Donald Trump’ın 2024 seçimlerini kazanarak ABD başkanı olarak göreve dönmesi, küresel iklim politikalarında yeni bir dönüm noktası yarattı. 2025 yılında Paris İklim Anlaşması’ndan tekrar çekilme kararı alması, hem uluslararası arenada hem de Türkiye özelinde çok sayıda soruyu beraberinde getirdi. Peki bu karar, gerçekten bir felaket mi yoksa Türkiye için yeni fırsatların habercisi mi olabilir? Gelin, bu sorunun cevabını birlikte arayalım.
Paris İklim Anlaşması, 2015 yılında küresel sıcaklık artışını 2°C'nin altında tutmayı ve mümkünse 1.5°C ile sınırlandırmayı hedefleyen tarihi bir anlaşma olarak imzalanmıştır. Küresel sera gazı emisyonlarının büyük bir kısmından sorumlu olan ABD, bu anlaşmanın kritik taraflarından biri olmuştur. Ancak, ABD’de yönetim değişiklikleri iklim politikalarında dalgalanmalara neden olmuş, özellikle Donald Trump yönetiminin anlaşmadan çekilme kararı uluslararası iklim mücadelesini doğrudan etkilemiştir.
Paris İklim Anlaşması’nın Doğuşu ve ABD’nin İlk Katılımı (2015-2016)
2015 yılında Paris’te düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP21), küresel ısınmayı kontrol altına almak amacıyla tarihi bir anlaşmayla sonuçlanmıştır. 195 ülke tarafından kabul edilen Paris Anlaşması, her ülkenin emisyon azaltım hedefleri belirlemesini ve bu hedefleri düzenli olarak güncellemesini zorunlu kılıyordu.
ABD, Barack Obama yönetimi altında anlaşmanın güçlü destekçilerinden biri oldu ve 2016 yılında resmi olarak Paris Anlaşması’na taraf oldu. Obama yönetimi, bu anlaşmayı ABD’nin küresel liderlik rolünün bir göstergesi olarak görerek, 2025 yılına kadar sera gazı emisyonlarını 2005 seviyelerine kıyasla %26-28 oranında azaltmayı taahhüt etti. Aynı zamanda, gelişmekte olan ülkelerin iklim değişikliği ile mücadelesine destek olmak amacıyla Yeşil İklim Fonu’na finansal katkılarda bulunmayı planladı.
Trump Dönemi: Paris Anlaşması’ndan İlk Çekilme (2017-2021)
2016 ABD başkanlık seçimlerini kazanan Donald Trump, 2017 yılında göreve geldikten kısa bir süre sonra Paris İklim Anlaşması’ndan çekilme kararını açıkladı. Bu kararın gerekçeleri arasında, anlaşmanın ABD ekonomisine zarar verdiği ve enerji sektöründe fosil yakıtlara yönelik kısıtlamalar getirdiği iddiaları vardı. Trump, ABD’nin enerji bağımsızlığını ve sanayi sektörünü desteklemek adına kömür, petrol ve doğal gaz gibi fosil yakıt kaynaklarını teşvik eden politikalar uyguladı.
2019 yılında ABD, Birleşmiş Milletler’e resmi bildirimde bulunarak Paris Anlaşması’ndan çekilme sürecini başlattı. Çekilme sürecinin tamamlanması bir yıl sürdü ve 4 Kasım 2020 itibarıyla ABD anlaşmadan resmen ayrıldı. Bu süreçte küresel iklim politikalarında ciddi bir belirsizlik ortaya çıktı ve uluslararası fonlar üzerindeki ABD katkısı azaldı.
Biden Yönetimi: Paris Anlaşması’na Geri Dönüş (2021-2024)
2020 ABD başkanlık seçimlerini kazanan Joe Biden, göreve gelir gelmez çevre politikalarında büyük değişiklikler yaparak Paris Anlaşması’na yeniden katılım sürecini başlattı. Biden yönetimi, ABD’nin 2030 yılına kadar emisyonlarını %50 azaltmayı hedeflediğini duyurdu ve Yeşil İklim Fonu’na katkı sağlamaya devam edeceğini açıkladı. Ayrıca, gelişmekte olan ülkelere yılda 11 milyar dolar iklim finansmanı sağlamayı taahhüt etti.
