İŞİD -SURİYE -RUSYA KRİZİ YADA ENERJİ SAVAŞLARI BAĞLAMINDA TÜRKİYE ENERJİ POLİTİKASI
Enerji; en temel insan hakkı olan sağlıklı yaşam için en önemli kaynaklardan biridir. Dünya genelindeki ekonomik büyüme ve daha konforlu yaşam istemi ile birlikte, üretimin en temel girdisi olan enerji kaynaklarına olan talep büyük bir ivme ile artmaktadır. Bugün kullandığımız enerjinin büyük bir çoğunluğu petrol, kömür, doğal gaz, bitümlü şist gibi fosil yakıtlardan elde edilmektedir. Günümüzde gelişme ve güçlenmede de en stratejik unsur konumunda olanbirincil enerji kaynaklarının sınırlılığı; enerji savaşlarının da esas nedenidir. Enerjinin daha verimli ve tasarruflu kullanılması, bu yakıtların sınırlı rezervlerinin korunması anlamını taşımaktadır.
Dünya enerji tüketimi; nufus artışına, daha konforlu yaşam talebine bağlı sanayileşmeye ve teknolojik gelişmelere paralel olarak, baş döndürücü bir hızla artmaktadır. 21. Yüzyıla girerken adeta enerji soğuran bir dünya toplumu portresi ortaya çıkmaktadır. Orta Doğuda din ve mezhep farklılıkları araçsallaştırılarak yaşanan krizlerin, asıl nedenini anlayabilmek için okuyucularımı sıkmadan bazı sayısal verileri paylaşmak isterim. Bilinen Dünya toplam enerji rezervleri; 200 trilyon m3 doğalgaz, 1.7 trilyon varil petrol ve 1 trilyon ton kömür seviyesindedir. Türkiye’de ise arama için yeterli kaynak ayrılmamış olmakla birlikte bilinen petrol ve doğalgaz rezervimiz ihmal edilebilecek seviyededir. Kömür rezervimiz ise 15 milyar ton civarındadır. Öte yandan Dünya’nın yıllık enerji talebi yaklaşık 13 milyar ton petrol eşdeğeridir. Türkiye de ise bu talep yaklaşık 125 milyon ton petrol eşdeğeridir. Gerek Dünya’da gerekse de Ülkemizde enerji tüketiminin %90’ı bu üç fosil kaynaktan karşılanmaktadır. Diğer tüm kaynakların payı ise sadece %10 düzeyindedir. Bugünkü tüketim trendi ile hesaplandığında petrolün 40, doğalgazın 60 ve kömürün de 140 yıllık ömrü kalmıştır. Konfor ve gelişme talebindeki artışla bu ömrün çok daha kısıtlı olacağı açıktır. Kişi başına birincil enerji ihtiyacına baktığımızda ise dünya ortalaması 2 ton eşdeğer petrol iken ülkemizde 1,6 TEP civarındadır. Bunun anlamı şudur; Türkiye halen gelişmekte olan bir ülkedir ve de sanayileşmek için çok daha fazla enerji ihtiyacı olacaktır.
Halen Ülkemiz enerji ihtiyacının ancak dört te biri yerli kaynaklardan karşılanmakta geri kalan dörtte üçü ise yıllık yaklaşık 60 milyar dolar ödenerek ithal edilmektedir. Üstelik bu kaynağın üçte biri de maalesef kriz yaşamakta olduğumuz Rusya’dan temin edilmektedir. Bu rakamlar aslında şunu gösteriyor ki en temel insan hakkımız olan yaşam için gerekli olan enerji açısından kökten dışa bağımlıyız, esas olarak da senaryosunu bilmediğimiz, oyuncusu olmadığımız enerji savaşlarının önemli aktörlerinden biri olan Rusya’ya bağlıyız.
Dünya fosil enerji rezervlerinin %70’i nin Avrasya da; bunun büyük bölümünün de Ortadoğu’da olduğu dikkate alındığında, bu bölgedeki bitmek tükenmez krizlerin, kaosların, mezhep ve etnik savaşların asıl nedeninin ENERJİ SAVAŞLARI olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır. Mevcut enerji kaynaklarının ömürlerinin çok kısa olduğu dikkate alındığında, yeni enerji kaynakları teknik ve ekonomik yapılabilirlik ölçüleri içinde devreye girinceye kadar (esasen çok uluslu şirketlerce bulunmuş ve en uygun zamanda devreye sokulmak üzere beklemededir) disiplinli bir biçimde ancak adil bir yaklaşımla tüketilmeleri gerekmektedir. Ne yazık ki, Ülkelerin sosyo ekonomik ve sosyo kültürel yapıları da bu kaynakların adil kullanımına engeldir. Kimisi gerektiğinde tezek seviyesinde bir ortaçağ politikasına dönebileceğini duyururken, bir başkası uzayın paylaşılması ekseninde ihtiyaç duyduğu değerleri dayatmak istemektedir. Bu olgu, mevcut kaynakların akılcı ve dengeli bir yaklaşımla yönetilmesini gerekli kılmaktadır. Öyle ise Ülkelerin reel dış politikaları da amaçsız, hedefsiz, nostalji ve hamaset duyguları yerine, enerji alanı başta olmak üzere ekonomik çıkarların optimize edileceği bir senaryo ekseninde şekillenmelidir. Esasen bizler çok şanslıyız. Çünkü, Cumhuriyetimizi kuran irade bu ekseni de, bu senaryoyu da 90 yıl önce tanımlamıştır. Bu adil ve demokratik senaryo da “YURTTA SULH, CİHANDA SULH”tur. Bu ufuk açıcı konseptin; aslında, günün koşullarına uygun dinamik bir yaklaşımla projelendirildiğinde; ekonomik kültürel ve sosyal sonuçlar üretecek ve bunları adil dağıtacak, ülkeler arasında; krizlerin, savaşların yaşanmayacağı bir anahtar olduğu anlaşılmalıdır. Bölgemizde yaşanan enerji savaşları için, din, mezhep, etnisite bağnazlıklarının araçsallaştırılmasına ortak olmayacak bir politikanın bu eksende geliştirmesi de hem ülkemiz hem bölgemiz hem de tüm insanlık için kaçınılmazdır.