MEKANSAL DÖNÜŞÜM EKSENİNDE SOSYAL BELEDİYECİLİK
Kentsel dönüşüm, iyileştirme, yenileme, yerinde dönüşüm, tarihi binaların fonksiyonel dönüşümü, büyük yatırım projeleri, soylulaştırma gibi çoğu farklı ölçekli ve sosyal boyut içeren kavramların ortak paydası; özünde mekansal dönüşüm olmalarıdır. Çarpık yapılaşma, depremsellik riski, rant eksenli yaklaşımlar ve yarışan kentler olgusu gibi nedenlerle kentsel dönüşüm süreçlerine ilişkin gündeme gelen yasal düzenleme ve uygulamalar; kentlerimizi büyük oranda değiştirecektir. Bu süreçte, kent estetiğinin politik ve rantsal kaygılarla deforme edilme olasılığı da ne yazık ki şimdiden yaşanan örneklerle gündemdedir. Halbuki kentsel yenileme konseptinin ve estetik boyutunun mimariye, bilime ve işin uzmanlarına bırakılması gelecek kuşaklar açısından zorunlu bir görev olmalıdır. Bu nedenle kentsel düzenlemelerin bir master plan ekseninde, arazi kullanımı ve yönetimi modelleri ile yatay ve düşeyde gerekli sınırlamaları içerecek şekilde yapılması aciliyet arz etmektedir. Bu dönüşümlerin elbette ki ekonomik, kültürel ve sosyal boyutları da söz konusu olacaktır. Özellikle, yaşamsal dengeleri gözetmeyen toplusal katılımı esas almayan politikalar; yerel yönetimlerin gelecekteki en önemli handikapları olacaktır. Bu çerçevede yerel yönetimlerin sosyal faaliyetleri de değişerek yeni boyutlar kazanacaktır. Sosyal belediyecilik, öncelikle eşitlikçi ve katılımcı belediyecilik anlayışını akla getirmektedir. Her belediye, farklı ölçek ve nitelikteki projeleri ile sosyal belediyeci olduğunu ifade etmektedir. Yaptıkları sosyal merkezleri, eğitim merkezlerini, gıda -erzak yardımlarını, sağlık taramalarını, yaşlı-engelli bakım hizmetlerini, dini hizmetleri, kültürel faaliyetleri, sosyal belediyecilik örnekleri olarak anlatmaktadırlar. Aslında bütün bu faaliyetler; belediyelerin doğal ve yasal görevleridir. Bu nedenle sosyal belediyeciliğin daha farklı ve özgün yönlerinin olması gerektiği düşünülmektedir. Günümüzde sosyal belediyeciliğin farklılaşan özelliklerinden biri de mekansal dönüşümü adil bir yaklaşımla ele alacak, daha demokratik belediyecilik modeline geçiş olacaktır. Bu bağlamda, sosyal belediyecilik anlayışına demokrasinin eklenmesi, demokratik, katılımcı, eşitlikçi ve sosyal adalet vurgusu olan belediyeciliği tanımlayacaktır. Sosyal demokrasiyi geliştiren belediyecilikte, mekansal dönüşümde eşitlikçi koşullar temel alınmaktadır. Bu anlayışta öncelikle, yerinde, katılımcı ve dayanışmacıdönüşüm sürecinin politika ve stratejileri oluşturulmalıdır. Örneğin, dönüşüm sürecinde bir bölgede yaşayan vatandaşları sosyal dayanışmalarını ve hemşerilik bağını dikkate almadan yerinden koparıp kentin banliyölerine taşımak nasıl olumsuz sonuçlar doğuracaksa; benzer şekilde yerinde dönüşüm yaparken, onların yakın çevrelerindeki iş bulabildikleri sektörleri bölgeden uzaklaştırmakta, dönüşümün sosyal adalet boyutu sağlanamaz hale getirebilir. Bu nedenle, sosyal demokrat belediyecilik anlayışı öncelikle çok kapsamlı bir sosyal araştırmayı içermelidir. Yerel yönetimlerin halkı katılımcılığa teşvik eden özgün örgütsel kültür ve davranışının oluşturulması ve kararların bu eksende bilimsel yöntemlerle verilmesi sosyal iletişim boyutunu zenginleştirecektir. Yerel yöneticilerin mensup oldukları siyasal partilerin, örgütsel kültürü ortaya koyacak mekanizmaları geliştirecek genel politikaları üretmeleri, çağdaş yönetim anlayışı için gereklilik haline gelmiştir. Demokrasi anlayışının kentsel mekana yansımasının en somut göstergeleri park ve meydanlardır. Meydanların genişletilmesi ve kademelendirilmesi, bayram kutlamaları, konser ve miting gibi etkinliklere uygun tasarlanması ve yakınlarında yeşil akslar ve kent parklarının bulunması kentsel tasarımın temel hedefleridir. Bu bağlamda kentlerimizin iklimsel özellikleri incelenerek; insan ölçeğini aşan adeta modern gecekondular şeklinde yükselmekte ve çoğalmakta olan düşeyde sınırlandırılmamış ucube gökdelenler ve AVM gibi kapalı alanlar yerine, daha demokratik ve eşitlikçi paylaşıma izin veren büyük meydanlar ve şehir parkları gibi kamusal açık alanların yaratılması çok daha insani olacaktır. Oysa projeleri yeni başlamış kentsel dönüşüm alanlarının çoğunun, kentsel donatı alanlarından yoksun, toplu konut alanlarına dönüştüğü görülmektedir. Dönüşüm alanları, katılımcığı desteklemek için sosyal hizmet merkezleri, mesleki eğitim alanları, kültür alanları, toplu taşıma olanakları, sağlık ve eğitim tesisleri, meydan ve parkları ile birlikte tasarlanmalıdır.
Dar gelirli kesimler için sosyal konut üretiminde, yaşam kalitesinin geliştirilmesi, toplu taşıma alanlarının sosyal adalet ve eşitlik ilkelerine göre bu alanlarda yaygınlaştırması gereklidir. Vatandaşların gelir durumuna göre mekanın aşırı farklılık göstermesi de sosyal adalet anlayışını zaman, zaman sorgulatan bir hale gelmektedir. Örneğin büyük kentlerde, özel güvenlikli, dışa kapalı konut yerleşimleri mekanın eşitlikçi kullanımını engellemektedir. Bunun sadece mekan kullanımı açısından kalmayıp aynı zamanda psikolojik etkileri de bulunmaktadır. Örneğin her yerinde tel örgüler, içerisini göstermeyen duvarlar, kameralar ve güvenlik görevleri ile dolu bir mekan, yoksul vatandaşı tehdit unsuru olarak görme ve onlardan korunma gerekliliği düşüncesini öne çıkararak ayrımcılık yaratmaktadır. Sonuç olarak yerel yönetimler, yapıların ezici boyutları ile değil, mekanlarının insancıllığı ile öne çıkmalıdır.