Geçtiğimiz hafta Dünya Ormancılık ve Su Günüydü.
Ancak bu günlerde Ormanların sesi, suların rengi değişti. Bunların sonucunda yetmezmiş gibi sosyal yaşam da değişti. KOVİD 19 Pandemi nedeniyle #Evdekal çağrısına uyarak bir çok insan gibi evdeyiz.
Ormanların sesinin değişmesinin nedeni tahribat her türlü çoğaldı. Orman alanları daraldı. Hem de inanılmaz bir biçimde daraldı. Daralma tüm hızıyla devam ediyor. Daralma devam ettikçe yaban hayatı da sığınacak yer arıyor. Bulamayınca yok oluş hızlanıyor.
Orman Bakanlığınca TBMM de verilen soru önergesine verilen cevaptan öğreniyoruz ki, son on yılda 28.193 maden izni verilmiş. Günümüzde de verilmeye devam ediyor. Sadece madencilik değil, Ahşap sektörünün talebi doğrultusunda 2020 sonunda 2,5 kat artmış olacak. Bu artış ormanların yok olmasını hızlandıracak. Ahşap sektörünün ucuz hammadde gereksinimi orman ekosistemlerimize zarar verecek. Ormanları varlık değil, kaynak olarak görmeye devam edersek bu sayı daha da artacak.
Dünyanın bir çok yerinde ormanlardan “dikkat hayvan çıkar” tabelası var iken, bizim ormanlarımızda da “Dikkat kamyon çıkar “ tabelası var. Bizim ormanlarımızdan da “dikkat hayvan çıkar” tabelasını gördüğümüzde doğal ve sosyal yaşam da dengeye gelecektir.
Ormanlarımız daraldı.. Suyumuz kirlendi. Suyumuz azaldı.. Bunları anlatarak, farkındalık yaratmak ve bilinç oluşmasını sağlamak için her yıl bir etkinlik düzenliyorduk. Bu yıl tüm dünyada yaşanan salgın nedeniyle iptal ettik.
Orman Genel Müdürlüğü’nün resmi verilerine göre; 2005 yılında Türkiye ormanlarından 13,9 milyon metreküp odun üretimi yapılırken, bu rakam 2018 yılında 22,7 milyon metreküpe ulaşmıştır. Bakan Pakdemirli’nin ifadesine göre 2020 yılı için öngördükleri 31 milyon metreküp hedefi tutturulursa, ülkedeki odun üretimi miktarı sadece 15 yıl içinde 2.5 kata yakın arttırılmış olacak. Bu miktar, önceki dönemlere göre kabul edilemez bir artışı ifade ediyor ve ormanların geleceğini tehdit ediyor.
Bu artışın nedeninin; ahşap esaslı levha sektörünün hammadde gereksiniminin daha ucuz şekilde karşılanması isteği olduğu iddia ediliyor. Bu sektörün yanlış kapasite planlanması ve son iki yıldaki Türk Lirası aleyhindeki kur değişimleri nedeniyle ithal hammaddede yaşanan aşırı fiyat artışından kaynaklanan yüksek hammadde maliyeti gibi sorunlarının, ülkemiz odun üretiminin artırılarak orman ekosistemlerimize zarar verecek şekilde çözülmeye çalışıldığı söylenebilir.
Ormancılık çalışmalarının tek beklentisinin ormandan sağlanacak gelir olmadığını, aslolanın orman ekosistemlerinin varlığının sağlıklı bir şekilde devamının sağlanması olduğunu bütün ormancılar bilir. Ormancılık etkinliklerinin koruma, bakım, geliştirme noktasında arttırılması gerekirken, ormanların korunması yerine, “ekonomik büyüme” için gözden çıkarılmaması gerekir. Ormanlarımız için büyük bir yıkım getirecek bu tür girişimlerin bir an önce durdurulması, ancak ormancı meslek örgütleri, doğa koruma örgütleri ve halkın yoğun ilgi ve mücadelesiyle sağlanabilecektir.
