AVRUPA BİRLİĞİ'NİN GÜNDEMİNDEKİ KIBRIS SORUNUNA YENİ BİR SAYFA
Ağustos ayının sonuna yaklaştığımız ve miadını çoktan doldurmuş “Kıbrıs müzakereleri” yolculuğuna dair hummalı çalışmaların artarak sürdüğü şu günlerde, Kıbrıs Sorunundan birinci dereceden sorumlu bulunan taraf ile bugüne dek irdelenmemiş hangi hususun yeniden masaya yatırılacağı artık pek merak konusu bile değil…
Dünya kamuoyu önünde gerek Türkiye Cumhuriyeti’ni gerekse Kıbrıs Türk tarafını sürekli zor duruma düşürmeye çalışan zihniyet, sözde “güvenlik kaygılarını” öne sürmekten geri kalmıyor, adeta Kıbrıs sorununun 20 Temmuz 1974 harekatı ile başladığı imajını çizmeye de devam ediyor.
20 Temmuz 1974 harekatının adının “Barış ve Özgürlük Bayramı” olarak anılması boşuna değildir. Bu harekâtla yalnızca Kıbrıslı Türklere değil, EOKA tarafından ENOSİS karşıtı oldukları gerekçesiyle türlü zulme uğrayan ve nice kayıplar veren Kıbrıslı Rumlara da huzur ve güvenlik ortamı sağlanmıştır.
Unutulmamalıdır ki EOKA terör örgütünün 1955-1959 yılları arasında öldürdüğü Rumların sayısı, öldürdüğü Türk ve İngiliz kişi sayısından fazladır. EOKA bahsi geçen tarihler arasında 278 Rum, 142 İngiliz ve 84 Türk’ü öldürmüştür.
Öyle ki tüm bu yaşananlar, BM’nin 04 Mart 1964 tarihli S/5575 numaralı kararı ışığında, “şiddet ve katliamın” önlenmesi için adada BM Barış Gücü’nün tesis edilmesine yol açmıştır.
Türk ordusu ise adaya, huzur ve güvenlik ortamını sağlayamayan (ki bu belgelerle sabittir) BM Barış Gücünün adaya konuşlanmasından tam on yıl sonra, 15 Temmuz 1974’te Yunan Cuntasının (200 Yunanlı subay, RMMO askerleri ve EOKA B terör örgütü üyelerinin işbirliğinde gerçekleşen) kanlı darbesiyle yıkılan hükümetin, bozulan anayasal düzenin yeniden temini maksadıyla, Garanti ve İttifak Anlaşmalarından doğan meşru haklarla müdahalede bulunmak zorunda kalınmıştır.
Aslında Türk ordusu, esasen büyük bir işgali önlemiş ve kökleri 1790 yılına uzanan “Kirli Büyük Plana” darbe vurmuştur.
Gerçek işgalin krokisinin çizildiği 1790 yılı, esasen Kıbrıs sorununun başlangıcını oluşturmaktadır. “Megali İdea” yani “Büyük Fikir”.. Hollanda’da çizilen bu haritaya göre Kıbrıs, büyük Yunanistan’a bağlı bir topraktır. Ve bahsi geçen yıldan itibaren kurulan türlü cemiyetler ve organizasyonlar, bu haritayı hayata geçirmek için büyük gayretler sarf etmişlerdir.
İşte bu haritanın önemli bir parçasını tamamlama gayesi taşıyan ENOSİS’in, (diğer bir deyişle adanın Yunanistan’a ilhakı) ne yazık ki yakın geçmişte (Şubat 2017) sözde güvenlik endişesi taşıdığını iddia eden Rum tarafının meclisi tarafından tüm okullarda kutlanılması kararı alınmıştır. Görülen o ki, güvenlik kaygısı taşıdığını iddia eden Rum tarafı, diğer taraftan adanın Yunanistan tarafından işgaline çanak tutmaktan hala geri kalmamaktadır.
