Genetik Bilmi ile Gıdanın Geleceği
2015 yılında Minnesota Üniversitesinde yapılan analizler, dünya nüfusun her yıl 75 milyon kişi artmakta olduğunu gösterdi.
Avrupa İstatistik Ofisi’nin 2019 verilerine göre Türkiye’nin nüfusunun 80,5 milyon olduğunu göz önüne alırsak, her yıl 75 milyon kişilik bir artışın ne kadar ciddi bir sayı olduğu görülebilir. Bugün yeryüzündeki nüfusumuz 7.845 milyara ulaşmış durumda ve bu hızla artmaya devam ederse 2040 yılında dünya nüfusunun 9 milyara ulaşması bekleniyor. Günümüzde bile birçok sebepten ötürü kıtlıkla mücadele ediyorken, nüfusumuz 9 milyar civarında bir sayıya ulaştığında, yiyecek tedariki konusunda ciddi sorunlar yaşamamız olası. O hâlde, gezegenimizi tahrip etmeden artan nüfusun yiyecek ihtiyacını nasıl karşılayacağız?
Uzun bir süredir, özellikle 1750’li yıllarda başlayan Sanayi Devrimi’nin sebep olduğu oldukça büyük bir problemle yüzleşiyoruz: iklim değişikliği. Her ne kadar en büyük problemlerden biri olsa da tek problemimiz bu değil.
Yüzleşmemiz gereken çok sayıda yıkıcı gerçek var! En büyüklerinden biri de, belki de en büyüğü, tarımdaki küresel krizler. Tarımdaki krizleri oluşturan doğal kaynaklar üzerindeki baskının bazı temel nedenleri vardır: nüfus artışı, et ve süt ürünlerinin tüketimi, enerji maliyetleri ve biyoenerji üretimi.
Dünya üzerindeki alanların %40’ından fazlası tarım arazisi olarak kullanılmaktadır. Bu da yaklaşık 16 milyon kilometrekare alanın tarım için kullanıldığı anlamına gelir; yani neredeyse Güney Amerika Kıtası büyüklüğünde bir alandan bahsediyoruz! Otlak alanları ise küresel çapta 30 milyon kilometrekareye yayılmıştır.
Bu da neredeyse Afrika Kıtası büyüklüğünde bir alan demektir! Tarım faaliyetleri, kentsel ve banliyö alanların toplamından 60 kat fazla büyüklükte bir alana yayılmıştır.
Ayrıca yeryüzünde en fazla su, tarım alanlarının sulanmasında kullanılmaktadır. Her yıl küresel çapta ekinlerin sulanmasına yaklaşık 2.800 kilometreküp su harcıyoruz. Fiziksel olarak ifade etmek gerekirse bu miktar, bir yıl boyunca her gün Empire State Binası büyüklüğündeki 7.305 binanın içini tamamen suyla doldurabilecek miktardadır!
Günümüzde çok sayıda büyük nehrin debisi oldukça azalmış ve hatta bazı nehir ve göller çoktan kurumuştur. Örneğin 40 yıl öncesine kadar dünyanın en büyük 4. gölü olarak sayılan Aral Gölü’nün %90’ı sadece son 40 yıl içerisinde kurudu ve çöle dönüştü. Veya artık Colorado Nehri, eskiden olduğu gibi
okyanusa dökülmüyor; çünkü bünyesinde o düzeyde su barındırmıyor. Bunun yanında kimyasal gübrelerin kullanılmaya başlanması topraktaki fosfor ve nitrojen oranını iki kattan fazla artırdı. Tüm bu olanlar; geniş çaplı su kirliliklerine, ayrıca göllerin ve nehirlerin kurumasına yol açtı.
Son zamanlarda şaşırtıcı bir şekilde bilim insanları, tarımsal faaliyetlerin iklim değişikliğinin en büyük sebebi olduğuna dair kanıtlar ileri sürmeye başladı. Yapılan son araştırmalar, sera gazı emisyonunun yaklaşık %30’undan tarımsal faaliyetlerin sorumlu olduğunu gösterdi. Bu oran, elektrik ve endüstrinin sebep olduğu veya tüm uçak, tren ve otomobillerin sebep olduğu emisyondan çok daha fazla. Tarımsal faaliyetlerin sebep olduğu emisyonun büyük çoğunluğunda üç temel faktör etkilidir: ormanların tahribi, hayvan otlaklarından ve pirinç tarlalarından salınan metan gazı ve aşırı gübrelemeden kaynaklanan nitröz oksit.
Tüm bu bahsettiklerimizden de kolaylıkla anlaşılabileceği gibi dünyayı tarımdan daha fazla değiştiren ve hayatta kalmamız için daha önemli bir şey yoktur. Bu noktada şu ikilemle karşılaşırız: Dünya nüfusu birkaç milyar insan daha büyüdüğünde küresel yiyecek üretimini iki, hatta belki üç katına çıkarmamız gerekecek.
