutlandı, kâh TÜFE rakamlarıyla göğsüne yediği yumrukla irkildi.
Gündem hızlı, başlıklar parlak: yeni dış krediler, Eurobond başarısı, IMF toplantılarında verilen “sıkı duruş” mesajları… Ama ben başka bir şey görüyorum: Tabela çok parlak, ama içerideki ışık yanıyor mu hâlâ emin değilim.
Merkez Bankası faizi %50’de tutarak “dezenflasyon geliyor, sabırlı olun” diyor. Ama bu sabrın bedelini ödeyenler, KOBİ’sine kredi bulamayan girişimciler, gıdaya ulaşmaya çalışan milyonlar. Faizi artırmak kolay, ama bu sıkılığı reel sektöre yedirmek, kanayan yere tentürdiyot değil tuz basmak gibi oluyor.
Öte yandan Dünya Bankası’nın sağladığı 35 milyar dolarlık finansman, evet büyük bir oksijen tüpü. Ama o oksijenle sadece nefes alıp eski yoldan yürürsek... Sonra bir daha panik, bir daha fon, bir daha 'şartlı kredi.' Benim meselem şu: Parayla sorun değil, projeyle ne yapacağımızla ilgilenelim. Çünkü bu kaynaklar yeşil dönüşüm, dijital altyapı, bölgesel kalkınma gibi alanlara yönlendirilmezse, yine betona dökülür, yine “çok yatırım yaptık ama verim alamadık” şarkısı başlar.
Ve Eurobond satışı… Güzel. 3 milyar dolar, yatırımcı ilgisi var. Getiri de beklentinin altında oluşmuş. Ama şunu unutmamak gerek: talep olması, yatırımcıların bize güvendiği anlamına gelmez. Belki sadece portföylerinde bir “Türkiye sayfası” açık tutmak istiyorlar. Gerçek güven, ancak istikrarlı hukuk sistemi, şeffaf denetim ve öngörülebilir ekonomi yönetimiyle gelir. Bunlar yoksa Eurobond değil, megabond satsan kalıcı bir ekonomi inşa edemezsin.
IMF toplantılarında verilen “harcamaları kısacağız” mesajı bana bir miktar umut verdi. Ama yetmez. Harcamayı kısmak, reform yapmadan tasarruf etmek demek değildir. Reform, eğitimde, vergide, üretim modelinde olur. Yoksa aynı döngüyü tekrar ederiz: krize gir, sıkılaş, fon bul, gevşe, tekrar krize gir.
Bak OECD ne diyor? Bu yıl %2,9 büyüme, seneye %3,1. Tamam da bu, potansiyelin çok altında. Yani yavaş ilerleyen bir ekonomi. Ama mesele şu: büyüyor muyuz, yoksa sadece şişiyor muyuz? Bu farkı anlayamayan bir ekonomi yönetimi, günü kurtarır ama yarını hep borçla alır.
Benim öngörüm mü?
Dolar yılı artarak baz değerde beklenen aralığında kapatır.
– Enflasyon 2025’te baz etkisiyle %40’a çekilir, ama bu “başarı” olur mu? Tartışılır.
– Büyüme %3’ü zor görür. Talep daralıyor, yatırım belirsizlik içinde.
Peki ne yapmalı? Proje üretmek kolay. Ama sistemi projeye değil, projeyi sisteme bağlamak gerek. Eğitim reformu, vergi tabanı genişlemesi, hukuk güvenliği… Bunlar olmadan Dünya Bankası'nın parası da IMF'nin tebessümü de günü kurtarır ama geleceği asla yazmaz.
Ve şunu söylemeden bitirmem:
“Tabela parlaktır; asıl mesele içerideki ışığın yanıp yanmadığıdır.”
Bu laf benim. Çünkü bu ülkenin artık göze değil, göğse hitap eden politikalara ihtiyacı var. Ve ışığı yakmak, sadece devreyi değil, iradeyi de değiştirmeyi gerektirir.