Dolarizasyondan kurtulmak için 7 adım
Hükümet'ten milli ekonomiyi ve Türk Lirası'nı destekleyen açıklamalar geliyor. Orta ve uzun vadede dolarizasyon sorununun çözülmesi için en kısa sürede güçlü adımlar atılması gerekiyor. Döviz tevdiat hesaplarının (DHT) aşırı büyüdüğünü görüyoruz. Önlem için işte yapılması gerekenler...
Döviz kurlarının yeni rekorlar kırmaya başladığı bugünlerde dolarizasyon kavramını sık sık duyuyoruz ve okuyoruz. Dolar/TL’nin ne olacağı hakkında doğru yanlış birçok tahmin yapılıyor ve manipülatörler ellerini ovuşturarak karlarına kar katmaya çalışıyorlar. Öncelikle döviz fiyatlarındaki dalgalanmalarda gerek hükümetin gerekse de ekonomi bürokrasisinin eldeki imkanlarla en iyi şekilde mücadele ettiğini vurgulamak gerekir.
Cumhurbaşkanı’nın ve Sayın Albayrak’ın milli ekonomiyi ve Türk lirasını destekleyen beyanları bu saldırıların sık yaşandığı ülkemizde çok önemli bir kararlılık ve iradeyi gösteriyor. Bununla birlikte söz konusu mücadele sadece kısa vadede döviz dalgalanmalarını savuşturmaya yarayacaktır. Orta ve uzun vadede dolarizasyon sorununun çözülmesi için en kısa sürede daha güçlü adımlar atılması gerektiği ortada.
TÜRKİYE’DE DOLARİZASYON
1980 öncesi dönemde Türkiye’de, bireylerin ve şirketlerin yabancı para kullanımı sınırlı olduğundan dolarizasyon, önemli bir sorun teşkil etmiyordu. 24 Ocak 1980 kararları sonrasında, kambiyo rejimindeki düzenleme yabancı paranın, farklı amaçlarla talep edilmesine zemin hazırlamıştır. Enflasyon, iktisadi unsurların hem satın alma güçlerini hem de ulusal para cinsinden tutulan nakit varlıkların miktarını azaltmaktadır. Enflasyonist dönemlerde bireyler ve şirketler varlıklarını, gayrimenkul, altın ve döviz gibi yatırım araçlarına yatırarak, değersizleşen ülke parasından kaçmak isterler. Uzun yıllar yüksek enflasyonla yaşayan Türkiye, benzer dolarizasyon sürecini deneyimleyen ülkeler arasındadır. Son yıllarda düşük seyreden enflasyona rağmen dolarizasyonun hala yüzde 50’lerin üzerinde seyrettiği görülüyor. Bunun nedenlerini incelerken iki ana etkene dikkat edilmesi gerekiyor; finansal dolarizasyon ve dış ticarette dolarizasyon.
FİNANSAL DOLARİZASYON
Türkiye’de finansal dolarizasyonun üç ana bacağı var; mevduat, kredi ve varlık dolarizasyonu.
Mevduat dolarizasyonu kamuoyunda en çok bilinen dolarizasyon türüdür ve DTH’nin (döviz tevdiat hesabı) aşırı büyümesi ile ilgilidir. DTH’lerin büyüklüğü, vade yapısı ve toplam mevduatlar içindeki oranı dolarizasyonun hangi boyutlarda olduğunu gösteren etkenlerden biridir. 14 Aralık 2012’de 112.2 milyar dolar olan DTH hesapları 7 Ağustos itibarıyla 219.5 milyar dolara ulaşmış bulunuyor.
Bu oran toplam mevduatların yüzde 51’ine tekabül ediyor. 2012’de DTH’ların toplam mevduatlar içindeki oranı yüzde 35 civarındaydı. Görüldüğü gibi yurtiçi yerleşik gerçek ve tüzel kişilerin talebi son sekiz yılda düzenli olarak artış göstermiş. Bu artış dolarizasyonda temel etkenlerden birisi olarak dikkat çekiyor.
DTH’ların vade yapısı da dolarizasyonda başka bir etken. DTH’ların vade yapılarının ağırlıklı olarak 1-3 ay arasında olduğu görülüyor. 2020 yılı Haziran ayında 1 ay ve 1-3 ay arası vadelerin toplam DTH içindeki miktarı 734.3 milyar TL büyüklüğünde ve toplam DTH’a oranı yüzde 61. Bu oran kısa vadeli döviz talebinin güçlü kalmasında ve döviz portföylerinin çözülmemesinde etkili oluyor.
