Bir zamanlar sadece bilimkurgu romanlarında rastladığımız hayaller bugün birer manşet haline gelmiş durumda.
Uzaya gitmek artık devletlerin tekelinde değil; dev şirketlerin, milyarderlerin ve hatta macera arayan turistlerin hedefi haline geldi. Gökyüzünün ötesinde yeni bir ekonomi doğuyor ve bu ekonomi, yalnızca teknoloji değil aynı zamanda prestij, diplomasi ve gelecek nesillerin kaderiyle ilgili. Peki, dünya bu yarışta nereye koşuyor? Ticari uzay sektörü neden bu kadar popüler hale geldi? Daha da önemlisi, Türkiye bu resmin neresinde?
Bir Zamanlar Uzay Devletlerin Egemenliğindeydi
Soğuk Savaş yıllarında, ABD ile Sovyetler Birliği’nin Ay’a kim önce varacak yarışı, insanlık tarihinin en pahalı ve prestijli rekabetlerinden biriydi. Ardından gelen durgunluk yıllarında uzay, yine devletlerin elinde kaldı ama ekonomik getirisi olmayan bir “lüks” gibi görülmeye başlandı. Ancak 21. yüzyıl ile birlikte kartlar yeniden dağıtıldı.
Özel sektör, “neden sadece devletler uzaya gidiyor?” diye sordu. Bu soruyu soranlardan biri Elon Musk’tı. Bugün onun şirketi SpaceX, NASA’ya roket kiralıyor, astronot taşıyor, uydular gönderiyor ve hatta Mars’a koloni kurmanın planlarını yapıyor. Blue Origin, Virgin Galactic ve Axiom Space gibi firmalar da bu pastadan pay almanın peşinde. Üstelik artık mesele sadece roket göndermek değil; internet, savunma, tarım, enerji ve hatta turizm gibi alanlar da işin içinde. Uzayın kendisi, yeni bir sanayi devriminin arenası haline geldi.
Dünya Beş Yıl İçinde Nerede Olacak?
Önümüzdeki beş yıl, uzay ekonomisinin kaderini belirleyecek dönüm noktalarından biri olabilir. Öngörülere göre 2030’a kadar küresel uzay ekonomisinin 1 trilyon dolara ulaşması bekleniyor.
Bu süreçte neler olacak?
Uzay turizmi artık fantezi değil. Jeff Bezos’un Blue Origin şirketi ile 11 dakikalık bir yörünge uçuşu yapmak mümkün. Bilet fiyatları dudak uçuklatsa da zamanla bu deneyim, üst gelir grubunun gözdesi haline gelebilir.
Uydu takımyıldızları, özellikle Starlink sayesinde, internetsiz köy kalmayacak deniyor. Bu da bilgiye erişimde devrim niteliğinde olabilir.
Ay ve Mars görevleri, hem devletlerin hem şirketlerin yeni gözdesi. Ay’da üs kurma, Mars’a insan gönderme gibi projeler artık prototip aşamasında değil; takvime bağlanmış durumda.
Uzaydan enerji aktarımı, bilimkurgunun bir diğer alanıydı. Ancak Baiju Bhatt gibi yatırımcılar, yörüngedeki panellerle enerji toplayıp dünyaya mikrodalga olarak göndermeyi ciddi ciddi planlıyor.
Kısacası, uzay artık sadece “çıkıp bir fotoğraf çekelim” yeri değil. Para kazandırıyor, teknolojiye yön veriyor ve stratejik üstünlük sağlıyor. Hatta bunun dışında tarım alanlarının ve sulamanın takip edilmesi, balıkçılık rotalarının çizilmesi, ormancılık alanlarının takip edilmesi, doğal madenlerin aranması gibi bir çok konuda uzay teknolojileri ön plana çıkmış durumda.
Peki Türkiye Bu Yarışta Nerede?
2021’de açıklanan Milli Uzay Programı, Türkiye’nin bu alandaki ilk sistemli yol haritası oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Ay’a sert iniş” hedefiyle dikkatleri üzerine çekti.
Bugüne kadar atılan bazı somut adımları şöyle özetleyebiliriz:
Türksat 6A, Türkiye'nin ilk yerli haberleşme uydusu, 2024'te SpaceX roketiyle uzaya fırlatıldı. Bu adım, dışa bağımlılığı azaltma yönünde önemli bir eşik.
Türkiye Uzay Ajansı (TUA), önümüzdeki 10 yıl içinde 10.000 uzay uzmanı yetiştirmeyi hedefliyor. Bu, insan kaynağının zayıf olduğu bir alanda uzun vadeli düşünmenin göstergesi.
Türk astronot Alper Gezeravcı'nın uzaya gönderilmesi, kamuoyunun ilgisini çekti ve gençler için bir “ilham hikayesi” doğurdu.
Tüm bunlar umut verici. Ancak gerçek şu ki, uzay çalışmaları sadece niyetle değil, yatırım ve süreklilikle yürütülüyor. Türkiye, bu yarışta yer almak istiyorsa, sabırla ama ısrarla devam etmeli ve daha çok bütçeler ayırmalı.
Uzay Açısından Ülkemizin Rotası
Türkiye, dünya konjektüründe bu yarışa geç katıldı. Ne ABD gibi onlarca yıl öncesinden gelen altyapısı var ne de Çin gibi merkezi planlamayla çok büyük bütçeler ayırabiliyor. Ancak geç kalmak, hiç başlamamaktan iyidir. Hele ki genç nüfusu, mühendislik altyapısı ve stratejik konumu göz önüne alındığında, Türkiye'nin bu alanda söyleyecek sözü çok olabilir, hatta iyi bir planlamayla ülkemiz bu konuda ilk 10 ülke arasına kolaylıkla girebilir.
Önemli olan şu: Uzay projeleri, kısa vadeli çalışmalar değil; uzun vadeli devlet politikalarıdır. Günlük ekonomi politikalarından bağımsız olarak devam etmelidir. Tıpkı bir ülkenin savunma sanayi veya tarım politikası gibi, uzay politikası da milli güvenlikten bilimsel gelişmeye kadar birçok alanı etkiliyor. Gençlere yatırım yapmak, Ar-Ge’yi desteklemek, üniversite-sanayi iş birliğini artırmak bu işin olmazsa olmazı. Uzay Vatan ülkemizin ve milli güvenliğimizin olmazsa olmazıdır ve herşey sadece devletten beklenmemeli aynı zamanda özel sektörümüz de elini taşın altına sokmalı ve gelecekte iyi bir kar elde edebilceği uzay sektörüne devlet-üniversite-özel sektör üçgeninde katkıda bulunmalıdır.
Gökyüzü Artık Sınır Değil, Başlangıç
Eskiden “gökyüzü sınırdır” derdik. Şimdi ise gökyüzü sadece bir başlangıç. Ay’da üs kurma hayali, Mars’a koloni, uzayda enerji santrali… Bunlar artık uzak değil. Bu yeni dünyada yerimizi almak istiyorsak, teknoloji üretmeli, bilim insanlarımızı desteklemeli, gençlerin hayal kurmasına alan açmalıyız. Çünkü bu yarış, sadece roketleri kim daha uzağa gönderiyor yarışı değil; aynı zamanda kim daha iyi hayal kurabiliyor ve o hayali kim gerçeğe dönüştürebiliyor yarışı.
Türkiye, geçmişiyle değil, geleceğiyle uzayda yer alacak. Yeter ki bu yolda istikrarla ve inatla yürüyelim.