Her imza, yarının bütçesine kazınan bir satırdır.
Washington’da Erdoğan ve Trump arasında imzalanan sivil nükleer iş birliği mutabakatı, manşetlerde küçük bir paragrafla geçti. Ama bu tür anlaşmalar, görünenden çok daha büyük ekonomik ve stratejik etkiler barındırır. Çünkü nükleer enerji, sadece reaktörler değil; milyarlarca dolarlık yatırımlar, yakıt bağımlılığı, teknoloji transferi ve onlarca yıl sürecek politik taahhütler demektir.
Rakamların Ağırlığı
Bugün dünyada yeni bir nükleer reaktörün maliyeti 10–15 milyar dolar aralığında. Türkiye’nin hedefi, 2035’e kadar elektrik üretiminde nükleerin payını %10 seviyesine çıkarmak. Bunun için Akkuyu’daki dört reaktörün devreye girmesi yetmeyecek; en az iki yeni santral daha gerekecek.
Akkuyu örneği elimizin altında: Rosatom finansmanı sayesinde projenin %100’ü Rusya tarafından üstlenildi. Bu Türkiye için başlangıçta cazip göründü; ama bu model, uzun vadeli yakıt bağımlılığı ve teknoloji dışlanması anlamına geldi. Türkiye santral sahibi değil, ev sahibi oldu.
ABD ile yapılacak bir iş birliği, teoride teknoloji transferi ve daha esnek bir finansman modeli vaat ediyor. Ama bu vaatlerin gerçeğe dönüşmesi için milyarlarca dolarlık krediler, uzun vadeli enerji alım garantileri ve çok sıkı güvenlik standartları gerekiyor.
Tarihten Dersler
Türkiye’nin nükleer serüveni yeni değil. 1970’lerde Mersin Akkuyu’da ilk girişimler yapılmış, ama finansman sağlanamadığı için rafa kalkmıştı. 1990’larda tekrar gündeme geldi, yine olmadı. 2010’larda Rusya modeliyle yürüyen Akkuyu, 2025’te ilk reaktörünü devreye almayı hedefliyor.
Bir başka örnek: Sinop Nükleer Santrali. Japon–Fransız konsorsiyumuyla başlayan proje, yüksek maliyet ve teknoloji paylaşımı anlaşmazlıkları yüzünden iptal edildi. Bugün ABD ile imzalanan mutabakat, Sinop’un bir tür yeniden dirilişi gibi. Ama geçmiş deneyimler gösteriyor ki, mutabakatlar kolay; finansman ve teknoloji paylaşımı zor.
Masalın İki Yüzü
Nükleer enerji, Türkiye’ye birkaç açıdan cazip:
Enerji çeşitliliği: Doğalgaz bağımlılığını azaltır.
Düşük karbon: Karbon emisyonlarını sınırlama hedeflerine katkı sağlar.
Siyasi prestij: “Nükleer Kulüp’e katılmak, uluslararası arenada bir güç göstergesidir.
Ama masalın öteki yüzü de var:
Maliyet: 15 milyar dolarlık bir reaktör, bugünün kuruyla 450 milyar TL’den fazla.
Zaman: Ortalama inşaat süresi 10 yıl. Yani bugün atılan imza, 2035’ten önce meyve vermez.
Bağımlılık: Yakıt çubukları, güvenlik yazılımları ve atık yönetimi, üretici ülkeye bağımlılık demektir.
Senaryolar
Olumlu Senaryo: ABD ile iş birliği finansman ve teknoloji transferiyle desteklenir. Türkiye, Akkuyu modelinden farklı olarak bu kez santralin gerçek sahibi olur. Enerji faturasının azalması, cari açığa kalıcı katkı sağlar.
Olumsuz Senaryo: Mutabakat kâğıtta kalır. Finansman bulunmaz, teknoloji paylaşımı tartışmaları çıkmaz sokağa girer. Türkiye bir kez daha “nükleer hayal” ile yetinir.
Ara Senaryo: Santral inşaatı başlar ama süreç Akkuyu’daki gibi yavaş ilerler. 2030’larda devreye girmesi gereken reaktör, 2040’lara kalır. Türkiye ise hâlâ doğalgaza bağımlı kalır.
Vatandaşın Hikâyesi
Nükleer enerji, bir evin elektrik faturasını bugün düşürmez. Aksine, milyarlarca dolarlık yatırımların bedeli vergilerle, bütçe açıklarıyla dolaylı olarak halka yansır. Vatandaş için nükleer mutabakat, şimdilik sadece gazete manşeti.
Ama uzun vadede, başarılı olursa, elektrik üretiminde gazın payı %30’lardan aşağı iner, kur dalgalanmalarının faturaya etkisi azalır. Yani nükleer enerji aslında “bugünün yükü, yarının tasarrufu” denklemidir.
Sonuç
ABD ile imzalanan nükleer iş birliği mutabakatı, kağıt üzerinde yeni bir sayfa açıyor. Ama tarih bize gösterdi ki, bu sayfaların çoğu yarım kalıyor.
Nükleer masallar kolay yazılır; gerçekleri ise milyarlarca dolarlık faturalarla, on yıllar süren inşaatlarla ve dışa bağımlılıkla gelir.
Not: Bu yazıda yer alan görüşler yazarın kişisel değerlendirmeleridir. Hiçbir şekilde yatırım tavsiyesi niteliği taşımaz. Burada yer alan ekonomik veriler kamuya açık kaynaklardan derlenmiştir; doğrulukları bağımsız olarak teyit edilmelidir. Yazıda yer alan yorumlar herhangi bir kişi, kurum ya da şirketi suçlama, hedef gösterme veya itham etme amacı taşımaz. Metin yalnızca genel ekonomik analiz ve kamuya açık politik gelişmeler üzerine yapılmış bir düşünce egzersizi niteliğindedir.























