Türkiye’de Sürdürülebilir Tarım ve Potansiyel Risklere Karşın Öneriler
Dünyada hızla artan nüfus ve beraberinde gelen sanayileşme zaman içerisinde gelişmiş ülkelerden başlayarak, ülkemizde de uygulanmakta olan konvansiyonel tarım uygulamalarına geçişi sağlamıştır.
Konvansiyonel, yani alışılmış manadaki tarımsal uygulamaların başlangıçtaki amacı maliyeti düşürerek, verimi arttırmak gibi masum bir niyete hizmet eder gibi gözükse de genetik olarak değiştirilmiş yüksek verimli bitki çeşitlerinin tek ürünlü tarımı, tarımsal kimyasal maddelerin yoğun bir şekilde kullanılması ile sürdürülmektedir.
Yoğun girdi ve düşük işgücü yapısına dayanan bu tarım yöntemi zaman içerisinde iki önemli soruna hizmet etmiş; bunlardan ilki küresel ısınma, diğeri ise insan sağlığını bir diğer açıdan riske sokan gıda güvenliğinin giderek azalmasıdır… Ülkemizde sürdürülebilir tarımı irdeleyebilmek için öncelikle mevcut istatistiklere bir göz atmakta yarar olacaktır: Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı verilerine göre Türkiye’de artan nüfus ve azalan tarım alanları ile beraber kişi başına düşen tarım alanı ha (hektar) cinsinden 1990 yılındaki (çayır ve mera arazisi dahil) 0,76 ‘dan 2018 yılına gelindiğinde 0,28 ha’a düşmüştür.
Tarım ve Orman Bakanlığı verilerine göre ise yıllar itibari ile toplam tarım alanları Bin hektar cinsinden aşağıdaki gibi olup, 2020 yılına gelindiğinde kişi başına tarım alanının sadece 0,277 olduğu görülmektedir.
Tarım alanlarındaki göreli azalmaya karşın genel anlamda tarım üretiminin yıllar itibari ile artış kaydetmiş olduğunu yine TÜİK ve Tarım ve Orman Bakanlığı verilerinden hareketle söyleyebiliriz. Ancak özellikle hububat ve baklagil ile yağlı tohumlarda yeterlilik düzeyimiz yıllar itibari ile çok azalmış durumda
Buraya kadar sadece tarımsal üretim alanı ve miktarı ile ilgili bir değerlendirme yaptık. Peki ya soframıza bu üretimden gelen ekmek, sebze-meyve ya da et sağlığımızı koruyacak kadar güvenli mi? Hatta musluğunuzdan akan suyu herhangi bir işleme tabi tutmadan kaçımız güvenle içebiliyoruz? Bu sorunun cevabı da büyük ölçüde konvansiyonel tarımda kullanılan en önemli girdiye yani kimyasal gübrelere bağlı.
Son derece dikkatli ve kontrollü bir biçimde toprak ve su analizine göre kullanılması gereken ve gerek ürün gerekse de toprak, su gibi temel çevresel alanlarda toksik etki yaratabilen bu girdi ne yazık ki yıllar itibari ile halen artan oranlarda ülkemiz tarımında kullanılmaya devam etmektedir.