Kredi dolarizasyonu tarafına baktığımızda ise Haziran 2020 itibarıyla bankacılık sektöründe yabancı para kredileri oranı 1 trilyon 145 milyar TL büyüklüğe ulaşmış. Toplam krediler içindeki döviz kredileri oranı yüzde 35 civarında bulunuyor.
Cumhurbaşkanı’nın ve Sayın Albayrak’ın milli ekonomiyi ve Türk lirasını destekleyen beyanları bu saldırıların sık yaşandığı ülkemizde çok önemli bir kararlılık ve iradeyi gösteriyor. Bununla birlikte söz konusu mücadele sadece kısa vadede döviz dalgalanmalarını savuşturmaya yarayacaktır. Orta ve uzun vadede dolarizasyon sorununun çözülmesi için en kısa sürede daha güçlü adımlar atılması gerektiği ortada.
TÜRKİYE’DE DOLARİZASYON
1980 öncesi dönemde Türkiye’de, bireylerin ve şirketlerin yabancı para kullanımı sınırlı olduğundan dolarizasyon, önemli bir sorun teşkil etmiyordu. 24 Ocak 1980 kararları sonrasında, kambiyo rejimindeki düzenleme yabancı paranın, farklı amaçlarla talep edilmesine zemin hazırlamıştır. Enflasyon, iktisadi unsurların hem satın alma güçlerini hem de ulusal para cinsinden tutulan nakit varlıkların miktarını azaltmaktadır. Enflasyonist dönemlerde bireyler ve şirketler varlıklarını, gayrimenkul, altın ve döviz gibi yatırım araçlarına yatırarak, değersizleşen ülke parasından kaçmak isterler. Uzun yıllar yüksek enflasyonla yaşayan Türkiye, benzer dolarizasyon sürecini deneyimleyen ülkeler arasındadır. Son yıllarda düşük seyreden enflasyona rağmen dolarizasyonun hala yüzde 50’lerin üzerinde seyrettiği görülüyor. Bunun nedenlerini incelerken iki ana etkene dikkat edilmesi gerekiyor; finansal dolarizasyon ve dış ticarette dolarizasyon.
FİNANSAL DOLARİZASYON
Türkiye’de finansal dolarizasyonun üç ana bacağı var; mevduat, kredi ve varlık dolarizasyonu.
Mevduat dolarizasyonu kamuoyunda en çok bilinen dolarizasyon türüdür ve DTH’nin (döviz tevdiat hesabı) aşırı büyümesi ile ilgilidir. DTH’lerin büyüklüğü, vade yapısı ve toplam mevduatlar içindeki oranı dolarizasyonun hangi boyutlarda olduğunu gösteren etkenlerden biridir. 14 Aralık 2012’de 112.2 milyar dolar olan DTH hesapları 7 Ağustos itibarıyla 219.5 milyar dolara ulaşmış bulunuyor.
Bu oran toplam mevduatların yüzde 51’ine tekabül ediyor. 2012’de DTH’ların toplam mevduatlar içindeki oranı yüzde 35 civarındaydı. Görüldüğü gibi yurtiçi yerleşik gerçek ve tüzel kişilerin talebi son sekiz yılda düzenli olarak artış göstermiş. Bu artış dolarizasyonda temel etkenlerden birisi olarak dikkat çekiyor.
DTH’ların vade yapısı da dolarizasyonda başka bir etken. DTH’ların vade yapılarının ağırlıklı olarak 1-3 ay arasında olduğu görülüyor. 2020 yılı Haziran ayında 1 ay ve 1-3 ay arası vadelerin toplam DTH içindeki miktarı 734.3 milyar TL büyüklüğünde ve toplam DTH’a oranı yüzde 61. Bu oran kısa vadeli döviz talebinin güçlü kalmasında ve döviz portföylerinin çözülmemesinde etkili oluyor.
Kredi dolarizasyonu tarafına baktığımızda ise Haziran 2020 itibarıyla bankacılık sektöründe yabancı para kredileri oranı 1 trilyon 145 milyar TL büyüklüğe ulaşmış. Toplam krediler içindeki döviz kredileri oranı yüzde 35 civarında bulunuyor.