Kaynak https://www.birgun.net/haber/odun-uretiminde-asiri-artis-ormanlarimizi-tehdit-ediyor-292594
2019'un en'i kuşkusuz hektarda yaklaşık 3 m3 odun üretimi ile (yaklaşık 25 milyon m3 toplam üretim ve yaklaşık 8 milyon ha odun üretimi yapılabilir orman alanı) OGM'nin ta kendisi. Hektardaki odun üretimi Kanada'da 0,47; Rusya'da 1,10 ve bizden sonra en kötü Brezilya'da 2,10 m3.
Biyologlar ve iktisatçılar, günümüzde doğanın insan çabasını desteklemesinin birçok yolunu ifade eden ekosistem hizmetleri - terimini kullanıyorlar. Ormanlar, örneğin içtiğimiz suyu filtreler ve kuşlar ve arılar her ikisi de önemli ekonomik ve biyolojik değere sahip olan bitkileri tozlaştırır.
Doğal dünyayı anlayamaz ve ilgilenemezsek, bu sistemlerin bozulmasına neden olabilir ve bize çok az şey bildiğimiz şekilde musallat olabilir. Kritik bir örnek, salgınların çoğunun (AIDS, Ebola, Batı Nil, SARS, Lyme hastalığı ve son birkaç on yılda meydana gelen yüzlerce daha fazla) sadece gerçekleşmediğini gösteren gelişmekte olan bir bulaşıcı hastalık modelidir. Bunlar insanların doğaya yaptıkları şeylerin bir sonucudur.
Kaynak: https://www.nytimes.com/2012/07/15/sunday-review/the-ecology-of-disease.html?auth=link-dismiss-google1tap&fbclid=IwAR3NdryNQK-vApGFPFYYjHDIYQLLuh3aldZ_KT0jV4zx3q_xYxi8Zoy56CM
Doğaya yapılan zulmün hesabı da bedeli de ağır oluyor. Can ve mal ile ödeniyor. Her şeyi yasalara kanunlara yönetmeliliklere göre yapsanız da, ÇED olumlu, ÇED gerekli değil, deseniz de, Doğa bu planlardan anlamaz. Su akar yolunu bulur der.. Yoluna yaptıklarınızı yok eder, geçer gider. 17 Ağustos 1999 depreminde denizi doldurup kazanım elde edildiği düşünüldü. Ama zamanı gelince hepsini geri aldı. Hesabı can ve mal olarak ödetti.
Yaklaşık 40 yıldır, günlük çıkarlar uğruna milyonlarca canı yok ettik. Bölgemizdeki en çarpıcı örnek ergene’dir. Yaşı yarım asrı devirenler, doğaya çıktıklarında ‘bizim zamanımızda şurada pınar, şurada kaynak vardı, pırıl pırıl su akardı’ diye söze başlarlar. Ergene’de tutulan yayın ve sazan balıklarını anlatırlar.
‘Yüzmeyi orada öğrendik’ derler. ‘Peki, şimdi neden balık yok? Neden yüzemiyorsunuz?’ dediğinizde verilen cevap ‘Çok kirli’, ‘Çok kötü kokuyor’. Çünkü Ergeneden su değil, sıvı akıyor. İyi de, temiz olan su ve içinde ki yaşam neden yok oldu? Kim yok etti? Asıl sorun da burada. Doğal varlıkların yok olmasındaki en büyük etken yanlış planlamalar ve bu planları yapanlar ve onaylayanlardır. Yanlış planlara dava açınca da ‘Bunlar her şeye karşı çıkıyor’ diyorlar.
Bizler sadece ‘yaşamı savunuyoruz’ Yaşam için de milyonlarca yıldır, yaşam kaynağı olan doğal varlıklarımızı korumak ve gelecek nesillere yaşanabilir bir Dünya bırakma derdindeyiz
Doğaya ihanetin intikamı hemen olmasa da, sabreder, sabreder, ama günü geldiğinde, o gün bir gün elbet geliyor. . Deve kini deve inadı deyimi vardır. Deve yapılanı ve yapanı unutmaz. Kendisine eziyet eden eski sahibine 40 yıl sonra çifte atıp yere sererken, “çok çabuk oldu. “ demiş..
Dağlara, denizlere, derelere , ormanlara ve hayvanlara yapılmadık eziyet kalmadı. Yaşadığımız dünya burası. Yaşadığımız yeri günlük çıkarlar uğruna yok ediyorlar. Yarınları düşünmeden yok ediyorlar. Yok eden kim diye baktığımız da azgın bir azınlık var. Hiçbir şey umurlarında değil. Daha çok, daha çok, çoook daha çok, kazanmak adına her şeyi yok ediyorlar.
