Sürdürülebilirlik artık bir değer mi, yoksa sadece bir pazarlama stratejisi mi? Cenevre’de yolları kesişen bir Amerikalı, bir Japon ve bir Türk üreticinin gerçek etik ihracat hikâyesi, sistemin zaaflarını ve umut veren alternatiflerini ortaya koyuyor.
Etik mi, Etiket mi? Bir Amerikalı, Bir Japon, Bir Türk ve Diğerleri…
Bir Amerikalı, bir Japon ve bir Türk… Bu kez fıkrada değil, Cenevre’deki “Uluslararası Sürdürülebilir İhracat Forumu”nda aynı masada oturuyorlar. Ortak dertleri basit ama ağır: Gerçekten sürdürülebilir miyiz, yoksa sadece sürdürülebilir görünmeyi mi beceriyoruz?
Joe, Amerikan outdoor giyim devi Patagonia’nın sürdürülebilirlik şefi. “Biz 1985’ten beri ‘daha az tüketin’ diyoruz ama ne kadar az alın dersek, o kadar çok satıyoruz. Bu nasıl bir paradoks?” diyor. Patagonia, 2022 yılında kârının tamamını çevresel mücadeleye bağışladı. Şirketin Avrupa’daki ihracatı bir yılda %18 arttı. Etik bir duruş, ticari kazanca da dönüştü. Ama Joe biliyor: Bu iş, sadece rozetle olmuyor.
Kenji, Japonya’dan katılıyor. Minimalist tasarımıyla tanınan MUJI’nin sosyal sorumluluk danışmanı. “Biz Japonlar zaten sade doğduk. Ama artık sadelik bile yapay. ‘Minimal paketleme’ deyip içine üç kat plastik koyuyorlar.” MUJI, karbon ayak izini azaltmak için tedarik zincirini yeniden yapılandırdı. 2023’te yenilenebilir enerji kullanım oranı %85’e ulaştı. Ancak Kenji’ye göre asıl mesele, görünmeyeni de temiz tutabilmekte.
Türk tarafında ise Mehmet var. Anadolu’dan çıkan Lale Organik’in kurucusu. GAP bölgesinde kadın kooperatifleriyle çalışan, pamuk üretiminde geleneksel sulama yöntemleriyle su tüketimini %50 azaltan bir girişimin başındaki isim. 2024’te Almanya ve Hollanda’ya ihracatını %60 artırdı. Ama Mehmet’in en büyük gururu, “Annem dedi ki, ‘Almanlar da bizim pamuklu atletleri giyiyormuş’... İşte o zaman ihracatçı oldum ben,” sözüyle gizli.
Forum salonunda, göz kamaştırıcı stantlar var. “Eco-friendly”, “Carbon neutral”, “Green certified”... Ancak bu etiketlerin ardında her zaman etik yok. Örneğin, İngiliz moda markası Boohoo 2020’de büyük bir skandala karıştı. Sürdürülebilir üretim söylemiyle milyonlar kazanırken, İngiltere’de işçilere saatlik 3,50 pound ödedikleri, pandemi kurallarını hiçe saydıkları ortaya çıktı. Şirketin hisseleri bir haftada %40 düştü, ama pazarlama dili değişmedi.
Mehmet, bu örnek üzerine kendi tecrübesini anlatıyor: “Almanya’da bir dağıtıcı belge istedi. Verdik. Sonra ‘şu yeşil dosya da lazım’ dedi. Meğer dosyanın içine 5 bin euro koymamız gerekiyormuş. Dedim, bizde yeşilin tonu farklıdır kardeşim.”
Rakamlar da gösteriyor ki sorun sadece bireysel değil, sistemsel. BM Ticaret ve Kalkınma Konferansı’na göre, 2024’te dünya genelinde “sürdürülebilir ürün” kategorisinde ihracat 1,3 trilyon doları geçti. Ancak bu ürünlerin %60’ı sadece etik etiketlere dayanıyor. Gerçek anlamda etik üretim yapan firmaların oranı hâlâ sınırlı. “Greenwashing”, yani yeşil cilalama, etik söylemleri pazarlama stratejisine dönüştürmüş durumda.
Forum sonunda Joe, Kenji ve Mehmet küçük bir toplantı yaparak “TrueTrade” adında bağımsız bir platform kurmaya karar veriyorlar. Amaçları basit: Belgeyle değil, hikâyeyle güven vermek. Üreticiler; emeğini, yöntemini, işçisinin yaşam kalitesini ve hikâyesini şeffafça paylaşacak. İlk üyeler bu üçlü. Sonra Kolombiyalı kahve kooperatifleri, Tanzanyalı kakao üreticileri, Hintli el dokuma atölyeleri de katılıyor.
Joe, Kolombiya’ya gidip yerel bir kooperatifle anlaşma yapıyor. “Sertifikamız yok ama çocuklarımız ilk kez liseye gitti bu yıl,” diyen bir üreticiyle. O pamuklar Patagonia’nın yeni koleksiyonunda yer aldı. Etik belge yoktu, ama QR kodla hikâyeye ulaşılabiliyordu. Ürünler bir haftada tükendi.
Kenji, Tokyo’ya dönünce MUJI tedarik zincirinde fazla mesai yaptıran bir taşeronu tespit etti. “Eğer bir işçi yorgunluktan çocuğunu göremiyorsa, biz sürdürülebilir değiliz,” dedi ve şirket, o taşeronla yollarını ayırdı. Maliyet arttı, ama markaya güven de %11 yükseldi.
Mehmet’in Hollanda’ya gönderdiği ilk etik sipariş 600 tişörtlüktü. Teslimat sonrası müşteri, “Ürün kaliteli ama en çok da içindeki mektuba hayran kaldık” dedi. O mektup, pamukları toplayan kadının el yazısıydı: “Ben Zeynep, bu pamukları elimle topladım. Allah razı olsun, bu iş sayesinde çocuklarımı okutuyorum.”
Ticaretin dili her zaman para değildir. Bazen bir annenin duası, bir çocuğun defteri, bir işçinin sağlığıdır kazanılan.
Büyük markalar “yeşil” kelimelerle dünyayı boyarken, küçük üreticiler toprağın, alın terinin, insan hikâyesinin sürdürülebilirliğini taşıyor dünyaya. Ve belki bu dünya hemen değişmeyecek, ama Joe’nun dediği gibi:
“Gerçekten etik olanlar geç kazanır, ama hiç kaybetmez.”