Davranışsal finans şişe de durduğu gibi durmuyor mu?
Dustin Hoffman'ın sinema kariyerine başladığı ilk günleri hakkında anlatılan hikayeyi duymuşsunuzdur. Sinema piyasasında zor günler geçiren Hoffman bir gün evine yakın dostu Gene Hackman'ı davet eder. Hoffman, yakın arkadaşına zor durumda olduğunu söyler ve bir miktar borç ister. Hackman borç vermeyi kabul eder ama mutfağa girdiklerinde içinde para olan kavanozlar dikkatini çeker.
HAKAN OSMANOĞLU
Kavanozlardan birinin üzerinde "ev kirası", birinde "fatura ödemeleri", bir diğerinde ise "genel harcamalar" yazmaktadır. Hackman dayanamaz sorar: "Paran varken benden neden borç istiyorsun?" Hoffman hiçbir şey söylemez, eli ile üzerinde "yiyecek" yazan ve içi boş olan kavanozu gösterir. İşte, her ne kadar klasik ekonomik teorisi parayı mantara benzeterek, kira kavanozunda duran para kadar yiyecek alınabileceğini söylese de insanların zihinsel muhasebesi bu genel kuralı dışlayan bir yöne doğru evrilmektedir. 2008 finansal krizinden sonra bu yönelim öyle güçlü bir hal almıştır ki artık ekonomi politikasını yönetenler de bu değişime ayak uydurmak zorunda kalmışlardır.
Son zamanlarda ülkemiz ekonomi politiklerini en çok düşündüren konulardan biri "dolarizasyon" meselesi. Bir ülkede yaşayan vatandaşların kendi para birimleri yerine yabancı bir ülkenin para birimini ikame etmeleri anlamına gelen dolarizasyon ekonomi politiklerin kabusu durumunda. Artan dolarizasyonun yarattığı anomaliler piyasa düzenleyicilerini yeni önlemler almaya yöneltiyor. Hayata geçirilen düzenlemelerin ortak noktası kişilerin yatırım davranışlarını etkileyerek istenilen şekilde karar vermelerini sağlamak. Yani bilinen adıyla davranışsal finans. Peki ama davranışsal finans gerçekten çalışıyor mu?
Sovyetler Birliğinin dağılması sonrasında ekonomiler kendilerini güçlü bir savunmanın eşiğinde buldular. Bürokratlar tarafından yönetilen piyasa mekanizmaları küreselleşmenin getirdiği kapalı piyasa baskılarıyla zorlanmaya başladı. Ticaret birlikleri, çok uluslu şirketler, küresel finansal işlemler ve artan lobi faaliyetleri yeni bir ekonomik modeli tartışmaya açtı. Tartışmaya açtı diyoruz çünkü 2008 finansal krizi tüm kazanımların ardına soru işareti yerleştirdi. İşte tam o anda kurtarıcı olarak psikologlar yardıma koştular.
Klasik ekonomi öğretisi "homo economicus" adında rasyonel bir insan üzerine inşa edilmiştir. Einstein gibi düşünen, Google arama motoru gibi doğru cevabı hemen bulan ve Buda gibi dirayetli bir kişiliktir. Ekonomi bilimi tam anlamıyla bir "omniscience" olarak dizayn edilmiştir; yani her şeyi bilme bilimi. Ama bunun böyle olmadığı çok geçmeden anlaşılmıştır.
1970'lerin başında yapılan bir kısım kontrollü deney insanların ekonomik davranışlarının rasyonel olmadığını, hatta çoğu zaman irrasyonel olduğunu ortaya koymaya başladı. Çikolataya vergi konulduğunda insanlar önce daha az çikolata tüketiyor fakat daha sonra dürtülerinin etkisiyle eskisinden daha fazla tüketebiliyorlardı. Davranışsal finansın iki kurucu ismi Amos Tversky ve Daniel Kahneman 1970'lrin ortalarına gelindiğinde ekonomistlerin fikirlerini değiştirmeye başlamıştı. Hükümetlerin de bu kervana katılmaları çok uzun sürmedi.