Aslında bir an düşünseler. Günümüzde yaşadığımız KOVİD19 salgını en güçlü makamları, en güçlü ekonomileri nasıl yok ediyor. Anlayın artık. Bu dünya 3 günlük.. Geldik ve bizden öncekilerin gittiği gibi gidiyoruz. 3 günlük dünyanın misafirleriyiz.Neden 3 günlük derler.. Dün .. Bugün … Yarın… ?
Dün bitti. Bugünü yaşadık.. Yarın gidiyoruz..
Biz dünyayı bir an ferahlayınca hatırlıyoruz. “Oh be dünya varmış “ diyoruz. Ama dünya her geçen gün daha kötüye gidiyor. Tahribat bu şekilde devam ederse, gelecek yok.. Dünyamız için oh be dünya varmış yerine bir varmış bir yokmuş.. demeye az kaldı.
Üyesi olduğum DOSDER (Doğa ve Sürdürülebilirlik Derneği ) diyor ki “Çok geriye gitmeden 1972 yılında Stockholm Konferansından sonra "Ortak Geleceğimiz" Raporunu hazırlayan, 1992 Rio de Janeiro'da İklim Değişikliği Sözleşmesi ve Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesini imzaya açan, doğayı yok etmenin salgın hastalıklara ve böcek istilâlarına neden olacağını sürekli anlatan doğa bilimcileri ve doğa savunucularına selam olsun. Sadece 48 yılda söylediğiniz noktaya geldik. Milyonlarca yılda yeryüzünü insan için elverişli hale getiren ekosistemlerin içinde barındırdığı çeşitlilik ile birlikte korunması gerektiği mesajınızı en gelişmiş canlı organizmaya ilkel bir canlı organizma iletiyor şu anda.”
Temennimiz “Suların temiz aktığı içilebilir pınarlar, Yaban hayatının özgürce yaşadığı ormanlar olsun ki. İnsanoğlu doğal alanların korunmasının önemini anlamış olsun, yok etmenin bedelinin ağır olacağını öğrenmiş olsun.”
Göksal Çidem
Kırklareli Kent Konseyi
Çevre Meclisi Başkanı
Ormanların sesinin değişmesinin nedeni tahribat her türlü çoğaldı. Orman alanları daraldı. Hem de inanılmaz bir biçimde daraldı. Daralma tüm hızıyla devam ediyor. Daralma devam ettikçe yaban hayatı da sığınacak yer arıyor. Bulamayınca yok oluş hızlanıyor.
Orman Bakanlığınca TBMM de verilen soru önergesine verilen cevaptan öğreniyoruz ki, son on yılda 28.193 maden izni verilmiş. Günümüzde de verilmeye devam ediyor. Sadece madencilik değil, Ahşap sektörünün talebi doğrultusunda 2020 sonunda 2,5 kat artmış olacak. Bu artış ormanların yok olmasını hızlandıracak. Ahşap sektörünün ucuz hammadde gereksinimi orman ekosistemlerimize zarar verecek. Ormanları varlık değil, kaynak olarak görmeye devam edersek bu sayı daha da artacak.
Dünyanın bir çok yerinde ormanlardan “dikkat hayvan çıkar” tabelası var iken, bizim ormanlarımızda da “Dikkat kamyon çıkar “ tabelası var. Bizim ormanlarımızdan da “dikkat hayvan çıkar” tabelasını gördüğümüzde doğal ve sosyal yaşam da dengeye gelecektir.
Ormanlarımız daraldı.. Suyumuz kirlendi. Suyumuz azaldı.. Bunları anlatarak, farkındalık yaratmak ve bilinç oluşmasını sağlamak için her yıl bir etkinlik düzenliyorduk. Bu yıl tüm dünyada yaşanan salgın nedeniyle iptal ettik.
