GELENEKSEL MEDYANIN GELECEĞİ:
HABERTÜRK’ÜN BASILI YAYINA SON VERMESİNİN ARDINDAN- II
Gazetelerin iş modeli açısından Küresel Finansal Krizin başladığı 2008 yılının son çeyreği ve 2009 yılının bir dönüm noktası olduğunu söylemiştim bir önceki yazımda. Tam bir matematik meraklısı olarak bunun sonuçlarını açıklamaya ve sizleri sayılara boğmaya başlamıştım ki bir dur dedim kendime… Olay sadece krizden ibaret değildi elbette (Sayılara birazdan boğacağım, vazgeçtim sanmayın) … Eş zamanlı bir şeyler daha oluyordu, finansal kriz de bunu alevlendiriyordu daha çok. Benim üniversitede iletişim fakültesi son sınıf öğrencilerime medya işletmeciliği dersini anlatırken sorduğum ve çoğu zaman yanlış cevap aldığım bir soru var. Belki burada sizlere sorsam sizler de öğrencilerimle aynı yanıtı verebilirsiniz. Sorum şu: dünya çapında 70 küsur ülkede yapılan bir araştırmaya göre insanların günde en çok vakit ayırdığı medya mecrası hangisidir? Hatta bunu çoğu zaman vize sorusu olarak da soruyorum ve gelen cevap sıklıkla “internet” oluyor. Doğru cevap aslında televizyon, en azından henüz böyle Ama internetle ilgili olan gerçek şu ki insanların zamanından en çok pay alma yolunda en hızlı artış gösteren mecra. Geçtiğimiz üç yıla baktığımızda internet demek bile neredeyse eksik bir bilgi oluyor. Neden derseniz son üç yılda mobil internete ayrılan zaman masaüstü internete ayrılan zamanı da geçti ve hızla da artmaya devam ediyor. Düşünsenize yani gözlüğümün numarası artmamış olsa bu yazıyı cep telefonundan yazıp, cep telefonundan yollayabiliyorum. Bu bilgiyi alıp bir kenara koyalım…Dönelim geleneksel medyanın iş modeline. Bir gazetenin ilk akla gelen iki gelir çeşidi tiraj ve reklam desem sanırım kimsenin buna itirazı olmaz. Hatta çoğu zaman gazetelerin klasik iş modelinde uyguladığı taktik tirajını mümkün olduğu kadar yüksek tutmak ve reklam verenlere de bak ben şu kadar çok kişiye (tercihen ABC1 sosyoekonomik gruptan) erişiyorum, sen reklamlarını bana ver demek olur. Hatta bu uğurda gazete satış fiyatları gazete üretme maliyetinin altında bile tutulur. Nasıl olsa reklamlar akıp taştığı için zararına gazete satmak kimseyi çok da üzmez. En azından Türkiye’de bizim durumumuz bir zamanlar böyleydi. Hala da gazete satış fiyatları düşük ama reklam gelirleri öyle sular seller gibi yağmıyor. Problemin önemli bir kısmı da buradan kaynaklanıyor. Yurtdışındaki durum ülkeden ülkeye değişiklik gösterebiliyor gözlemlediğim kadarıyla ama gazete satış fiyatı bizimki kadar düşüğü var mı emin değilim. İşte 2008 ve 2009’da ekonomileri dibe vurduran krizde önce 2007’ye kadar azar azar görülen tiraj azalışının derinleşmesi, beraberinde yazılı basın reklam gelirlerinin düşüşü bu iş modelini kökünden sarstı. Bu gelişmelerle birlikte dünya reklam gelirlerinin önceleri yavaş yavaş sonraları koşa koşa internete doğru kayması on yıllardan beri geçerli olan gazetelerin işleyiş biçimini çatırdatmaya başladı. Kendi bütçemizi düşündüğümüzde nasıl gelirlerimiz azaldığında ilk olarak lüzumsuz bulduğumuz harcamalarımızı kesiyorsak reklam veren konumundaki şirketler de kriz döneminde ilk olarak pazarlama ve reklam gelirlerini kestiler veya daha ucuz alternatifleri tercih ettiler. Aslında burada bir parantez açarak kriz döneminde herkes reklam harcamasını keserken kesmeyerek markasına yatırım yapanlar uzun vadede kazanır savının da oldukça geçerli örnekleri var ama çoğunluğun yaptığı kesmek yönünde oluyor genelde…İnternete ucuz alternatif demek elbette haksızlık olur. İnternet ve mobil platformlarda haber okumak ve vakit geçirmek epey bir süredir bir yaşam biçimi haline geldi. İnsanlar yolda karşıdan karşıya geçerken bile telefonlarından mesajlarını kontrol etmekten kendilerini alamıyorlar günümüzde. Ama fiyat olarak televizyonda veya gazetede reklam veremeyenlerin internetteki fiyat alternatifleriyle daha rahatlıkla reklam verebildiklerini söyleyebiliriz. Bunu Dünya Gazeteler Birliği’nin (WAN), Basın Trendleri Raporunda okuduğum bir bilgiyle destekleyecek olursam, yakın zamana kadar gazeteler basılı gazetede kazandıkları her 7 Dolar’a karşılık internette 1 Dolar kazanabiliyorlar oldukları örneğini verebilirim.Velhasıl internetin ayak seslerine bir de kriz ortamıyla eklenen reklam bütçelerinden alınan pay düşüşü eklenince 2008 ve 2009 yılları gazetelerin değişmesini mecbur kılan yıllar oldu… 2009 yılında İngiltere’de internetin ülkedeki reklam harcamalarından aldığı pay televizyonları bile geçerek birinci sıraya yerleşti. İngiltere bu gelişmenin yaşandığı ilk büyük ekonomi olurken Danimarka’da internetin en çok tercih edilen reklam mecrası olması İngiltere’den de altı ay önce olmuştu. Dünya reklam harcamalarının %30’undan fazlasını elinde tutan ABD ve küresel toplamda internetin bir numarayı alması 2017’yi bulsa da 2008’den başlayarak internet etrafımızı kuşatmaya başladı desek yeridir. Böyle bir ortamda gazeteler için dönüşüm farz oldu… 2009 yılının şubat ayında The Atlantic adlı dergide bugün dönüşümün en başarılı örneği olarak gösterilen New York Times’ın basılı gazetesini çok yakında mesela 2009 mayısında durdurabileceği yönünde bir makale çıkmış gazetenin 1 Milyar Dolarlık borcunun vadesi gelen 400 Milyon Dolar’ını ödeyemezse ne olur senaryosu üzerinde durulmuştur. Şimdilerde gazete 2020’de 10 milyon aboneye ulaşma hedefini ilan etmiş durumda, abonelik gelirleri 1 Milyar Dolar’ı aşmış durumda ve bunun %34’ü dijital abonelikten geliyor… Şirketin 558 Milyon Dolarlık reklam gelirlerinin de %43’ü dijitalden geliyor bu arada…Üç yıl önce gazete gelirlerinin %40’ı reklamdan elde ederken, bugün %33’ünü reklamdan elde ediyor. Abonelik ve içerik yani gazeteden elde edilen gelirlerin önemi her geçen gün artıyor. İşte dönüşümün ipuçları burada ve esnek de olsa ödeme duvarı kurabilmekte yatıyor.Habertürk’ün sadece online yayıncılığa geçmesi dönüşüm mü değil mi konusuna yine gelemedim… Sizleri çok fazla sıkmadan anlatmak adına arkası yarın diyorum…