Geçen yıllarda alınan önlemler döviz kredi oranlarında azalmayı sağlamış ancak yüzde 35 hala yüksek bir oran ve döviz talebini güçlü tutacak boyutlarda bulunuyor.
Türkiye’nin dış borçları ve vadeleri de kredi dolarizasyonunda etken. Haziran 2020 itibarıyla Türkiye’nin özel ve kamu sektörlerine ait kısa vadeli dış borçları 118.7 milyar dolar toplam dış borç ise 431 milyar dolar seviyesinde bulunuyor.
Dış borçlarımızın çevrilmesinde bir sorunumuz yok ancak borçların kısa vadeli olması (bir yıldan daha kısa) ve toplam borçlar içinde payının yüzde 28’lerde bulunması döviz fiyatlarındaki hassasiyeti artırıyor ve döviz fiyatları üzerinde yukarı yönde etki yapıyor.
Yurtiçi yerleşiklerin önemli miktarlarda döviz bazlı portföy bulundurmaları ise varlık dolarizasyonunda etkili oluyor. Yurtiçi yerleşiklerin döviz bazlı portföyleri 7 Temmuz 2020 itibariyle 340.7 milyar TL büyüklüğünde ve toplam menkul değerlerin yüzde 37’sini oluşturuyor. DTH’lara oranla daha düşük olsa da düzenli olarak artış gösteriyor olması dikkat çekici. Döviz fiyatlarında etkisi çok yüksek olmasa da bu oranda bir portföyün döviz varlıkları ile taşınması TL’yi zayıflatan bir unsur.
DIŞ TİCARETTEKİ YERİ
1980’lerden itibaren Türkiye’nin izlediği IMF politikaları ülkeyi maalesef ithalata bağımlı bir konuma getirdi. Son yıllarda bu durumun tersine çevrilmesi için arka arkaya olumlu adımlar atılıyor. Ancak mevcut haliyle dış ticaret açığımız döviz talebinin yüksek olmasında ve dolarizasyonun artmasında en önemli etkenlerden birisi durumunda. Dış ticaret istatistiklerinde daha detaylı olarak baktığımızda dolarizasyonun neden bu kadar güçlü kaldığını anlıyoruz.
Döviz talebinin güçlü olmasında önemli bir etken olan ithalat tarafına bakalım önce. Türkiye’nin ithalatı ağırlıklı olarak ABD doları bazında yapılıyor. Döviz bazında ithalatın dağılımına bakarsak; 2018 yılında ithalat yüzde 61’i dolar, yüzde 33’ü avro, yüzde 4.8’i ise TL bazında oluştu. Aynı yıl dolar ve euro bazında toplam ithalat 216.5 milyar dolar olmuş.
Türkiye’nin dış borçları ve vadeleri de kredi dolarizasyonunda etken. Haziran 2020 itibarıyla Türkiye’nin özel ve kamu sektörlerine ait kısa vadeli dış borçları 118.7 milyar dolar toplam dış borç ise 431 milyar dolar seviyesinde bulunuyor.
Dış borçlarımızın çevrilmesinde bir sorunumuz yok ancak borçların kısa vadeli olması (bir yıldan daha kısa) ve toplam borçlar içinde payının yüzde 28’lerde bulunması döviz fiyatlarındaki hassasiyeti artırıyor ve döviz fiyatları üzerinde yukarı yönde etki yapıyor.
Yurtiçi yerleşiklerin önemli miktarlarda döviz bazlı portföy bulundurmaları ise varlık dolarizasyonunda etkili oluyor. Yurtiçi yerleşiklerin döviz bazlı portföyleri 7 Temmuz 2020 itibariyle 340.7 milyar TL büyüklüğünde ve toplam menkul değerlerin yüzde 37’sini oluşturuyor. DTH’lara oranla daha düşük olsa da düzenli olarak artış gösteriyor olması dikkat çekici. Döviz fiyatlarında etkisi çok yüksek olmasa da bu oranda bir portföyün döviz varlıkları ile taşınması TL’yi zayıflatan bir unsur.