Yine güvenlik ve garanti anlaşmalarına gerek olmadığını iddia eden Rum tarafı, diğer taraftan mütemadiyen asker sayısını artırmakta, çeşitli ülkelerle askeri tatbikatlar yapmakta ve askeri işbirliği anlaşmaları imzalamaktadır.
Öte yandan Rum Savunma Bakanlığı için ayrılan bütçenin 352 milyon avro olduğunun da altını çizmekte fayda bulunmaktadır.
Bundan yaklaşık bir hafta önce, ABD Kara Kuvvetleri Komutanı General Mark A. Milley, Rum Milli Muhafız Ordusu (RMMO) Komutanı Korgeneral İlias Leondaris'le görüşmüş ve bu görüşmeye katılan ABD Büyükelçisi Kathleen Doherty, "Bu, Washington ve Rumlar arasında güvenlik konularındaki işbirliğinin güçlenmesine dair yeni, önemli bir göstergedir" demiştir. Bu görüşmeye İngiliz Yüksek Komiseri Stephen Lilli’nin de katıldığına dikkat çekerken, RMMO komutanının Yunanistan tarafından atanan bir subay olduğu ve toplantıda herhangi bir Rum siyasinin yer almayışını da göz önünde bulundurarak, toplantının özde Amerika-İngiltere ve Yunanistan arasında icra edildiğini söylemek pek de yanlış olmayacaktır. Halihazırda geçtiğimiz aylarda ABD’nin Rum tarafına uyguladığı silah ambargosunu kaldırmak için çalışmalar icra etmesi giderek sıkılaşan Amerikan-Rum/Yunan ilişkilerinin somut bir örneğini teşkil eder niteliktedir. (Küçük bir ayrıntı olarak silahlanmaya önem veren Güney Kıbrıs’ta, vatandaşların silah temini ve muhafazası yasaldır.)
Öte yandan, geçtiğimiz günlerde Kıbrıs Rum Motosikletliler Federasyonu Başkanı Yorgos Hacıkostas, 1995-1996 olaylarının perde arkasını ifşa etmiş ve bir kere daha GKRY’nin gerçek niyetini ve yaklaşımını ortaya koymuştur.
Eylemler düzenlemek için Almanya ile birlikte 17 ülkenin maddi ve manevi desteğini aldıklarını itiraf eden Hacıkostas, Klerides’in kendisine bu eylemlerin Yunanistan’ı savaşa sürükleyeceğini fakat Yunanistan’ın bir savaşa hazır olmadığını anlattığını, fakat bunlara rağmen o dönemde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne birkaç Rus tankının geldiğini, bu tankları 80 Rus tankı, birkaç Yunan tankı ve S300’lerin de izleyeceğinin kendisine ifade edildiğini aktarmıştır. Klerides’in, belirtilenler Güney Kıbrıs’a ulaştığında motosikletlilerden eylem yapmasını isteyeceğini fakat o gün eylemden vazgeçmeleri gerektiğini belirttiğini aktaran Hacıkostas, bu karara Rum Başpiskopos Birinci Hrisostomos’un sert bir biçimde tepki göstererek kendisine “İptal etmemeniz gerekirdi… Kan dökülmezse Kıbrıs özgürlüğüne kavuşmaz” dediğini aktarmıştır.
Hal böyle iken ve tüm bu yaşananlar gün gibi ortada iken, Kıbrıs Türk tarafı mı yoksa Kıbrıs Rum tarafı mı daha fazla güvenlik kaygısı taşımalı ya da adanın ilhakından endişe duymalıdır?
Görülen o ki, çağdışı olduğunu ve gerekliliği kalmadığını iddia ettikleri Garanti ve İttifak Anlaşmalarının mevcudiyeti yalnızca Kıbrıslı Türklerin değil, Kıbrıslı Rum toplumunun da huzur ve güvenliği, ayrıca adadaki barış ve istikrarın teminatı için elzemdir.
Rum tarafının Türk tarafını masada en çok zorladığı diğer başlık, Yönetim ve Güç Paylaşımı…
Rum tarafı, tarihte de Kıbrıslı Türkleri adadaki eşit iki toplumdan biri olarak görmediği için hiçbir zaman eşit paydada buluşmaya yaklaşmayacaktır. İşin özünde zihniyet meselesi yatmaktadır.