2008 finansal krizinden sonra yoğun bir regülasyon bombardımanı altındayız. Yapılan araştırmalar yasal düzenlemelerin insanların daha rasyonel kararlar vermesine yardım ettiğini gösteriyor. Sağlık, ekonomi ve hukuk gibi belli başlı alanlarda kısa dönemde önemli kazanımların sağlandığı görülüyor. Ülkemiz ekonomi politiklerinin son zamanlarda üzerinde en çok düşündükleri konulardan biri olan dolarizasyonda da finansal davranışları rasyonel boyuta taşıması beklenen bir dizi düzenleme yapıldı. Peki bu düzenlemeler başarılı oldular mı?
Yurtiçi yerleşik gerçek kişilerin döviz alımlarını sınırlandırarak artan dolarizasyonun önüne geçmek için ilk hamle 16 Mayıs 2019'da geldi. Yapılan düzenleme döviz alan kişilerin %0,1 oranında vergi ödemesini gerektiriyordu. Davranışsal finans açısından kayıp isteksizliği (loss aversion) denilen fenomenin devreye girmesi gerekiyordu. Yani sahip olunan bir şeyi kaybetmenin getireceği mutsuzluğun elde edilecek kazançtan daha fazla olması durumu. Peki gerçekte ne olmuştu, davranışsal finans çalışmış mıydı?
Gerçek kişilerin yabancı para mevduatları düzenlemenin devreye girdiği hafta 110,4 milyar dolar seviyesinde iken ertesi hafta 110,3'e gerilemiş, bir sonraki hafta ise 111,6 milyar dolara yükselmişti. Yani düzenleme davranışsal finans açısından değerlendirildiğinde ilk başta çalışmış fakat daha sonra insan dürtüleri ağır bastığından etkisiz bir görünüm sergilemiştir.
Aynı düzenleme birkaç ay sonra revize edilmiş, 25 Ekim 2019 tarihinde bu kez vergi oranı %0,2'ye yükseltilmişti. Düzenlemenin yapıldığı hafta 119,1 milyar dolar olan varlıklar ertesi hafta 120 milyar dolara yükselmiş, sonraki hafta ise yatay seyrini korumuştur. Davranışsal finans açısından değerlendirildiğinde düzenleme ilk başta çalışmamış sonrasında ise çalıştığı izlenimi yaratmıştır. Bu durumu Ellsberg Paradoksu ile açıklayabiliriz. Yatırımcılar öncelikle belirsizlik altında karar vererek, dövizin daha da yükseleceğini düşünerek döviz alımına yönelmişler; sonrasında ise risk iştahlarını azaltarak hesap edilebilen olasılıkların belirsizliğinde karar vermişlerdir.
Dolarizasyonun azalmadığını düşünen ekonomi politikler 24 Mayıs 2010 tarihinde vergi oranını %1 seviyesine çıkarmışlardır. Düzenlemenin yapıldığı hafta 120,4 milyar dolar olan döviz mevduatı, takip eden hafta 120,9 milyar dolara, bir sonraki hafta ise 121,3 milyar dolara yükselmiştir. Davranışsal finans açısından bakıldığında düzenleme çalışmamıştır. Bu durum ancak ahlaki zafiyet (moral hazard) ile açıklanabilir.
Vergi oranının birkaç kez arttırılması kişilerde dövizin yükselişinin devam edeceği düşüncesini hakim kılmış ve onları kayıp/kazanç hesapları yapmaya sevk etmiştir. Bir finansal eylemin tüm taraflar için fayda getirmeyeceği, insanlara verilen finansal inisiyatiflerin ekonomi politiklerin beklentilerine karşı geleceği bir kere daha görülmüştür.
Davranışsal finans ile elde edilen deneysel bulguların, politika yapıcılar tarafından düzenleme olarak günlük hayata sokulmasının net bir sonuç yaratmadığı bir kere daha görülmektedir. Ya teorilerin ya da insanların yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor herhalde. Anlaşıldığı kadarıyla davranışsal finans şişede durduğu gibi pek durmuyor.
