ANTROPOSEN ÇAĞDA TÜRKİYENİN GÜCÜ: GENÇ NÜFUSU!
Son dönemde özellikle pandemi süreci, Kovid-19 Virüsü’nün birkaç mutasyon alarak yaygınlığını
sürdürmesi ile zor günler geçiren dünyada bireyler, şirketler, devletler nezdinde radikal şekilde, aksiyon ve model değişikliklerine sebep oldu.
Zehra Öney
Teknolojinin kullanımının artması, bireylerin ve şirketlerin dijitalleşme süreçlerindeki hızı, karşımıza hiç düşünmediğimiz ama etkisi yüksek bir problemi yani nitelikli, uzman, yetenekli genç insan kaynağına
erişme konusunu getirdi.
Son 20 yılda, üretim ve tedarik cenneti haline gelen Asya ülkeleri ve özellikle Çin, dünyanın en hızlı büyüyen tüketici pazarı ve dünyanın ikinci büyük ürün ithalatçısı haline gelirken üretim ve tüketimde yarattığı ekonomi ile büyümesini sürdürerek dünyaya kafa tutan bir Asya ekonomi modeli yarattı.
Pandeminin getirdiği hasta sayısının artışı, ürüne ve mala erişimdeki zorluklar, uzaklıklar, Süveyş Kanalı’nın gemilere kapalı olması, seyahat problemleri, nakliye ve gümrük zorlukları gibi pek çok nedenle ithalat ve ihracat konularında yaşanan problemler, yüksek nüfusa sahip Asya ülkelerinde işgücü ücretlerinin de düşüşüne sebep oldu. Sektörlere göre 3.6 dolar ile 10 dolar arası saatlik ücretle çalışan Asyalılar yüksek nüfus sebebiyle işsizlik tehlikesi ile de karşı karşıya kaldılar. Oysa Asya ülkeleri her zaman, yukarıda bahsettiğim konulardaki en büyük gücünü, kalabalık ve çalışkan insan güçlerinden aldı.
Bu sıkıntılı dönemde yıldızı parlayan, özellikle pandemi ile birlikte doğrudan yabancı yatırımların cazibe noktası haline gelen Türkiye ise Avrupa, Afrika ve Asya’nın merkezinde yer alması ile en çok tercih edilen ülke avantajını bu süreçte ön plana çıkarıyor.
Burada ayrıca Covid-19 salgınıyla beraber Çin'den ülkemize kayacak üretimler bulunuyor. Ülkeler ve hatta Çin bile Çin dışında üretim yapacak yerler arıyor ve saydığımız avantajlardan dolayı Türkiye burada ilk tercihler arasında yer alıyor. Avrupa pazarından gelen firmalar, Türkiye’de üretim yapıp burayı
Orta Doğu’ya, Kafkasya’ya, Avrupa’ya, Afrika'ya açılmak için bir kapı olarak görüyor.
Doğrudan yabancı yatırım örneği olarak mobil telefon pazarının iki aktif oyuncusunun Türkiye’de üretime başlama kararı buna örnek olarak gösterilebilir. Çinli üretici Oppo, yeni yılın ilk ayında İstanbul ve
Kocaeli'de 50 milyon dolarlık tesis kuracağını bildirdi. Aynı zamanda, Türkiye'de üretime hazırlanan bir diğer üretici ise Güney Koreli teknoloji şirketi Samsung olduğunu öğrendik. Samsung’un açıklamasına göre ilk etapta üretimi İstanbul'da kurulu bir alt yükleniciyle yapmayı planlıyor.
Samsung tarafından yönetilecek üretim, montaj ağırlıklı olacak. Ülkemize Çin sermayeli firmaların da bu dönemde girişleri var. Örneğin, Çinli teknoloji markası Xiaomi, telefonlarını Türkiye’de üretecek firmalar arasında yer alıyor. Otomotiv sektöründe de bu anlamda hareketlenme var. Ford Otosan’ın Türk otomobil endüstrisinde şimdiye kadar ki en büyük 2 milyar avro yatırım yapma kararının çok anlamlı bir başlangıç olduğunu görüyoruz. Yatırımın Kocaeli ilindeki otomobil fabrikasında gerçekleşeceği, bu tesisin
Türkiye'nin ilk ve tek elektrikli araç entegre üretim tesisi haline geleceği ve ayrıca burada akü de
üretileceği haberini sevinerek aldık.
Fintech alanında baktığımızda Goldman Sachs’dan Max Klimov, Türkiye’yi teknolojiye meraklı olan genç nüfusu ve teknolojide yetkin insan sermayesiyle Fintech alanında büyüme sağlayacak bir pazar olarak değerlendiriyor. Dolayısıyla Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD) ve Goldman Sachs, Türk fintech DgPays'e ortak yatırım yapma kararı aldı.
Çünkü Türkiye, ödeme sistemleri ve tüketici bankacılığı gibi her zaman en son teknolojilerin tüketicilere sunulduğu gelişmiş bir pazar olma özelliği taşıyor.
Burada DgPays'in teknoloji altyapısı ve sektörel uzmanlığı sayesinde bu pazarın büyümesinde ve gelişmesinde kritik bir rol oynayacağını düşünüyorum.
