Çevre-Maden-İstihdam Denklemi
Madencilik; kalkınmanın lokomotifi olarak ekonomik büyümeyi yönlendirerek, istihdam yaratır. Doğrudan ekonomik katkılarına ek olarak, dolaylı olarak da çarpan etkisiyle diğer sektörlere olumlu katkılar sunar. Bu şekildeki katkısı doğrudan katkısına kıyasla çok daha fazla olabilir.
Aynı zamanda, tüm üretim alanlarında olduğu gibi madencilik de hızlı teknolojik ilerlemelere koşut olarak, insanların öğrenmesini ve beceri kazanmasını sağlayan bir sektördür.
Bu yönüyle, diğer sektörlerdeki şirketlerin üretkenlik yeteneklerini teşvik eder. Tedarikçi firmalardan mal ve hizmet satın almak ve alıcı firmalara hammadde-mineral temin etmek gibi fonksiyonları ile de ekonomik büyümeyi yönlendirir.
Refah düzeyinin artırılması, işsizliğin, yoksulluğun, dışa bağımlılığının azaltılması ve toplumsal barışın sağlanması gibi temel konular; ulusal kaynakların çevre dostu, rasyonel bir yaklaşımla değerlendirilmesini gerektirir. Öte yandan üretim sürecinde doğayla mücadele gerektiren özellikleri nedeniyle madencilik ve sürdürülebilirlik çelişen iki kavram olarak değerlendirilebilmektedir.
Doğaldır ki madencilik faaliyetleri sırasında, çevre ve toplum açısından ortaya çıkan olumsuz etkiler de bu iki kavramın çeliştikleri yönündeki algıyı besler niteliktedir. Öte yandan ülkelerin kalkınma ve gelişiminde önemli rol oynayan madencilik sektörü, çevre ve sürdürülebilirlik kavramına dayalı yaklaşımlar benimsemek durumundadır.
Sürdürülebilirlik; ekosistem ve kaynakların korunması ile ekonomik üretkenlik, istihdam, barınma, eğitim, sağlık gibi sosyal altyapının sağlanması arasındaki denge olarak tanımlanmaktadır. Sürdürülebilir kalkınma ise; insanlığın, gelecek nesillerin gereksinimlerini karşılama yeteneğini tehlikeye atmadan, kendi güncel ihtiyaçlarını karşılayabilmesine olanak verilmesi anlamını taşımaktadır.
Esasen madencilik; uygarlık için doğanın insan ve teknoloji gücü ile değiştirilmesi sürecidir. Bunun anlamı yaşamın her alanında gerekli olan madencilik de diğer sektörler gibi belirli oranda çevreye geçici zarar verebilir. Bununla birlikte yeraltı kaynaklarının hayatın her aşamasında kullanıldığı dikkate alındığında, madencilik faaliyetleri olmaksızın insanoğlunun varlığını sürdüremeyeceği de açıktır.
Üstelik, küresel nüfusun artmaya devam etmesi nedeniyle çok ve çeşitli endüstriyel hammaddelere olan talebin, artmaya devam edeceği de bir gerçekliktir. Öyle ise madenciliğin sürdürülebilir kalkınma hedeflerine katkıda bulunmasının yöntemleri mutlaka bulunmalıdır.
Bu bağlamda; ülkemiz özelinde, öncelikle ve özellikle popülist politik yaklaşımlarla körüklenmekte olan “maden mi-çevre mi?" dayatmasından kaçınılmalıdır. Maden üretim faaliyetlerinin çevre dostu bilimsel yaklaşımlarla yürütülmesi teşvik edilmelidir. Gerek İktidarın gerekse de muhalefetin bu yönde proje ve politika üretmeleri kaçınılmazdır.
Aynı zamanda, madencilik şirketlerinin de , sorumluluk almak, daha az atıkla üretmek, daha güvenli süreçler kullanmak, yeni sürdürülebilir teknolojiler kullanmak, yerel toplulukların refahını artırmak, emisyonları azaltmak ve çevre yönetimini geliştirmek gibi mecburiyetleri olmalıdır.
Günümüzde, madenciliğimizin; milli gelirdeki doğrudan payı; 8 milyar, katkı verdiği diğer sektörlerdeki payıyla birlikte 40 milyar dolar seviyesindedir.
Bu büyüklüklerle, doğrudan 180 bin, dolaylı olarak da 800 bin kişilik istihdam yaratmaktadır. Mevcut maden rezervlerimiz dikkate alındığında bu sektörden yeterince yaralanamadığımız anlaşılmaktadır.
Öyle ise hızlıca milli gelirdeki payı yüzde bir mertebesinde olan bu kaynaklarımızı daha etkin harekete geçirerek orta vadedeki payını yüzde üç seviyesine ve kalıcı istihdam sayısını da beş yüz bin kişiye ulaştırabilecek çözümleri üretmeliyiz.
Özetle, varlıklarımızı çeşitli popülist yaklaşımlarla değerlendirmekten caydıracak politikalar ülkemize egemen kılınmamalıdır. Bilinmelidir ki insanlığın giderek artan ölçüde gerek duyduğu stratejik doğal kaynak arzındaki yetersizlik, arz-talep eşitsizliği, erişilemezlik, fiyat artışı gibi konular, yurtta ve dünyada barış idealini dumura uğratacaktır. Çok daha büyük insani ve çevresel sorunlara neden olabilecektir.
Sonuç olarak ulusal çıkarlarımız açısından “Maden-Çevre-İstihdam” denklemini; uygun yol ve yöntemler bularak bir an önce çözmek zorundayız.
Bu yönde en büyük görev de politika üretmek durumunda olan kurumlarımıza düşmektedir.
Umarım farkındadırlar ve gereğini yapacaklardır.
