Belirsizliğin kol gezdiği, enflasyonun nefes aldırmadığı bu dönemde, ayakta kalmanın tek yolu “paranın yönünü” doğru okumaktan geçiyor. Çünkü artık hepimiz biliyoruz: balinaların dolaştığı bir okyanusta yaşayan karideslersek, suyun akışını iyi okumazsak bir anda yutulur gideriz.
Yani mesele sadece yüzmek değil, doğru yönde yüzmek.
Ama sadece akıntıya bakmak da yetmez. Bugün hepimizin yapması gereken şey, oturup stratejimizi yeniden kurgulamak, elimizdeki kaynaklara, gücümüze, potansiyelimize tekrar bakmak. Belki bu çağın “anlamı” para değil ama şurası kesin: paraya erişim, hayatta kalmanın en önemli aracına dönüşmüş durumda.
Dolayısıyla artık işler “günü kurtarmakla” değil, adımlarımızı planlamakla yürüyor.
Nakit akışını tabloya dökmek, her kalemi görmek, kaynak ve sermaye maliyetini rakamlarla ortaya koymak şart. Alım-satım koşullarımızı yeniden gözden geçirmek, iş modelimizi bugünün gerçeklerine göre ayarlamak... Bunlar artık lüks değil, yaşam becerisi.
Sherlock Holmes’un dediği gibi: “Veriyi yeterince kurcalarsan, sana her şeyi fısıldar.”
Bizim yapmamız gereken de bu: veriyi kurcalamak, nakit akışını gün gün takip etmek ve şirketin damarlarındaki paranın nereden nereye aktığını görmek.
Buna güzel bir örnek vermek isterim: Starbucks.
Starbucks sadece kahve satan bir şirket değil, aynı zamanda bir “bankadır.”
Nasıl mı?
Yıllardır insanlar kahvelerini almak için Starbucks kartlarına para yüklüyorlar. Yani kahvelerini içmeden önce parasını ödüyorlar. Bugün Starbucks’ın bilançosunda milyarlarca dolar, müşterilerin önceden yatırdığı bu “avans” paralar olarak duruyor. Ve işte o paralarla Starbucks tüm operasyonlarını sıfır faizle finanse ediyor.
Kısacası en ucuz kaynak, müşteriden alınan ama henüz hizmeti verilmemiş paradır.
Ne kadar basit, değil mi? Ama o kadar da zekice.
Bizim alıştığımız düzende şirketler kaynak ararken hep bankalara gider, ortaklardan sermaye ister. Oysa en pahalı kaynak özkaynaktır; en ucuz kaynak ise müşteriden gelen peşin nakittir.
Unutmayın, özkaynağın da bir maliyeti vardır, üstelik çoğu zaman bu maliyet görmezden gelinir.
Bu yüzden, mümkünse peşin satış yapmak; olmuyorsa en azından maliyetiniz kadar avans almak, şirketin kârlılığını sıçratabilir.
Yeter ki sağlam bir strateji kurun, disiplininizle güven verin, marka olun ve müşterinizi kendinize bağlayın.
Şimdi diyeceksiniz ki “ince hesap” dediğimiz şey tam olarak ne?
Basit bir örnek: %50 faiz ortamında, sadece 20 günlük bir hata –örneğin alacağınızı geç almak veya borcunuzu erken ödemek– şirketin tüm yıl kazandığı kârın %3’ünü silebilir.
Bu nedenle nakit yönetimi sadece finansçıların değil, tüm şirketin meselesidir.
Bugünün tablosu net:
En pahalı kaynak: özkaynak,
En ucuz kaynak: müşteriden alınan avans,
En güzel kaynak: peşin satış,
Ve en kritik kaynak: zaman.
Kısacası, biz karidesler balinaların oyununu ancak kendi kaynaklarımızı iyi yöneterek bozabiliriz.
Yoksa o okyanusta kaybolmamız an meselesi…






