2000’li yılların başına döndüğümüzde, son 18 yılda uluslararası yatırımcılar Türkiye’ye 225 milyar dolar doğrudan yatırım yaptı. Türkiye’de 210 Arge merkezi uluslararası yatırımcılar tarafından işletiliyor ve
teknoloji transferi sağlıyor. Aynı zamanda, pandeminin etkisiyle, Türkiye’de yabancıların şirket satın alma hacmi yüzde 35 artışla 4,6 milyar dolara yükseldi.
“Türkiye burada hangi avantajları barındırıyor, yatırımcılar Türkiye'yi neden tercih ediyor?” diye sorduğumuzda bunun pek çok nedeni var. Bunların başında tabi her şartta dayanıklı seyreden bir ekonomi geliyor. Türkiye 2021’de açıklanan verilerde yıllık ortalama yüzde 5.5 büyüme beklentisi ile umut vadediyor. Büyük bir iç pazara sahip olmanın yanı sıra Serbest Ticaret Anlaşmaları ile milyarlarca tüketiciye erişim sağlayan bölgesel pazarların olması bir diğer neden olarak karşımıza çıkıyor. Tabi ki Türkiye'nin stratejik konumu, çok uluslu şirketlere küresel bağlantılar sunan bir merkez olarak yatırımcıları ülkemize çekiyor. Avrupa’nın sayıca en büyük genç ve dinamik nüfusuna sahip olması, yatırımcılar için elverişli bir istihdam imkanı sunuyor. Ayrıca teknolojiyi bu kadar yoğun bir şekilde kullanan genç nüfusun olması da ayrı bir cazibe yaratıyor.
McKinsey 2020 Kasım ayında yayımladığı bir makalede dijital dönüşümleri sürdürebilmek için altı insan yeteneğine ihtiyaç olduğundan söz ediyor. Peki nedir bu yetenekler? Bunlar: çeşitli teknoloji yetenekleri, müşteri merkezli tasarım düşüncesi, çevik çalışma yöntemleri, veri okuryazarlığı, yeni nesil teknoloji kullanımı ve analitik akıl yürütme olarak geçiyor. Dikkatinizi çekmek isterim ki dijital dönüşümün sürekliliği için gerekli olan yetenekler, insanın karar verme mekanizmasından geçerek insana sunulan özelliklerden oluşuyor. Yani teknolojinin sürekliliği için insan şart.
Antroposen çağ yani İnsan Çağı’na girdiğimiz ve aynı zamanda eş olarak 21. yüzyılın “Teknoloji Çağı”
olarak da kabul edildiği bu günlerde, ülkeler yükselişlerini iki değerli konu ile yapacaklar. İnsan gücünü
en iyi, en çeşitli, en güçlü ve en donanımlı yetiştiren ülkeler kazanacak.
Teknolojide güçlü, uzman ve güncel insan kaynağını değerlendirerek özellikle yapay zeka, makine öğrenmesi, veri, bulut ve nesnelerin interneti alanlarında geliştiren 5G ve ötesi alt yapılarda uzmanlaştıran ülkeler, lider ülke konumuna yükselecek. Türkiye olarak yukarıda anlattığım coğrafi avantajımızın yanı sıra genç ve meraklı nüfusumuz ile ülke olarak çok büyük bir avantaja sahibiz. Burada yapılacak en önemli aksiyon bireyler, kurumlar ve devlet olarak teknoloji alanında insanımıza daha çocukluktan başlayarak güncel bilgiler ile donatılmış doğru yatırımları yapmak, bu anlamda eğitim konusunda radikal bir reform stratejisi uygulamak ve yetişmiş gençlerimizi en doğru şekilde üretime katacak sistemleri kurmaktır. İkinci olarak ise öyle bir çağdayız ki bir ülkenin verisi en değerli hazinesi.
Veri, para ile eşit değerdeyken kendi verisi başta olmak üzere veri tabanlı bir ekonomi yaratan ülkelerin önünde durmak çok zor.
Bu yetenekleri edinmek ve bu vizyona sahip olmak için bizler yeniliklere açık olmalı, önyargılarımızı bir kenara bırakabilmeli ve yeniliklere hızlı adapte olmalıyız. Eğer bunu sağlayamazsak 8 haftada gidilen
5 yıllık mesafeyi yüzyılda bile gidemeyiz. Bizi değişimi kabul etmeye iten pandemi gibi bir dış faktör
olmadan da bizim bu değişime hazır olmamız, rutinlerimizi değiştirerek yeni dünyanın düzenine ve isterlerlerine hazır olmamız son derece mühim.
Ben kendi adıma kurucusu olduğum ve Teknolojide Kadın Derneğinde Yönetim Kurulumuz, dernek organlarımız ve üye kurumlarımız ile birlikte var gücümüzle teknolojide insana uzmanlık kazandırmak ve yeni yetenekler sağlamak için çalışıyoruz. Bunu yaparken çeşitlilik ve eşitliği gözetiyor, kadınların
teknolojide sayıca artmalarını ve motive olmalarını çok önemsiyoruz.
Teknoloji yetkinliği yüksek kadınlarımızın üretimde liderlik yapabilmeleri için bilimde ve inovasyonda güçlü olup rol modeller yaratabilmek için var gücümüzle çalışıyoruz. Teknoloji insan işidir, insan teknolojiyi yaratan ve sürdürülebilir dünyaya fayda haline dönüştürendir.