Zannediyorum ki deveye hendek atlatmak, iyi niyet göstergesi çerçevesinde, Güven Yaratıcı Önlemler kapsamında alınan adadaki telefon şebekelerinin enterkonnekte olması hususunu bile reddederek yerine getirmeyen, uluslararası kimlikteki tek iki toplumlu spor etkinliğini olan “Kıbrıs Rallisinin” ‘seyirci özel etabını’ dahi iptal eden, 2003’ten bu yana Kıbrıs Türk tarafının iyi niyet göstergesi çerçevesinde sınır kapılarının açılmaya başlanmış olmasına, talep ettikleri sınır kapılarının da bir bir açılmasına rağmen konu Kıbrıslı Türklerin hayatını kolaylaştıracak kapıların açılmasına gelince sürekli ayak direyerek, türlü bahaneler öne sürerek bu kapıları açmaktan kaçınan bir zihniyetle Kıbrıs’ta çözüm arayışında bulunmaktan daha kolaydır.
Tüm bu yaşananlar, artık ajandanın değiştirilmesinin vaktinin geldiğinin hatta geçmekte olduğunun sinyalini net bir biçimde vermektedir.
Avrupa’nın ve dünyanın gündemine 40 yılı aşkın bir süredir devam eden “Kıbrıs Sorunu Müzakerelerini” taşımak yerine, BM Güvenlik Konseyi’nin S/2004/437 numaralı kararını taşımanın yerinde olacağını düşünüyorum. Unutturulmaya çalışılan, birçoğunun görmezden geldiği ve uygulanmayan tek BM kararı niteliğindeki bu karar, Kıbrıslı Türklerin izole edilmesine neden olan tüm ambargo ve kısıtlamaların kaldırılması çağrısı yapmaktadır.
İkinci bir husus olarak, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk tarafının tüm iyi niyetli gayretlerine rağmen, gerek 2004 yılında Annan Planını reddederek, gerekse 2017 yılında Crans Montana’daki görüşmelerin çözümsüzlükle sonuçlanmasına neden olarak Kıbrıs’ı çözümsüzlüğe mahkum eden Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin hukuka aykırı bir biçimde ve tek taraflı olarak Avrupa Birliği’ne alınmasıyla teşkil ettiği “tartışmalı statüsü”, tüm uluslararası platformlarda tartışmaya açılmalı ve irdelenmelidir. Daha da fazlası 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nden zorla tecrit ettirilen Kıbrıslı Türklerin kurduğu ve yaşattığı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınması hususu da Avrupa ve dünya kamuoyunun gündemine getirilmelidir.
Son olarak, tüm yukarıda bahsi geçen olaylar ve gelişmeler bizlere, gerek Kıbrıs adasında gerekse Akdeniz ve Ortadoğu’da barış ve güvenlik ortamının temin ve muhafazası için Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk ordusunun varlığının olmazsa olmaz olduğunun ispatını teşkil etmektedir. Ayrıca, bu vesileyle, son dönemlerde Türkiye Cumhuriyeti’ne yapılan ekonomik ve siyasi savaşı kınar, biz Türk milletinin güçlü iradesi ışığında birlik, beraberlik ve dayanışma içerisinde tüm bu savaşların üstesinden geleceğimize dair inancımı yinelerim.
Öte yandan Türkiye Cumhuriyeti’ne yapılan bu hain ekonomik ve siyasi savaşlarla mücadelede destek olmak adına, KKTC’deki tüm seyahat acentalarına ve tur operatörlerine, KKTC Turizm Bakanlığı'nın da katkılarıyla, tatilcilerin tatil rotalarını Türkiye’ye çevirmesine katkıda bulunacak teşvik ve girişimlerde bulunmaları, ayrıca Türkiye’ye yapılan tur programlarında çeşitliliğe ve artışa gitmeleri çağrısında bulunuyorum.
Güçlü bir Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti için Güçlü bir Türkiye..
Sevgi ve Saygılarımla..