DIŞ TİCARETTEKİ YERİ
1980’lerden itibaren Türkiye’nin izlediği IMF politikaları ülkeyi maalesef ithalata bağımlı bir konuma getirdi. Son yıllarda bu durumun tersine çevrilmesi için arka arkaya olumlu adımlar atılıyor. Ancak mevcut haliyle dış ticaret açığımız döviz talebinin yüksek olmasında ve dolarizasyonun artmasında en önemli etkenlerden birisi durumunda. Dış ticaret istatistiklerinde daha detaylı olarak baktığımızda dolarizasyonun neden bu kadar güçlü kaldığını anlıyoruz.
Döviz talebinin güçlü olmasında önemli bir etken olan ithalat tarafına bakalım önce. Türkiye’nin ithalatı ağırlıklı olarak ABD doları bazında yapılıyor. Döviz bazında ithalatın dağılımına bakarsak; 2018 yılında ithalat yüzde 61’i dolar, yüzde 33’ü avro, yüzde 4.8’i ise TL bazında oluştu. Aynı yıl dolar ve euro bazında toplam ithalat 216.5 milyar dolar olmuş.
2018 sonu itibarıyla Türkiye’nin toplam ithalatı içinde Almanya’nın payı yüzde 9.15 oranı ile 20.4 milyar dolar, ABD’nin payı ise yüzde 5.55 oranı ile 12.4 milyar dolar olmuş. Toplam ithalat içinde sadece yüzde 5.55 oranında bulunan ABD’nin para biriminin toplam ithalat içinde yüzde 61’e yakın bir oranda kullanılması dolarizasyonu destekleyen temel etkenlerden birisi.
İhracat tarafına gelince, 2018 yılı toplam ihracatı içinde yüzde 43 ile ABD doları (76.2 milyar dolar), yüzde 49.2 ile avro (87.1 milyar dolar) toplamda 163.3 milyar dolar döviz girdisi sağlanmış.
İhracat-ithalat rakamını kaba hesapla ABD doları bazında netleştirdiğimiz zaman 2018 yılında Türkiye dış ticareti 64,1 milyar dolar açık vermiş (döviz bazlı işlemler içinde ABD dolarının payı açısından). Bu rakam bize her yıl yüksek seyreden dolar talebinin ve dolarizasyonun sebebini çok net bir biçimde gösteriyor.
Tüm bunların yanı sıra dikkat çeken diğer bir faktör ise döviz borcu olan kamu ve özel şirketlerinin önemli bir kısmının halen çağdaş risk yönetimi yapmaktan kaçınması.
Bazı ticaret odası başkanlarının ve şirket CEO’larının açıkladığı ‘döviz gelirini artırarak döviz riskinden korunma’ yaklaşımı kesinlikle bir risk yönetimi yöntemi değildir. Böyle olmadığını döviz fiyatlarının yükseldiği dönemde özel ve kamu şirketlerinin bilançolarındaki büyük kur zararlarında görebiliyoruz. Benzer şekilde kamu tarafında Hazine’nin yaptığı döviz kuru riskine karşı korunmanın sadece borçlanmanın ağırlıklı olarak TL cinsinden yapılması olarak tanımlanması da yetersiz bir tanımlamadır (Kamu Borç Yönetimi Raporu, Sayfa 40).
ÖNERİLER BİR PROGRAMLA DESTEKLENMELİ
Yukarıda gördüğümüz gibi dolarizasyon, bir dizi somut gerçeklikler üzerinde temellenmiş ve bu yönde acil adımlar atılması gerekiyor. Milli ekonomiye geçiş sürecinde olan Türkiye kendine özgü zaafları olmakla birlikte kapitalizmin bazı zaaflarını da bünyesinde taşıyor. Bunlardan en önemlisi ise ekonomik faaliyetlerin planlamasının yapılmamasıdır. Plansızlık ekonomiyi kırılganlaştıyor ve ekonominin tüm aktörleri açısından güvensizliğe neden oluyor.
Ekonominin sağlıklı çalışmasında ekonominin tüm aktörlerine ‘güven’ sağlanması şart. Ancak söz konusu ‘güven’ kavramı IMF/Atlantik çizgisindeki iktisatçıların IMF’den ve ABD/AB banka ve fonlarından icazet alarak güven sağlamak değildir. Esasen ‘güven’ kavramı milli ekonomi programının genel hatlarının net olarak çizilmesi ve buna bağlı olarak beş yıllık kalkınma planlarının hazırlanıp acilen hayata geçirilmesidir. Planlama ile birlikte sadece yerli sermaye ve vatandaşa güven verilmiş olmayacak, yabancı sermayenin de önemli bir kısmının Türkiye’yi yeniden listenin başına alması sağlanacaktır. Böylece hem orta/uzun vadeli portföy yatırımcıları hem de doğrudan yatırım yapmak isteyen yabancı sermaye de rotasını Türkiye’ye çevirecektir.
