Türkiye Ekonomi Dünyası – Son 6 ay Veri Var, Vaat Var, Varlık Yok
Son altı aydır Türkiye’de ekonomi, dışarıdan bakan için grafiklerde yükselen bir umut gibi görünüyor. Ama içeriden bakanlar için… eh, her grafik bir hayat hikâyesi anlatmaz. İhracat rekor kırıyor, turizm gelirleri yükseliyor, büyüme pozitif. Ama vatandaş bu hikâyeye market reyonunda denk gelmiyor, çünkü ekonomik toparlanma sadece sunumlarda yaşanıyor, alışveriş sepetinde değil.
Enflasyon hâlâ %35’ler seviyesinde soluklanırken, TCMB politika faizini %50’de sabitlemiş durumda. Ekonomi yönetimi sıkı para politikasıyla “kontrol bizde” mesajı veriyor, ancak aynı yönetimle pazara giden vatandaş, domatesin kilosunu göğsünü gere gere almaya hâlâ cesaret edemiyor. İlk çeyrekte büyüme %2. Güzel. Ama bu büyümeye halktan kaç kişi ortak olmuş, belli değil. İşsizlik %8,6 açıklanıyor ama geniş tanımlı işsizlik çift haneyi çoktan geçmiş durumda. Yani ekonomi büyüyor, ama evin içinde hâlâ biri işsiz, diğeri borçlu, üçüncüsü sessiz.
Cari açık Mart'ta 4,1 milyar dolar. Lira, 39,4’e kadar düşerek yılın döviz bazlı en dramatik performanslarından birini sergiledi. Bu değer kaybı ihracatçıya doping, ithalatçıya kriz, vatandaşa ise ithal bebek mamasını YouTube’dan izlemek zorunda bırakan bir gerçeklik.
Uluslararası kredi kuruluşları masada. Fitch “BB- / durağan” diyor. Moody’s biraz daha nazik. S&P ise diplomatik incelikle, “reformlar aksarsa işler sarpa sarar” diyerek şimdi sussa da sonra not indirecek gibi duruyor. Bu notlar yatırımcılar için önemli. Ama sokaktaki vatandaşın kredi notu zaten haftalardır market kasasında “yetersiz bakiye”yle indiriliyor.
Gelelim reel tarafa. Mayısta ihracat 24,8 milyar dolarla rekor kırdı. Turizm gelirleri de 9,45 milyar dolarla pandemiden çıkmışçasına güçlü. Lakin bu başarı hikâyesi, euroyla tatil yapan yabancı için yazıldı. TL’ye mahkûm olanlar hâlâ kamp sandalyesinde plaj manzaralı stories izliyor. Bu arada Gümrük Birliği modernizasyonu AB’nin çekmecesinde. Avrupa net: “hukukun üstünlüğü yoksa, anlaşma da yok.” Yani sadece sınır kapılarını değil, zihinsel sınırları da açmak gerekiyor.
Jeopolitik alanda işler daha da hassas. İsrail-İran gerilimi, Türkiye’yi tam da “ne sağdan geç, ne soldan” pozisyonuna itmiş durumda. Ortadoğu’da artan tansiyon, enerji rotaları ve lojistik dengeleri altüst edebilir. Türkiye, enerjide geçiş köprüsü olma iddiasını taşıyor ama köprü trafiğe açılmadan önce düzenli sinyal vermesi gerek. Aynı anda Rusya-Ukrayna savaşı da sürüyor, Karadeniz hattı hâlâ çalkantılı. Türkiye, bu tabloda diplomatik cambazlıktan ekonomik sonuç üretmek zorunda. Bu da ancak enerji çeşitliliğiyle mümkün. ExxonMobil’le LNG görüşmeleri umut verici ama sadece “görüştük” demekle gaz gelmiyor.
Altın ve döviz yatırımcının değil, artık sıradan vatandaşın gündemi. Çünkü insanlar artık yatırım değil, zararın en azını arıyor. Gram altın 2.700 TL’yi geçti; döviz kuru sabitlendi mi yoksa göz alıştı mı, hâlâ tartışılıyor. Borsa İstanbul ise performans sergiliyor gibi ama küçük yatırımcı hâlâ “yükseliyor da ben niye zenginleşmiyorum?” sorusunu soruyor. Çünkü kâr, yukarıda. Zarar ise fiilen mahallede.
Ve büyük mesele: geçim. Kiralar %100’leri çoktan devirdi. Et fiyatları değil, sanki mezat fiyatı. Maaşlar ise hâlâ aynı sokaktan geçmiyor. Asgari ücret zammı gündemde bile değil. Tüm bunlar olurken “yatırımcı güveni” konuşuluyor. Evet, yatırımcı güveni önemlidir. Ama vatandaş güveni daha da önemlidir. Çünkü bu ekonomiyi “yatırımcılar” değil, buzdolabı fişine bakanlar taşıyor.
Ne yapılmalı? Çok net: enflasyonla uyumlu maliye disiplini, öngörülebilir hukuk, enerji bağımlılığını azaltacak kontratlar, yatırımcıyı değil vatandaşı önceleyen reformlar. Şeffaflık. Ciddiyet. “Başarı hikâyesi” anlatmadan önce hikâyenin kahramanına, yani halka, hak ettiği saygıyı göstermek.
Yoksa tablo net: CDS primleri yükselir, döviz yeniden tırmanır, enflasyon “düşme” değil “alışma” sürecine girer. Turizm gelirleri gelir ama güvenlik algısı bozulursa turist yerine manşet gelir. Reformlar yine ertelenirse, ekonomik kırılganlık kalıcı olur.
Ekonomi hâlâ satranç ve tavla arasında sıkışmış durumda. Şans hâlâ oyunda. Ama strateji olmadan kazanılamaz. Ve halk artık, hem zarın adil atılmadığını hem tahtadaki taşların eksik olduğunu görüyor.