Elif MOHUL ABİÇ /Gazimagusa /KIBRIS
Ağustos ayının sonuna yaklaştığımız ve miadını çoktan doldurmuş “Kıbrıs müzakereleri” yolculuğuna dair hummalı çalışmaların artarak sürdüğü şu günlerde, Kıbrıs Sorunundan birinci dereceden sorumlu bulunan taraf ile bugüne dek irdelenmemiş hangi hususun yeniden masaya yatırılacağı artık pek merak konusu bile değil…
Dünya kamuoyu önünde gerek Türkiye Cumhuriyeti’ni gerekse Kıbrıs Türk tarafını sürekli zor duruma düşürmeye çalışan zihniyet, sözde “güvenlik kaygılarını” öne sürmekten geri kalmıyor, adeta Kıbrıs sorununun 20 Temmuz 1974 harekatı ile başladığı imajını çizmeye de devam ediyor.
20 Temmuz 1974 harekatının adının “Barış ve Özgürlük Bayramı” olarak anılması boşuna değildir. Bu harekâtla yalnızca Kıbrıslı Türklere değil, EOKA tarafından ENOSİS karşıtı oldukları gerekçesiyle türlü zulme uğrayan ve nice kayıplar veren Kıbrıslı Rumlara da huzur ve güvenlik ortamı sağlanmıştır.
Unutulmamalıdır ki EOKA terör örgütünün 1955-1959 yılları arasında öldürdüğü Rumların sayısı, öldürdüğü Türk ve İngiliz kişi sayısından fazladır. EOKA bahsi geçen tarihler arasında 278 Rum, 142 İngiliz ve 84 Türk’ü öldürmüştür.
Öyle ki tüm bu yaşananlar, BM’nin 04 Mart 1964 tarihli S/5575 numaralı kararı ışığında, “şiddet ve katliamın” önlenmesi için adada BM Barış Gücü’nün tesis edilmesine yol açmıştır.
Türk ordusu ise adaya, huzur ve güvenlik ortamını sağlayamayan (ki bu belgelerle sabittir) BM Barış Gücünün adaya konuşlanmasından tam on yıl sonra, 15 Temmuz 1974’te Yunan Cuntasının (200 Yunanlı subay, RMMO askerleri ve EOKA B terör örgütü üyelerinin işbirliğinde gerçekleşen) kanlı darbesiyle yıkılan hükümetin, bozulan anayasal düzenin yeniden temini maksadıyla, Garanti ve İttifak Anlaşmalarından doğan meşru haklarla müdahalede bulunmak zorunda kalınmıştır.
Aslında Türk ordusu, esasen büyük bir işgali önlemiş ve kökleri 1790 yılına uzanan “Kirli Büyük Plana” darbe vurmuştur.
Gerçek işgalin krokisinin çizildiği 1790 yılı, esasen Kıbrıs sorununun başlangıcını oluşturmaktadır. “Megali İdea” yani “Büyük Fikir”.. Hollanda’da çizilen bu haritaya göre Kıbrıs, büyük Yunanistan’a bağlı bir topraktır. Ve bahsi geçen yıldan itibaren kurulan türlü cemiyetler ve organizasyonlar, bu haritayı hayata geçirmek için büyük gayretler sarf etmişlerdir.
İşte bu haritanın önemli bir parçasını tamamlama gayesi taşıyan ENOSİS’in, (diğer bir deyişle adanın Yunanistan’a ilhakı) ne yazık ki yakın geçmişte (Şubat 2017) sözde güvenlik endişesi taşıdığını iddia eden Rum tarafının meclisi tarafından tüm okullarda kutlanılması kararı alınmıştır. Görülen o ki, güvenlik kaygısı taşıdığını iddia eden Rum tarafı, diğer taraftan adanın Yunanistan tarafından işgaline çanak tutmaktan hala geri kalmamaktadır.
Yine güvenlik ve garanti anlaşmalarına gerek olmadığını iddia eden Rum tarafı, diğer taraftan mütemadiyen asker sayısını artırmakta, çeşitli ülkelerle askeri tatbikatlar yapmakta ve askeri işbirliği anlaşmaları imzalamaktadır.