TÜİK verilerine göre 2020’de 14,5 milyon ton ile zirve yapan kimyasal gübre oranı 2021’de 12,5 milyon tona düşmüş olsa da yıllar itibari ile artış eğilimi göstermektedir. Üstelik Türkiye bu girdi açısından ithalata bağımlı olup, 2022 yılında Ukrayna-Rusya savaşı nedeni ile yükselen gübre fiyatları karşısında ithalatçı konumda olan çoğu firma zor duruma düşmüş (Gübretaş’ın üretimi durdurma kararı..) ve daha da vahimi tarım maliyetleri aşırı derecede yükselmiştir. Şimdiye kadar sadece üretim alanı, miktarı ve en önemli girdisi olan kimyasal gübre bakımından değerlendirdiğimiz konvansiyonel tarımın
en önemli zararlarından biri de küresel ısınmaya yaklaşık yüzde 30 düzeyinde katkı sağlıyor olması… Nüfusumuzun artma eğiliminde olduğu ancak küresel iklim ve mevcut tarım uygulamalarının beraberinde getirdiği koşulların toprak, su ve gıda kalitesini azaltıyor olması gibi nedenlerle hem kıtlık hem de kötü beslenme riski ile karşı karşıya olduğumuz gerçeği ile yüzleşmek zorunda olduğumuzu hissediyorum… Küresel ısınmanın olumsuz etkilerini tecrübe etmeye başladığımız son on yılda dünyada pek çok ülke tarım alanında sürdürülebilir uygulamaları mümkün kılan iyi tarım politikalarını desteklemeye başladı. Ülkemizde bu konuda neler yapıldığına bakacak olursak; İyi tarım uygulamalarına ilişkin ilk yönetmelik, 2004 yılında RG’de yayınlanmıştır.
2007 yılından itibaren uygulanmaya başlanan iyi tarım uygulamalarına ilişkin verilere bakacak olursak, önemli bir yol kat edilmiş olduğunu söyleyebiliriz. Peki bu durum sürdürebilir tarım hedefine ulaşma konusunda yeterli midir? İyi tarımdaki bu ilerlemenin sağlanmasında 2010 yılından itibaren verilen tarımsal desteklerin önemli bir katkısı olduğunu görüyoruz. Zira serbest ekonomilerde bir üretim faaliyetinin ekonomik olması onu sürdürülebilir kılar. Bu nedenle iyi tarım uygulamalarına sağlanan desteğin ekonomik koşullara göre güncellenmesi ve fayda-maliyet analizinin kamu
tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın 2019-2023 Stratejik Planı’nda “Sürdürülebilir tarım açısından çevreye duyarlı üretim sistemlerindeki yetersizlikler” konu edilmiştir. Bu bağlamda konu ele alındığında hem gıda güvenliği hem de toprak ve su kaynakları aracılığı ile tüm bir ekoloji tehdit altında görünüyor. Bu durumun çözümü konusunda kimyasal gübre konusuna dikkat çekilmesinde fayda vardır. Dünyada en yoğun nüfusa sahip olan Çin bile yüksek miktarlarda kullandığı kimyasal gübre yönetimini oldukça gelişmiş bir teknik personelle yapıyor ve önümüzdeki senelerde organik gübreye geçişi planlıyor.
Yine araştırma yaparken karşıma çıkan bir gazete haberinde Denizli’de bir makine mühendisinin geliştirdiği ve suyu yüzde 330 oranında tutma özelliğine sahip organik gübrenin, çöl şartlarında dahi sebze üretimine imkan tanıdığı ve AI (yapay zeka) ile geliştirilen bu organik gübreye yurtdışından oldukça büyük ilgi duyulduğunu; ABD, Japonya ve AB gibi yerlerden sertifikasyonlar verilmiş olduğunu gördüm. Tarım Bakanlığı tarafından Kamu Yararı projesi olarak destek verilmiş bu proje önemli bir ARGE çalışmasının ürünü.
Ticaret sekteye uğrayınca, tarım da özellikle pandemi ile birlikte büyük önem kazandı. İlave olarak dünyada iki önemli tahıl ve enerji ihracatçısının savaşa girmesi ile de gıda sorunu iyice perçinlenmiş oldu. Bu durum yakında geçer, hasar bıraksa da geçer diye düşünmemeliyiz. Çünkü asıl büyük tehlike toprak ve su kaynaklarının iklim krizi nedeni ile giderek tükeniyor ve buna karşılık dünya nüfusunun da giderek artıyor olması.
Özetle tarımda ve gıda güvenliğinde düze çıkmanın tek yolu yukarıda bahsettiğim organik gübre firması gibi firmaların çoğalmasından geçiyor. Bu yol da bilimden yani ARGE den geçiyor.
Bilimin yolumuzu ve geleceğimizi aydınlattığı temiz yarınlarda güvenli gıdaya ulaşmak dileğimle