Dustin Hoffman'ın sinema kariyerine başladığı ilk günleri hakkında anlatılan hikayeyi duymuşsunuzdur. Sinema piyasasında zor günler geçiren Hoffman bir gün evine yakın dostu Gene Hackman'ı davet eder. Hoffman, yakın arkadaşına zor durumda olduğunu söyler ve bir miktar borç ister. Hackman borç vermeyi kabul eder ama mutfağa girdiklerinde içinde para olan kavanozlar dikkatini çeker.
HAKAN OSMANOĞLU
Kavanozlardan birinin üzerinde "ev kirası", birinde "fatura ödemeleri", bir diğerinde ise "genel harcamalar" yazmaktadır. Hackman dayanamaz sorar: "Paran varken benden neden borç istiyorsun?" Hoffman hiçbir şey söylemez, eli ile üzerinde "yiyecek" yazan ve içi boş olan kavanozu gösterir. İşte, her ne kadar klasik ekonomik teorisi parayı mantara benzeterek, kira kavanozunda duran para kadar yiyecek alınabileceğini söylese de insanların zihinsel muhasebesi bu genel kuralı dışlayan bir yöne doğru evrilmektedir. 2008 finansal krizinden sonra bu yönelim öyle güçlü bir hal almıştır ki artık ekonomi politikasını yönetenler de bu değişime ayak uydurmak zorunda kalmışlardır.
Son zamanlarda ülkemiz ekonomi politiklerini en çok düşündüren konulardan biri "dolarizasyon" meselesi. Bir ülkede yaşayan vatandaşların kendi para birimleri yerine yabancı bir ülkenin para birimini ikame etmeleri anlamına gelen dolarizasyon ekonomi politiklerin kabusu durumunda. Artan dolarizasyonun yarattığı anomaliler piyasa düzenleyicilerini yeni önlemler almaya yöneltiyor. Hayata geçirilen düzenlemelerin ortak noktası kişilerin yatırım davranışlarını etkileyerek istenilen şekilde karar vermelerini sağlamak. Yani bilinen adıyla davranışsal finans. Peki ama davranışsal finans gerçekten çalışıyor mu?
Sovyetler Birliğinin dağılması sonrasında ekonomiler kendilerini güçlü bir savunmanın eşiğinde buldular. Bürokratlar tarafından yönetilen piyasa mekanizmaları küreselleşmenin getirdiği kapalı piyasa baskılarıyla zorlanmaya başladı. Ticaret birlikleri, çok uluslu şirketler, küresel finansal işlemler ve artan lobi faaliyetleri yeni bir ekonomik modeli tartışmaya açtı. Tartışmaya açtı diyoruz çünkü 2008 finansal krizi tüm kazanımların ardına soru işareti yerleştirdi. İşte tam o anda kurtarıcı olarak psikologlar yardıma koştular.
Klasik ekonomi öğretisi "homo economicus" adında rasyonel bir insan üzerine inşa edilmiştir. Einstein gibi düşünen, Google arama motoru gibi doğru cevabı hemen bulan ve Buda gibi dirayetli bir kişiliktir. Ekonomi bilimi tam anlamıyla bir "omniscience" olarak dizayn edilmiştir; yani her şeyi bilme bilimi. Ama bunun böyle olmadığı çok geçmeden anlaşılmıştır.
1970'lerin başında yapılan bir kısım kontrollü deney insanların ekonomik davranışlarının rasyonel olmadığını, hatta çoğu zaman irrasyonel olduğunu ortaya koymaya başladı. Çikolataya vergi konulduğunda insanlar önce daha az çikolata tüketiyor fakat daha sonra dürtülerinin etkisiyle eskisinden daha fazla tüketebiliyorlardı. Davranışsal finansın iki kurucu ismi Amos Tversky ve Daniel Kahneman 1970'lrin ortalarına gelindiğinde ekonomistlerin fikirlerini değiştirmeye başlamıştı. Hükümetlerin de bu kervana katılmaları çok uzun sürmedi.