Madencilik; kalkınmanın lokomotifi olarak ekonomik büyümeyi yönlendirerek, istihdam yaratır. Doğrudan ekonomik katkılarına ek olarak, dolaylı olarak da çarpan etkisiyle diğer sektörlere olumlu katkılar sunar. Bu şekildeki katkısı doğrudan katkısına kıyasla çok daha fazla olabilir.
Aynı zamanda, tüm üretim alanlarında olduğu gibi madencilik de hızlı teknolojik ilerlemelere koşut olarak, insanların öğrenmesini ve beceri kazanmasını sağlayan bir sektördür.
Bu yönüyle, diğer sektörlerdeki şirketlerin üretkenlik yeteneklerini teşvik eder. Tedarikçi firmalardan mal ve hizmet satın almak ve alıcı firmalara hammadde-mineral temin etmek gibi fonksiyonları ile de ekonomik büyümeyi yönlendirir.
Refah düzeyinin artırılması, işsizliğin, yoksulluğun, dışa bağımlılığının azaltılması ve toplumsal barışın sağlanması gibi temel konular; ulusal kaynakların çevre dostu, rasyonel bir yaklaşımla değerlendirilmesini gerektirir. Öte yandan üretim sürecinde doğayla mücadele gerektiren özellikleri nedeniyle madencilik ve sürdürülebilirlik çelişen iki kavram olarak değerlendirilebilmektedir.
Doğaldır ki madencilik faaliyetleri sırasında, çevre ve toplum açısından ortaya çıkan olumsuz etkiler de bu iki kavramın çeliştikleri yönündeki algıyı besler niteliktedir. Öte yandan ülkelerin kalkınma ve gelişiminde önemli rol oynayan madencilik sektörü, çevre ve sürdürülebilirlik kavramına dayalı yaklaşımlar benimsemek durumundadır.
Sürdürülebilirlik; ekosistem ve kaynakların korunması ile ekonomik üretkenlik, istihdam, barınma, eğitim, sağlık gibi sosyal altyapının sağlanması arasındaki denge olarak tanımlanmaktadır. Sürdürülebilir kalkınma ise; insanlığın, gelecek nesillerin gereksinimlerini karşılama yeteneğini tehlikeye atmadan, kendi güncel ihtiyaçlarını karşılayabilmesine olanak verilmesi anlamını taşımaktadır.
Esasen madencilik; uygarlık için doğanın insan ve teknoloji gücü ile değiştirilmesi sürecidir. Bunun anlamı yaşamın her alanında gerekli olan madencilik de diğer sektörler gibi belirli oranda çevreye geçici zarar verebilir. Bununla birlikte yeraltı kaynaklarının hayatın her aşamasında kullanıldığı dikkate alındığında, madencilik faaliyetleri olmaksızın insanoğlunun varlığını sürdüremeyeceği de açıktır.
Üstelik, küresel nüfusun artmaya devam etmesi nedeniyle çok ve çeşitli endüstriyel hammaddelere olan talebin, artmaya devam edeceği de bir gerçekliktir. Öyle ise madenciliğin sürdürülebilir kalkınma hedeflerine katkıda bulunmasının yöntemleri mutlaka bulunmalıdır.
Bu bağlamda; ülkemiz özelinde, öncelikle ve özellikle popülist politik yaklaşımlarla körüklenmekte olan “maden mi-çevre mi?" dayatmasından kaçınılmalıdır. Maden üretim faaliyetlerinin çevre dostu bilimsel yaklaşımlarla yürütülmesi teşvik edilmelidir. Gerek İktidarın gerekse de muhalefetin bu yönde proje ve politika üretmeleri kaçınılmazdır.
Aynı zamanda, madencilik şirketlerinin de , sorumluluk almak, daha az atıkla üretmek, daha güvenli süreçler kullanmak, yeni sürdürülebilir teknolojiler kullanmak, yerel toplulukların refahını artırmak, emisyonları azaltmak ve çevre yönetimini geliştirmek gibi mecburiyetleri olmalıdır.
Günümüzde, madenciliğimizin; milli gelirdeki doğrudan payı; 8 milyar, katkı verdiği diğer sektörlerdeki payıyla birlikte 40 milyar dolar seviyesindedir.
Bu büyüklüklerle, doğrudan 180 bin, dolaylı olarak da 800 bin kişilik istihdam yaratmaktadır. Mevcut maden rezervlerimiz dikkate alındığında bu sektörden yeterince yaralanamadığımız anlaşılmaktadır.
Öyle ise hızlıca milli gelirdeki payı yüzde bir mertebesinde olan bu kaynaklarımızı daha etkin harekete geçirerek orta vadedeki payını yüzde üç seviyesine ve kalıcı istihdam sayısını da beş yüz bin kişiye ulaştırabilecek çözümleri üretmeliyiz.
Özetle, varlıklarımızı çeşitli popülist yaklaşımlarla değerlendirmekten caydıracak politikalar ülkemize egemen kılınmamalıdır. Bilinmelidir ki insanlığın giderek artan ölçüde gerek duyduğu stratejik doğal kaynak arzındaki yetersizlik, arz-talep eşitsizliği, erişilemezlik, fiyat artışı gibi konular, yurtta ve dünyada barış idealini dumura uğratacaktır. Çok daha büyük insani ve çevresel sorunlara neden olabilecektir.
Sonuç olarak ulusal çıkarlarımız açısından “Maden-Çevre-İstihdam” denklemini; uygun yol ve yöntemler bularak bir an önce çözmek zorundayız.
Bu yönde en büyük görev de politika üretmek durumunda olan kurumlarımıza düşmektedir.
Umarım farkındadırlar ve gereğini yapacaklardır.