Öte yandan Rum Savunma Bakanlığı için ayrılan bütçenin 352 milyon avro olduğunun da altını çizmekte fayda bulunmaktadır.
Bundan yaklaşık bir hafta önce, ABD Kara Kuvvetleri Komutanı General Mark A. Milley, Rum Milli Muhafız Ordusu (RMMO) Komutanı Korgeneral İlias Leondaris'le görüşmüş ve bu görüşmeye katılan ABD Büyükelçisi Kathleen Doherty, "Bu, Washington ve Rumlar arasında güvenlik konularındaki işbirliğinin güçlenmesine dair yeni, önemli bir göstergedir" demiştir. Bu görüşmeye İngiliz Yüksek Komiseri Stephen Lilli’nin de katıldığına dikkat çekerken, RMMO komutanının Yunanistan tarafından atanan bir subay olduğu ve toplantıda herhangi bir Rum siyasinin yer almayışını da göz önünde bulundurarak, toplantının özde Amerika-İngiltere ve Yunanistan arasında icra edildiğini söylemek pek de yanlış olmayacaktır. Halihazırda geçtiğimiz aylarda ABD’nin Rum tarafına uyguladığı silah ambargosunu kaldırmak için çalışmalar icra etmesi giderek sıkılaşan Amerikan-Rum/Yunan ilişkilerinin somut bir örneğini teşkil eder niteliktedir. (Küçük bir ayrıntı olarak silahlanmaya önem veren Güney Kıbrıs’ta, vatandaşların silah temini ve muhafazası yasaldır.)
Öte yandan, geçtiğimiz günlerde Kıbrıs Rum Motosikletliler Federasyonu Başkanı Yorgos Hacıkostas, 1995-1996 olaylarının perde arkasını ifşa etmiş ve bir kere daha GKRY’nin gerçek niyetini ve yaklaşımını ortaya koymuştur.
Eylemler düzenlemek için Almanya ile birlikte 17 ülkenin maddi ve manevi desteğini aldıklarını itiraf eden Hacıkostas, Klerides’in kendisine bu eylemlerin Yunanistan’ı savaşa sürükleyeceğini fakat Yunanistan’ın bir savaşa hazır olmadığını anlattığını, fakat bunlara rağmen o dönemde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne birkaç Rus tankının geldiğini, bu tankları 80 Rus tankı, birkaç Yunan tankı ve S300’lerin de izleyeceğinin kendisine ifade edildiğini aktarmıştır. Klerides’in, belirtilenler Güney Kıbrıs’a ulaştığında motosikletlilerden eylem yapmasını isteyeceğini fakat o gün eylemden vazgeçmeleri gerektiğini belirttiğini aktaran Hacıkostas, bu karara Rum Başpiskopos Birinci Hrisostomos’un sert bir biçimde tepki göstererek kendisine “İptal etmemeniz gerekirdi… Kan dökülmezse Kıbrıs özgürlüğüne kavuşmaz” dediğini aktarmıştır.
Hal böyle iken ve tüm bu yaşananlar gün gibi ortada iken, Kıbrıs Türk tarafı mı yoksa Kıbrıs Rum tarafı mı daha fazla güvenlik kaygısı taşımalı ya da adanın ilhakından endişe duymalıdır?
Görülen o ki, çağdışı olduğunu ve gerekliliği kalmadığını iddia ettikleri Garanti ve İttifak Anlaşmalarının mevcudiyeti yalnızca Kıbrıslı Türklerin değil, Kıbrıslı Rum toplumunun da huzur ve güvenliği, ayrıca adadaki barış ve istikrarın teminatı için elzemdir.
Rum tarafının Türk tarafını masada en çok zorladığı diğer başlık, Yönetim ve Güç Paylaşımı…
Rum tarafı, tarihte de Kıbrıslı Türkleri adadaki eşit iki toplumdan biri olarak görmediği için hiçbir zaman eşit paydada buluşmaya yaklaşmayacaktır. İşin özünde zihniyet meselesi yatmaktadır.