Bu noktada küresel çapta bir üretim birliği sağlayıp gerçekçi çözümlere de yatırım yapmamız gerekecek. Örneğin çiftçilerin teşviki, hassas tarım uygulamalarına geçilmesi, yeni mahsul çeşitleri üretilmesi, damlama ile sulama yönteminin tercih edilmesi, kirli suların geri dönüştürülmesi, daha verimli toprak işleme yöntemlerinin kullanılması ve akıllı beslenme düzenlerine geçilmesi yapmamız gereken yatırımlardan bazılarıdır.
Tüm bu yatırımların yapılabilmesi için ticari tarım savunucularının, çevresel korumacıların ve organik tarımcıların işbirliği yapması gerekir. Tek bir kritere dayalı çözümler, verimli ve uzun vadeli olmayacaktır. Dolayısıyla uzun vadeli çözümler üretebilmek için sektörler arası işbirliği yapmalı, yaratıcı fikirler geliştirmeli ve yapılan çalışmaları kararlı bir şekilde yürütmeliyiz. Dünyadaki tüm nüfusun yiyecek ihtiyacını karşılamak konusunda başarısız olmak gibi bir seçeneğimiz yok! Peki gezegenimize zarar vermeden tüm nüfusun yiyecek ihtiyacını karşılayabilecek miyiz?
Yaklaşık 10.000 yıl önce ilk ilkel evcilleştirme; buğday, pirinç ve mısır bitkileri üzerinde yapıldı. Birkaç bin yıl sonra ise ilk aşılama yapıldı. Aşılama basitçe iki türün bir bitkide karıştırılması olduğundan biyoteknolojinin ilkel örneklerinden biri olarak sayılabilir. Tarım yöntemlerindeki en çok gelişmenin ise son 400
yılda olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin 1866 yılında Gregor Mendel, kalıtımın temel ilkelerini keşfetti. 1876 yılında ilk defa türler arası çaprazlamalar yapıldı. İlk çaprazlama iki farklı tür olan buğday ve çavdar bitkisi arasında yapıldı. İlerleyen yıllarda mutasyon ıslahı yapılmaya başlandı. 1973 yılında ilk kez rekombinant DNA molekülü keşfedildi. Ve 1993 yılında ilk genetik olarak değiştirilmiş mahsuller üretildi. O zamandan beri ekinler üzerinde yapılan genetik mühendisliği çalışmalarının hızla artmakta olduğunu biliyoruz. 2005 yılına gelindiğinde çiftçiler ve genetik mühendisleri, bir milyar dönüm genetik olarak değiştirilmiş mahsul üretmişti.
Günümüzde ise bu sayı 3 milyar dönümü aşmış durumda. Genetik mühendisliği ve hassas ıslah yöntemleri, geleneksel ıslah çalışmalarından oldukça farklıdır. Hassas ıslah çalışmaları, işaretleyici destekli üreme yöntemleri olarak da ifade edilen modern genetik yaklaşımlardır. Islah çalışmalarında yıllardır yapılan şey; bir türün polenlerini alıp başka bir türün dişi çiçeğine bırakarak döllenmelerini sağlamak, dolayısıyla farklı iki türün genlerini karıştırmaktır.
Geleneksel ıslah yöntemlerinde gen transferi, sınırlı bir şekilde yakından akraba olan türler arasında yapılabilir. Bunun aksine hassas ıslah yöntemleri ve genetik mühendisliği, sınırsız ıslah yapabilme şansı sunar. Herhangi bir türden gelen spesifik olarak seçilmiş bir geni, istediğiniz herhangi bir türün genomuna ekleyebilirsiniz.
Sonuç olarak, şunu net bir şekilde söyleyebiliriz: Milyarlarca insanı sağlıklı bir şekilde doyurmak veya sürdürülebilir tarımcılık gibi devasa karmaşıklıktaki çabalar söz konusu olduğunda, tek bir yaklaşımın genel geçer bir şekilde bütün sorunları silip atmasını beklemek doğru değildir. Sadece organik tanım, sadece bitki ıslahı, sadece genetiği değiştirilmiş organizmalar, sadece o veya bu yöntem ile bütün sorunlarımızı silmeyi ummak, hataya düşmemize neden olacaktır.
Birçok kompleks sorun karşısında olduğu gibi, besin üretimi ve sürdürülebilir tarımcılık konusunda da modern bilimin bütün dallarından faydalanmayı bilmeli, insanlar da dahil olmak üzere bütün canlılar ve çevre için en verimli sonuçları, en etkili şekilde bulmayı hedeflemeliyiz.
Çeşitli nedenlerle o veya bu çözüme/yönteme sırt çevirmek, insanlık olarak karşılaştığımız en zorlu problemler karşısında kullanabileceğimiz silahları o kadar zayıflatmak demektir.
Eğer bu sorunların üstesinden geleceksek, bilimin tüm yöntemlerine ihtiyacımız olacak.