Bu haftaki başlığımız her ne kadar "Sosyal Medyanın Gücü" gibi genel bir kavram olsa da, inceleyeceğimiz konu Sosyal medya ve devletlerin ya da siyasilerin ilişkileri üzerine olacak.
Daha önce bu mecradan bireysel ve kurumsal bazda sosyal medyanın yararlı kullanımlarının yaratabileceği olumlu sonuçlardan bahsetmiştim. Bu kez, bu etkileri siyasi liderler açısından ele alalım.
Kaan AdınırGerek şirketlerimizde gerek bireysel yaşamlarımızda sosyal medyanın doğru kullanımı bize büyük avantajlar sağlıyor. Bu durum, siyasiler için de çok büyük bir önem taşıyor. Hatta şahsi fikrim; sadece seçim dönemlerinde değil, öncesinde de medya araçlarını (hem geleneksel hem de sosyal medya) etkin kullanabilen liderlerin, seçim yarışına bir adım önde başladıkları yönünde. Çünkü yaratılan bir imaj sadece oluşturulmakla kalmıyor, aynı zamanda yönetilmesi de içeriyor. Artık çağımızda çift taraflı bir iletişim söz konusu. Yani istediğiniz an, istediğiniz kişiye ulaşma imkanınız var. Bu çift taraflı iletişim, siyasiler için de geçerli.
Çift taraflı siyasal iletişim
Katılımcı demokrasi dediğimiz kavramın somutlaşan meyvelerini, sosyal medya aracılığıyla görebiliyoruz. Bunun sebebi, 7/24 herkesin ulaşılabilir durumda olması. Sorun yaşadığınız bir konuda, aradaki bürokratik engelleri atlatıp doğrudan konu muhatabı ile iletişim kurma imkanınız artık çok olası. Hatta, "fısıltı gazetesine" göre, dünya çapında doğru bağlantıları kullanarak istediklerimiz kişiye ulaşmak için sadece yedi kişiye ihtiyacımız var. Tabii bu sosyal medya için geçerli değil; burada doğrudan kişinin kendisiyle iletişim kurmak mümkün.
Sosyal medyanın devletlere etkisi
2010 yılında başlayan Arap Baharı ayaklanmaları bunun çarpıcı bir örneğiydi. Olayların bu kadar hızlı bir şekilde tüm coğrafyaya yayılabileceği önceden tahmin edilemiyordu. Ancak sosyal medyada, anında yayılan görüntüler ve haberlerle herkesin olaylardan haberdar olmasını sağladı. Paylaşımlar milyonlarca kişiye ulaştı ve başka ülkelerdeki halklar ve devletler, "Bir dakika, burada bir şeyler oluyor" diyerek harekete geçti. Bu olay, sosyal medyanın kitlesel olarak kullanımının ilk büyük testi olarak değerlendirilebilir.Sosyal medya sayesinde insanlar anında organize olup yardım kampanyaları düzenleyebildiler. Kötü olayların yaşandığı bölgelerde, tüm dünyayı bilgilendiren gönüllü muhabirler ortaya çıktı. Bu durum, klasik yayıncılık kurallarının yıkılması ve yeni teknolojinin haber alma-verme üzerindeki etkisinin doruğa çıkması anlamına geliyordu.
Dezenformasyona dikkat!
Burada önemle vurgulamam gereken bir nokta var: Dijital dünyanın hızına o kadar alıştık ki, kimi zaman haberleri sorgulamadan doğru kabul ediyoruz. Bu da yanlış haberlerin hızla yayılmasına ve insanların ya da kurumların zarar görmesine yol açabiliyor.Anlık haber alma ihtiyacımızın bize yaşattığı bu "hızlı tüketim" hissiyle hareket etmeden önce, karşımıza çıkan haberleri araştırıp, mümkünse teyit etmek gerekiyor. Bu sadece kişisel değil, aynı zamanda toplumsal bir sorumluluktur.Dijital dünya bize hızı getirdiği kadar, bu hızı bilinçli kullanma sorumluluğunu da beraberinde getirmektedir.