Zannediyorum ki deveye hendek atlatmak, iyi niyet göstergesi çerçevesinde, Güven Yaratıcı Önlemler kapsamında alınan adadaki telefon şebekelerinin enterkonnekte olması hususunu bile reddederek yerine getirmeyen, uluslararası kimlikteki tek iki toplumlu spor etkinliğini olan “Kıbrıs Rallisinin” ‘seyirci özel etabını’ dahi iptal eden, 2003’ten bu yana Kıbrıs Türk tarafının iyi niyet göstergesi çerçevesinde sınır kapılarının açılmaya başlanmış olmasına, talep ettikleri sınır kapılarının da bir bir açılmasına rağmen konu Kıbrıslı Türklerin hayatını kolaylaştıracak kapıların açılmasına gelince sürekli ayak direyerek, türlü bahaneler öne sürerek bu kapıları açmaktan kaçınan bir zihniyetle Kıbrıs’ta çözüm arayışında bulunmaktan daha kolaydır.
Tüm bu yaşananlar, artık ajandanın değiştirilmesinin vaktinin geldiğinin hatta geçmekte olduğunun sinyalini net bir biçimde vermektedir.
Avrupa’nın ve dünyanın gündemine 40 yılı aşkın bir süredir devam eden “Kıbrıs Sorunu Müzakerelerini” taşımak yerine, BM Güvenlik Konseyi’nin S/2004/437 numaralı kararını taşımanın yerinde olacağını düşünüyorum. Unutturulmaya çalışılan, birçoğunun görmezden geldiği ve uygulanmayan tek BM kararı niteliğindeki bu karar, Kıbrıslı Türklerin izole edilmesine neden olan tüm ambargo ve kısıtlamaların kaldırılması çağrısı yapmaktadır.
İkinci bir husus olarak, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk tarafının tüm iyi niyetli gayretlerine rağmen, gerek 2004 yılında Annan Planını reddederek, gerekse 2017 yılında Crans Montana’daki görüşmelerin çözümsüzlükle sonuçlanmasına neden olarak Kıbrıs’ı çözümsüzlüğe mahkum eden Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin hukuka aykırı bir biçimde ve tek taraflı olarak Avrupa Birliği’ne alınmasıyla teşkil ettiği “tartışmalı statüsü”, tüm uluslararası platformlarda tartışmaya açılmalı ve irdelenmelidir. Daha da fazlası 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nden zorla tecrit ettirilen Kıbrıslı Türklerin kurduğu ve yaşattığı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınması hususu da Avrupa ve dünya kamuoyunun gündemine getirilmelidir.
Son olarak, tüm yukarıda bahsi geçen olaylar ve gelişmeler bizlere, gerek Kıbrıs adasında gerekse Akdeniz ve Ortadoğu’da barış ve güvenlik ortamının temin ve muhafazası için Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk ordusunun varlığının olmazsa olmaz olduğunun ispatını teşkil etmektedir. Ayrıca, bu vesileyle, son dönemlerde Türkiye Cumhuriyeti’ne yapılan ekonomik ve siyasi savaşı kınar, biz Türk milletinin güçlü iradesi ışığında birlik, beraberlik ve dayanışma içerisinde tüm bu savaşların üstesinden geleceğimize dair inancımı yinelerim.
Öte yandan Türkiye Cumhuriyeti’ne yapılan bu hain ekonomik ve siyasi savaşlarla mücadelede destek olmak adına, KKTC’deki tüm seyahat acentalarına ve tur operatörlerine, KKTC Turizm Bakanlığı'nın da katkılarıyla, tatilcilerin tatil rotalarını Türkiye’ye çevirmesine katkıda bulunacak teşvik ve girişimlerde bulunmaları, ayrıca Türkiye’ye yapılan tur programlarında çeşitliliğe ve artışa gitmeleri çağrısında bulunuyorum.
Güçlü bir Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti için Güçlü bir Türkiye..
Sevgi ve Saygılarımla..
Elif MOHUL ABİÇ /Gazimagusa /KIBRIS