Afet Riski Vesayetindeki Kentsel Dönüşüm Meselemiz
Marmara depremi ve Ekim 2011’de yaşanan Van depremi başta olmak üzere son on beş yılda meydana gelen depremlerin, ülkemizin deprem coğrafyasında bulunduğu gerçeğini net bir şekilde ortaya koymasına rağmen, ihmal edilmiş bir konu olan Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Yasanın uygulamaya konulmuş olması sevindiricidir.
Bununla birlikte İstanbul başta olmak üzere Ülkemizin Kentsel dönüşüm uygulamalarına bakıldığında, ne yazık ki tam bir başı bozukluk söz konusudur. Kent kimliğini, estetiğini önemsemeyen, bütüncüllükten uzak, parçacı, dar gelirlileri projelerden dışlayıcı, rant esaslı spekülatif bir anlayışın egemen olduğu görülmektedir.
Bu kapsamda, afet riskini yönetecek bir planlama ile çözüm üretmek yerine, afeti araçsallaştırılarak rant üretimine öncelik verildiği anlaşılmaktadır.
Aslında Marmara depremi sonrası İstanbul’da, afet riski, planlamanın temel konusu olarak kentsel dönüşüm yaklaşımlarını etkilemiş ve mevcut yapı stokunun tehlikelerinin tespiti ile gerekli tedbirlerin alınması amacıyla kentsel dönüşüm uygulamalarının ilk pilot alanlarını belirleme çalışmaları başlatılmış ise de, süreç içinde ne yazık ki yol kazasına uğramış, ranta kurban edilmiştir.
Kentsel dönüşüm proje alanlarının seçiminde; deprem açısından öncelikli riskli alanlarından olması, merkezi konumu ve sosyal doku özellikleri gibi kriterlerin esas alınmadığı da ortadadır. Yani afet riski açısından kaçınılmaz hele gelen “Kentsel Dönüşüm”; kentlerin yeniden yapılanmasında fırsat olmalı iken, tersine tehdit haline getirilmiştir. Kentsel dönüşüm projelerinin, şehrin alt yapı olanaklarını daha da zora sokacak bir vurdum duymazlıkla, üst planlarla da tutarlı olmayan, kentsel yaşamın bütününü esas almayan, sosyo-kültürel ve sınıfsal tasfiyelere neden olacak tarzda hoyratça uygulandığı da bir gerçektir.
Gelişmiş ülkelerde bin yılda yakalanmış olan kent yaşamını, son derece hızlı bir sosyolojik dönüşümle 30-40 yıla sığdırarak, gettolaşmayı ve gecekondulaşmayı yaratarak kendine özgü bir Kent yaşamına kavuşmuş olan ülkemizde, kentsel dönüşümle, aslında yeniden MODERN GECEKONDULAR gündeme gelmektedir.
Muhtemeldir ki bu binaları da 20 yıl sonra tekrar yıkmak zorunda kalacağız. Bu sefer gerekçemiz, 'Sokağı, yolu, otoparkı yok' olacak."
Öte yandan, mülkiyet sahiplerinin bir araya gelerek, düzenli yapı adası oluşturmaları ve proje yüklenicisi adayı firmalarla uzlaşma yoluna gidecekleri, emsal ve yoğunluk değerlerinin bu koşulların sağlanması durumda arttırılacağı, dönüşüm modeli uygulanması esası getirilmiş olmakla birlikte, bu uygulamada karşımıza çıkan, parsel sahipleri ile firmalar arasında yaşanan anlaşmazlıklar, yapı adalarında proje süreçlerini zorlaştırıcı yüksek rayiçlerle parsel alımları ve birlikte hareket etme güçlükleri gibi ilk izlenimler, kentsel dönüşüm süreçlerinde çözümsüzlüğe yol açacak gibi gözükmektedir.
Bu nedenle kamu, kentsel dönüşüm sürecine yasa tasarısı ile daha etkin şekilde müdahil olacaksa, mülkiyet sahiplerinin gerek kendi aralarında gerekse yüklenici firmalarla aralarında anlaşmazlığa neden olacağı açık olan parçacı yaklaşımlar yerine daha bütünsel dönüşüm stratejileri geliştirmelidir.
Aksi halde, vatandaşlar arasında can ve mal güvenliklerini tehdit edecek çatışma ve bitmez
tükenmez hukuki süreçlerin yaşanması kaçınılmazdır.
Projelerin atıl kalmasına ve sistemin sürdürülebilirliğini riske sokacak bireysel ve ulusal kayıplara neden olacak bu süreçler, aynı zamanda kentsel dönüşüm uygulamalarında, emsal ve yoğunluk arttırılması gibi imar planlama sisteminden farklı kararlar alınırsa, ulaşım ve altyapı sorunlarını içinden çıkılmaz bir hale getirecektir.
Öyleyse, kentsel dönüşüm sürecinin yasal çerçevesi yeniden oluşturulmalıdır.
Bu kapsamda da birliktelik, yerindelik ve nitelik ilkeleri ile, imar ve planlama sürecine ilişkin teknik içeriğin belirlenmesi, kentsel dönüşüm ve yenileme modellerinin tanımlanması gerekmektedir.
Kentsel dönüşüm politikası, ülke genelinde geliştirilecek bir arazi kullanımı ve arazi yönetimi modeli ekseninde bir ulusal konsensüsle, afet yönetiminin yanında, çevre yeşil alan ve doğa temelli bir model çerçevesinde şekillenmelidir.
Kentsel dönüşüm politikaları içinde, arazi kullanım kararları önemli yer tutmaktadır. Arazi kullanımının, tüketim alanlarıyla, ekonomideki etkisiyle, ülkelerin gelişmişliğindeki payıyla, ülkenin demokratikleşmesinde, özgürleşmesinde, toplumların problemlerinin barışçıl yöntemlerle çözülmesinde araç olması gerekmektedir.
Arazi yönetimi, sürdürülebilir kalkınma düzleminde ele alındığında adil kentsel dönüşüme katkı sağlayabilir. Özetle kentsel dönüşüm politikası, afet riskini araçsallaştırmadan, mülkiyet dağıtımında adalet ve yerleşimlerimizin yeniden yapılanmasına çözüm sunabilir nitelikte olmalıdır.