Nasıl ki ABD/AB Sermayesi Çin ,den bir türlü vazgeçemiyorsa,Türkiye’den de kolay kolay vazgeçemeyecektir.
Aşağıda önerilen önlemler daha çok orta ve uzun vade için geçerlidir ancak mutlaka bir milli ekonomi programı (ki en uygulanabilir ve gerçekçi program Vatan Partisi’nin Üretim Devrimi Programı olarak görünüyor) ve beş yıllık planlarla desteklenmelidir.
İhracat tarafına gelince, 2018 yılı toplam ihracatı içinde yüzde 43 ile ABD doları (76.2 milyar dolar), yüzde 49.2 ile avro (87.1 milyar dolar) toplamda 163.3 milyar dolar döviz girdisi sağlanmış.
İhracat-ithalat rakamını kaba hesapla ABD doları bazında netleştirdiğimiz zaman 2018 yılında Türkiye dış ticareti 64,1 milyar dolar açık vermiş (döviz bazlı işlemler içinde ABD dolarının payı açısından). Bu rakam bize her yıl yüksek seyreden dolar talebinin ve dolarizasyonun sebebini çok net bir biçimde gösteriyor.
Tüm bunların yanı sıra dikkat çeken diğer bir faktör ise döviz borcu olan kamu ve özel şirketlerinin önemli bir kısmının halen çağdaş risk yönetimi yapmaktan kaçınması.
Bazı ticaret odası başkanlarının ve şirket CEO’larının açıkladığı ‘döviz gelirini artırarak döviz riskinden korunma’ yaklaşımı kesinlikle bir risk yönetimi yöntemi değildir. Böyle olmadığını döviz fiyatlarının yükseldiği dönemde özel ve kamu şirketlerinin bilançolarındaki büyük kur zararlarında görebiliyoruz. Benzer şekilde kamu tarafında Hazine’nin yaptığı döviz kuru riskine karşı korunmanın sadece borçlanmanın ağırlıklı olarak TL cinsinden yapılması olarak tanımlanması da yetersiz bir tanımlamadır (Kamu Borç Yönetimi Raporu, Sayfa 40).
ÖNERİLER BİR PROGRAMLA DESTEKLENMELİ
Yukarıda gördüğümüz gibi dolarizasyon, bir dizi somut gerçeklikler üzerinde temellenmiş ve bu yönde acil adımlar atılması gerekiyor. Milli ekonomiye geçiş sürecinde olan Türkiye kendine özgü zaafları olmakla birlikte kapitalizmin bazı zaaflarını da bünyesinde taşıyor. Bunlardan en önemlisi ise ekonomik faaliyetlerin planlamasının yapılmamasıdır. Plansızlık ekonomiyi kırılganlaştıyor ve ekonominin tüm aktörleri açısından güvensizliğe neden oluyor.
Ekonominin sağlıklı çalışmasında ekonominin tüm aktörlerine ‘güven’ sağlanması şart. Ancak söz konusu ‘güven’ kavramı IMF/Atlantik çizgisindeki iktisatçıların IMF’den ve ABD/AB banka ve fonlarından icazet alarak güven sağlamak değildir. Esasen ‘güven’ kavramı milli ekonomi programının genel hatlarının net olarak çizilmesi ve buna bağlı olarak beş yıllık kalkınma planlarının hazırlanıp acilen hayata geçirilmesidir. Planlama ile birlikte sadece yerli sermaye ve vatandaşa güven verilmiş olmayacak, yabancı sermayenin de önemli bir kısmının Türkiye’yi yeniden listenin başına alması sağlanacaktır. Böylece hem orta/uzun vadeli portföy yatırımcıları hem de doğrudan yatırım yapmak isteyen yabancı sermaye de rotasını Türkiye’ye çevirecektir.