2008 finansal krizinden sonra yoğun bir regülasyon bombardımanı altındayız. Yapılan araştırmalar yasal düzenlemelerin insanların daha rasyonel kararlar vermesine yardım ettiğini gösteriyor. Sağlık, ekonomi ve hukuk gibi belli başlı alanlarda kısa dönemde önemli kazanımların sağlandığı görülüyor. Ülkemiz ekonomi politiklerinin son zamanlarda üzerinde en çok düşündükleri konulardan biri olan dolarizasyonda da finansal davranışları rasyonel boyuta taşıması beklenen bir dizi düzenleme yapıldı. Peki bu düzenlemeler başarılı oldular mı?
Yurtiçi yerleşik gerçek kişilerin döviz alımlarını sınırlandırarak artan dolarizasyonun önüne geçmek için ilk hamle 16 Mayıs 2019'da geldi. Yapılan düzenleme döviz alan kişilerin %0,1 oranında vergi ödemesini gerektiriyordu. Davranışsal finans açısından kayıp isteksizliği (loss aversion) denilen fenomenin devreye girmesi gerekiyordu. Yani sahip olunan bir şeyi kaybetmenin getireceği mutsuzluğun elde edilecek kazançtan daha fazla olması durumu. Peki gerçekte ne olmuştu, davranışsal finans çalışmış mıydı?
Gerçek kişilerin yabancı para mevduatları düzenlemenin devreye girdiği hafta 110,4 milyar dolar seviyesinde iken ertesi hafta 110,3'e gerilemiş, bir sonraki hafta ise 111,6 milyar dolara yükselmişti. Yani düzenleme davranışsal finans açısından değerlendirildiğinde ilk başta çalışmış fakat daha sonra insan dürtüleri ağır bastığından etkisiz bir görünüm sergilemiştir.
Aynı düzenleme birkaç ay sonra revize edilmiş, 25 Ekim 2019 tarihinde bu kez vergi oranı %0,2'ye yükseltilmişti. Düzenlemenin yapıldığı hafta 119,1 milyar dolar olan varlıklar ertesi hafta 120 milyar dolara yükselmiş, sonraki hafta ise yatay seyrini korumuştur. Davranışsal finans açısından değerlendirildiğinde düzenleme ilk başta çalışmamış sonrasında ise çalıştığı izlenimi yaratmıştır. Bu durumu Ellsberg Paradoksu ile açıklayabiliriz. Yatırımcılar öncelikle belirsizlik altında karar vererek, dövizin daha da yükseleceğini düşünerek döviz alımına yönelmişler; sonrasında ise risk iştahlarını azaltarak hesap edilebilen olasılıkların belirsizliğinde karar vermişlerdir.
Dolarizasyonun azalmadığını düşünen ekonomi politikler 24 Mayıs 2010 tarihinde vergi oranını %1 seviyesine çıkarmışlardır. Düzenlemenin yapıldığı hafta 120,4 milyar dolar olan döviz mevduatı, takip eden hafta 120,9 milyar dolara, bir sonraki hafta ise 121,3 milyar dolara yükselmiştir. Davranışsal finans açısından bakıldığında düzenleme çalışmamıştır. Bu durum ancak ahlaki zafiyet (moral hazard) ile açıklanabilir.
Vergi oranının birkaç kez arttırılması kişilerde dövizin yükselişinin devam edeceği düşüncesini hakim kılmış ve onları kayıp/kazanç hesapları yapmaya sevk etmiştir. Bir finansal eylemin tüm taraflar için fayda getirmeyeceği, insanlara verilen finansal inisiyatiflerin ekonomi politiklerin beklentilerine karşı geleceği bir kere daha görülmüştür.
Davranışsal finans ile elde edilen deneysel bulguların, politika yapıcılar tarafından düzenleme olarak günlük hayata sokulmasının net bir sonuç yaratmadığı bir kere daha görülmektedir. Ya teorilerin ya da insanların yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor herhalde. Anlaşıldığı kadarıyla davranışsal finans şişede durduğu gibi pek durmuyor.