Bu gelişmeler, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler açısından önemliydi. Çünkü Türkiye, 2021 yılında Paris Anlaşması’nı onaylama sürecini hızlandırdı ve Net Sıfır Emisyon 2053 hedefini açıkladı. ABD’nin anlaşmaya dönmesi, Türkiye’nin uluslararası finansmana erişimini artırabilecek bir fırsat sundu.
Trump’ın Yeniden Seçilmesi ve Paris Anlaşması’ndan İkinci Çekilme Kararı (2025) ve Küresel Etkileri
Paris Anlaşması, küresel sıcaklık artışını 1.5°C ile sınırlandırmayı hedefleyen tarihi bir anlaşma. 2024 ABD seçimlerini yeniden kazanan Donald Trump, 2025 yılında göreve gelir gelmez Paris Anlaşması’ndan tekrar çekilme kararı aldı. Bu karar, Biden yönetiminin getirdiği iklim politikalarını tersine çevirdi ve ABD’yi bir kez daha küresel iklim mücadelesinin dışına itti. Çekilme süreci 2026 yılında tamamlanacak ve bu süreçte ABD’nin iklim finansmanı katkıları durdurulacak.
ABD gibi dünyanın en büyük ikinci sera gazı yayıcısının bu anlaşmadan çekilmesi, küresel çabaları sekteye uğratma potansiyeline sahip. Ancak her krizin bir fırsat yaratabileceğini unutmamak gerekiyor. Bir yanda, ABD’nin çekilmesi diğer ülkeler üzerinde domino etkisi yaratarak, bazı devletlerin de taahhütlerini gevşetmesine yol açabilir. Bu, küresel emisyon azaltımı hedeflerinde bir gerilemeyi beraberinde getirebilir. Diğer yanda ise, ABD’nin bıraktığı liderlik boşluğunu doldurmak isteyen Avrupa Birliği, Çin, Hindistan gibi büyük ekonomilerin iklim mücadelesine daha sıkı sarılması muhtemel. Hatta Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için bu boşluk, uluslararası arenada daha fazla söz sahibi olma şansı yaratabilir.
Bu gelişme, uluslararası iklim politikalarında yeni bir belirsizlik yaratırken, özellikle gelişmekte olan ülkeler için finansman ve destek mekanizmalarında kesintilere neden olabilir. Türkiye açısından bu durum, iki yönlü bir etki doğurabilir.
Türkiye’nin Paris Anlaşması Sürecindeki Konumu ve ABD’nin Çekilme Kararının Etkileri
Türkiye, Paris Anlaşması’nı 2015 yılında imzalayan ülkeler arasında yer almasına rağmen, gelişmekte olan ülkeler için adil yük paylaşımı ve finansal destek konularındaki çekinceler nedeniyle anlaşmayı uzun süre onaylamadı. Ancak, ABD’nin 2021’de anlaşmaya geri dönmesiyle birlikte Türkiye de süreci hızlandırdı ve 2021 yılında Paris Anlaşması’nı resmen onayladı.
Trump’ın Paris Anlaşması Resti: Türkiye İçin Oyunun Kuralları Yeniden mi Yazılıyor?
Türkiye’nin 2053 Net Sıfır Emisyon hedefi doğrultusunda önemli adımlar attığı bir dönemde, ABD’nin bu kararı ister istemez Türkiye’yi de etkileyecek. Ancak bu etkinin yönü, tamamen Türkiye’nin atacağı adımlara bağlı. Şimdi size şunu soruyorum: ABD’nin bu kararı, gerçekten Türkiye için bir handikap mı, yoksa bağımsız bir iklim politikası geliştirme fırsatı mı? İki tarafı da düşünelim.