Nasıl ki ABD/AB Sermayesi Çin ,den bir türlü vazgeçemiyorsa,Türkiye’den de kolay kolay vazgeçemeyecektir.
Aşağıda önerilen önlemler daha çok orta ve uzun vade için geçerlidir ancak mutlaka bir milli ekonomi programı (ki en uygulanabilir ve gerçekçi program Vatan Partisi’nin Üretim Devrimi Programı olarak görünüyor) ve beş yıllık planlarla desteklenmelidir.
- DTH’ların çözülmesine dönük olarak daha kararlı adımlar atılmalı. Altın veya dolar bazında olmayan dövize dayalı (yuan başta olmak üzere) hesaplar açılması teşvik edilebilir. Kamu bankaları vasıtasıyla TL’ye dayalı yeni ürünler geliştirilebilir ve özel bankaların da bu ürünleri geliştirmesi teşvik edilebilir. Bu ürünler BES ve kamu portföylerine de taşınabilir.
- DTH’ların bir yıldan daha uzun vadeye geçmeleri teşvik edilebilir. Bunlar vergileme, faiz veya başka yöntemlerle yapılabilir.
- Döviz bazında yurt dışından ve yurt içinden borçlanmaya getirilecek sınırlamalar artırılmalı. Yurtdışı borçlanmalar tek elden yapılabilir ve bu şekilde elde edilen kaynaklar kamu bankaları vasıtasıyla TL bazında olmak kaydıyla dağıtılabilir.
- Dış borçların vadelerinin bir yıldan daha uzun vadelere taşınması sağlanmalı. Böylesi bir süreç kamu eliyle yönetilebilir veya kamunun garantörlüğünde borçların ileri tarihe ertelenmesi de sağlanabilir. Borçların ertelenmesini bir zaaf olarak algılamamak ve Türkiye’nin borç ödeme geçmişinin çok iyi olduğunu ve yabancı kreditörlerin bu işi kabullenmekte zorlanmayacaklarını unutmamamız gerekir.
- Döviz borcu olan şirketlerin döviz kuru riskinden korunmaları için acil olarak kamu bünyesinde bir Risk Yönetimi Kurumu oluşturulmalıdır. Böyle bir yapı hem TCMB ve Hazine'nin hem de kamu ve özel şirketlerin döviz risklerinin takibi hatta yönetimini sağlayabilir. Bu kurum aracılığıyla aktif risk yönetim yapılarak sigortalama (hedging) sağlanmalı. Bugün bankacılık sisteminin ulaştığı gelişmişlik seviyesi türev ürünlerin sigortalama işlemlerinin yapılmasında yeterli kapasiteye sahiptir. Döviz riski olan tüm şirketler için sigortalama zorunluluk haline getirilmeli ve kurulacak Risk Yönetimi Kurumu ile aktif takibi yapılmalıdır. Hatta döviz riski taşıyan şirketlerde risk yönetimi bölümlerinin kurulması, kurulamıyorsa ya devlet ya da özel sektörde bulunan risk yönetimi şirketleri ile anlaşma yapmaları zorunlu hale getirilmelidir. Aktif risk yönetimi hem kredi dolarizasyonu hem de dış ticaret kaynaklı dolarizasyonun azaltılmasında önemli bir rol oynayacaktır.
- DİBS’lerde (devlet iç borçlanma senetleri) bir yıl ve daha uzun vadeli olup başta yuan olmak üzere ABD doları dışındaki diğer para birimlerine ve altın gibi varlıklara dayalı finansal ürünler geliştirilebilir. DİBS’lerde hem çeşitleme yapılarak hem de vade uzatılarak döviz fiyatları üzerindeki baskı azaltılmış olur. Böyle bir girişim varlık dolarizasyonunun azaltılmasında önemli rol oynayacaktır.
- Dış ticaretimizin büyük bir kısmının ABD doları ile yapılıyor olması dolarizasyonda önemli bir rol oynuyor. Dolayısıyla dış ticaret ortaklarımızla yerel para cinsinden ticaret anlaşmalarının yapılması ve yerel para kullanımının yaygınlaştırılması gereklidir. Özellikle ithalat yaptığımız Rusya ve Çin ile yapılan anlaşmaların hızla uygulanması ve diğer ortaklarımızla da benzer anlaşmaların bir an önce yapılması dolarizasyonun yavaşlamasında etken olacaktır.