Orman Genel Müdürlüğü’nün resmi verilerine göre; 2005 yılında Türkiye ormanlarından 13,9 milyon metreküp odun üretimi yapılırken, bu rakam 2018 yılında 22,7 milyon metreküpe ulaşmıştır. Bakan Pakdemirli’nin ifadesine göre 2020 yılı için öngördükleri 31 milyon metreküp hedefi tutturulursa, ülkedeki odun üretimi miktarı sadece 15 yıl içinde 2.5 kata yakın arttırılmış olacak. Bu miktar, önceki dönemlere göre kabul edilemez bir artışı ifade ediyor ve ormanların geleceğini tehdit ediyor.
Bu artışın nedeninin; ahşap esaslı levha sektörünün hammadde gereksiniminin daha ucuz şekilde karşılanması isteği olduğu iddia ediliyor. Bu sektörün yanlış kapasite planlanması ve son iki yıldaki Türk Lirası aleyhindeki kur değişimleri nedeniyle ithal hammaddede yaşanan aşırı fiyat artışından kaynaklanan yüksek hammadde maliyeti gibi sorunlarının, ülkemiz odun üretiminin artırılarak orman ekosistemlerimize zarar verecek şekilde çözülmeye çalışıldığı söylenebilir.
Ormancılık çalışmalarının tek beklentisinin ormandan sağlanacak gelir olmadığını, aslolanın orman ekosistemlerinin varlığının sağlıklı bir şekilde devamının sağlanması olduğunu bütün ormancılar bilir. Ormancılık etkinliklerinin koruma, bakım, geliştirme noktasında arttırılması gerekirken, ormanların korunması yerine, “ekonomik büyüme” için gözden çıkarılmaması gerekir. Ormanlarımız için büyük bir yıkım getirecek bu tür girişimlerin bir an önce durdurulması, ancak ormancı meslek örgütleri, doğa koruma örgütleri ve halkın yoğun ilgi ve mücadelesiyle sağlanabilecektir.
Kaynak https://www.birgun.net/haber/odun-uretiminde-asiri-artis-ormanlarimizi-tehdit-ediyor-292594
2019'un en'i kuşkusuz hektarda yaklaşık 3 m3 odun üretimi ile (yaklaşık 25 milyon m3 toplam üretim ve yaklaşık 8 milyon ha odun üretimi yapılabilir orman alanı) OGM'nin ta kendisi. Hektardaki odun üretimi Kanada'da 0,47; Rusya'da 1,10 ve bizden sonra en kötü Brezilya'da 2,10 m3.
Biyologlar ve iktisatçılar, günümüzde doğanın insan çabasını desteklemesinin birçok yolunu ifade eden ekosistem hizmetleri - terimini kullanıyorlar. Ormanlar, örneğin içtiğimiz suyu filtreler ve kuşlar ve arılar her ikisi de önemli ekonomik ve biyolojik değere sahip olan bitkileri tozlaştırır.
Doğal dünyayı anlayamaz ve ilgilenemezsek, bu sistemlerin bozulmasına neden olabilir ve bize çok az şey bildiğimiz şekilde musallat olabilir. Kritik bir örnek, salgınların çoğunun (AIDS, Ebola, Batı Nil, SARS, Lyme hastalığı ve son birkaç on yılda meydana gelen yüzlerce daha fazla) sadece gerçekleşmediğini gösteren gelişmekte olan bir bulaşıcı hastalık modelidir. Bunlar insanların doğaya yaptıkları şeylerin bir sonucudur.
Kaynak: https://www.nytimes.com/2012/07/15/sunday-review/the-ecology-of-disease.html?auth=link-dismiss-google1tap&fbclid=IwAR3NdryNQK-vApGFPFYYjHDIYQLLuh3aldZ_KT0jV4zx3q_xYxi8Zoy56CM
Doğaya yapılan zulmün hesabı da bedeli de ağır oluyor. Can ve mal ile ödeniyor. Her şeyi yasalara kanunlara yönetmeliliklere göre yapsanız da, ÇED olumlu, ÇED gerekli değil, deseniz de, Doğa bu planlardan anlamaz. Su akar yolunu bulur der.. Yoluna yaptıklarınızı yok eder, geçer gider. 17 Ağustos 1999 depreminde denizi doldurup kazanım elde edildiği düşünüldü. Ama zamanı gelince hepsini geri aldı. Hesabı can ve mal olarak ödetti.