Uluslararası İklim Finansmanı: Eğer ABD’nin çekilmesi uluslararası iklim fonlarını azalttığı için Türkiye’nin yeşil dönüşüm projeleri yavaşlarsa, bu durum uzun vadede enerji bağımsızlığını, ekonomik dayanıklılığı ve çevresel sürdürülebilirliği tehlikeye atabilir. Ancak bu durumda Türkiye, kendi dinamiklerini harekete geçirerek iç kaynaklarına daha fazla odaklanabilir ve yerli çözümler geliştirebilir. Diğer taraftan, ABD’nin çekilmesi uluslararası baskıyı azalttığı için Türkiye, kısa vadede daha esnek bir iklim politikası izleyebilir. Ancak bu esnekliğin uzun vadede karbon yoğun bir ekonomiyi sürdürülebilir kılmayacağını kabul etmek gerekiyor. Çünkü dünya, her geçen gün daha yeşil bir geleceğe doğru ilerliyor ve bu yarışta geri kalmak, Türkiye’nin ekonomik çıkarlarına da zarar verebilir.
Yeşil Mutabakat ve Ticaret İlişkileri: Türkiye, Avrupa Birliği Yeşil Mutabakatı’na uyum sağlamak için karbon sınır vergisi (CBAM) uygulamalarına hazırlık yapıyor. ABD’nin çekilmesi, küresel ticarette karbon odaklı yeni regülasyonların uygulanabilirliğini tartışmaya açabilir. Ancak Türkiye, bu süreçte AB ile olan ticaret ilişkilerini güçlendirerek, ihracatta avantaj sağlayacak bir pozisyon alabilir.
Sanayide Yeşil Dönüşüm: Türkiye, çelik, çimento ve alüminyum gibi emisyon yoğun sektörlerde önemli dönüşüm hedefleri koymuş durumda. ABD’nin çekilme kararıyla küresel iklim politikalarında gevşeme yaşanırsa, Türkiye için dönüşüm baskısı azalabilir. Fakat uzun vadede bu dönüşümden kaçınmanın ekonomik ve çevresel maliyetlerinin ağır olacağını unutmamak gerekiyor.
Küresel Denge Değişirken Türkiye Nasıl Bir Rol Üstlenecek?
Sonuç olarak, Trump’ın kararı, küresel iklim politikalarında bir sarsıntı yaratmış olabilir. ABD’nin anlaşmadan çekilmesiyle, gelişmekte olan ülkelere sağlanması planlanan yıllık 11 milyar dolarlık fon tehlikeye girebilir. Bu durum, Türkiye’nin yeşil dönüşüm projeleri için gerekli finansmanı sağlama konusunda sıkıntılar yaşamasına neden olabilir. Fakat aynı zamanda, Türkiye’nin kendi ulusal kaynaklarını ve bölgesel işbirliklerini harekete geçirerek daha bağımsız bir politika geliştirmesi için bir fırsat yaratabilir. Türkiye’nin hem ulusal çıkarlarını koruyacak hem de sürdürülebilir kalkınma hedeflerini gerçekleştirecek bir strateji geliştirmesi gerekiyor. Bu süreçte kamu, özel sektör ve sivil toplumun bir arada çalışması şart. Kısacası, “Kriz mi, fırsat mı?” sorusunun cevabı, tamamen Türkiye’nin bu dönemi nasıl değerlendireceğine bağlı. Siz ne düşünüyorsunuz? Türkiye, bu süreçte liderlik boşluğunu doldurabilir mi? Yoksa küresel çabaların zayıflamasının bir parçası mı olur?
Kaynakça
İklim Değişikliği ve Uyum Koordinasyon Kurulu (2024). "İklim Kanunu ve Türkiye'nin 2053 Net Sıfır Hedefi."; TÜBİTAK (2024). "Türkiye’nin sektörel düşük karbonlu yol haritası tanıtıldı."; COP29 Resmi Açıklaması (2024). "Türkiye’nin 2053 Uzun Dönemli İklim Stratejisi açıklandı."; WWF Türkiye (2024). "Türkiye’nin İklim Ağı kuruldu.";T.C. Ticaret Bakanlığı (2024). "Yeşil Mutabakat Eylem Planı kapsamında atılan adımlar."; AP News (2024). "What Is the Paris Climate Agreement?";Forbes (2025). "Why Trump’s Exit from the Paris Agreement May Not Be Official Until 2026.";BloombergHT (2017). "Türkiye Paris Anlaşması Onay Sürecini Askıya Aldı."