Yaklaşık 40 yıldır, günlük çıkarlar uğruna milyonlarca canı yok ettik. Bölgemizdeki en çarpıcı örnek ergene’dir. Yaşı yarım asrı devirenler, doğaya çıktıklarında ‘bizim zamanımızda şurada pınar, şurada kaynak vardı, pırıl pırıl su akardı’ diye söze başlarlar. Ergene’de tutulan yayın ve sazan balıklarını anlatırlar.
‘Yüzmeyi orada öğrendik’ derler. ‘Peki, şimdi neden balık yok? Neden yüzemiyorsunuz?’ dediğinizde verilen cevap ‘Çok kirli’, ‘Çok kötü kokuyor’. Çünkü Ergeneden su değil, sıvı akıyor. İyi de, temiz olan su ve içinde ki yaşam neden yok oldu? Kim yok etti? Asıl sorun da burada. Doğal varlıkların yok olmasındaki en büyük etken yanlış planlamalar ve bu planları yapanlar ve onaylayanlardır. Yanlış planlara dava açınca da ‘Bunlar her şeye karşı çıkıyor’ diyorlar.
Bizler sadece ‘yaşamı savunuyoruz’ Yaşam için de milyonlarca yıldır, yaşam kaynağı olan doğal varlıklarımızı korumak ve gelecek nesillere yaşanabilir bir Dünya bırakma derdindeyiz
Doğaya ihanetin intikamı hemen olmasa da, sabreder, sabreder, ama günü geldiğinde, o gün bir gün elbet geliyor. . Deve kini deve inadı deyimi vardır. Deve yapılanı ve yapanı unutmaz. Kendisine eziyet eden eski sahibine 40 yıl sonra çifte atıp yere sererken, “çok çabuk oldu. “ demiş..
Dağlara, denizlere, derelere , ormanlara ve hayvanlara yapılmadık eziyet kalmadı. Yaşadığımız dünya burası. Yaşadığımız yeri günlük çıkarlar uğruna yok ediyorlar. Yarınları düşünmeden yok ediyorlar. Yok eden kim diye baktığımız da azgın bir azınlık var. Hiçbir şey umurlarında değil. Daha çok, daha çok, çoook daha çok, kazanmak adına her şeyi yok ediyorlar.
Aslında bir an düşünseler. Günümüzde yaşadığımız KOVİD19 salgını en güçlü makamları, en güçlü ekonomileri nasıl yok ediyor. Anlayın artık. Bu dünya 3 günlük.. Geldik ve bizden öncekilerin gittiği gibi gidiyoruz. 3 günlük dünyanın misafirleriyiz.Neden 3 günlük derler.. Dün .. Bugün … Yarın… ?
Dün bitti. Bugünü yaşadık.. Yarın gidiyoruz..
Biz dünyayı bir an ferahlayınca hatırlıyoruz. “Oh be dünya varmış “ diyoruz. Ama dünya her geçen gün daha kötüye gidiyor. Tahribat bu şekilde devam ederse, gelecek yok.. Dünyamız için oh be dünya varmış yerine bir varmış bir yokmuş.. demeye az kaldı.
Üyesi olduğum DOSDER (Doğa ve Sürdürülebilirlik Derneği ) diyor ki “Çok geriye gitmeden 1972 yılında Stockholm Konferansından sonra "Ortak Geleceğimiz" Raporunu hazırlayan, 1992 Rio de Janeiro'da İklim Değişikliği Sözleşmesi ve Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesini imzaya açan, doğayı yok etmenin salgın hastalıklara ve böcek istilâlarına neden olacağını sürekli anlatan doğa bilimcileri ve doğa savunucularına selam olsun. Sadece 48 yılda söylediğiniz noktaya geldik. Milyonlarca yılda yeryüzünü insan için elverişli hale getiren ekosistemlerin içinde barındırdığı çeşitlilik ile birlikte korunması gerektiği mesajınızı en gelişmiş canlı organizmaya ilkel bir canlı organizma iletiyor şu anda.”
Temennimiz “Suların temiz aktığı içilebilir pınarlar, Yaban hayatının özgürce yaşadığı ormanlar olsun ki. İnsanoğlu doğal alanların korunmasının önemini anlamış olsun, yok etmenin bedelinin ağır olacağını öğrenmiş olsun.”
Göksal Çidem
Kırklareli Kent Konseyi
Çevre Meclisi Başkanı