ENERJİ JEOPOLİTİĞİ EKSENİNDE IRAK- SURİYE MESELEMİZ
Gerek son yıllarda çeşitli dış etkilerle iç savaşa sürüklenmiş olan Suriye’nin kuzeyinde, gerekse de aynı serüvenin çok daha önceden yaşatıldığı Irak’ın kuzeyinde yapılandırılmak istenen yeni oluşumlara, iyi niyetli bir yaklaşımla ulusların kaderini tayin hakkı ekseninden mi bakacağız, yoksa bu oluşumları küresel enerji oyuncularının en çarpıcı araçları olarak mı göreceğiz. Esasen doğru olanı Ortadoğu’da yaşanan bu kanlı süreci; Enerji jeopolitiği ekseninde yorumlamaktır. Emperyalistlerin, çok uluslu tekellerin çıkarları doğrultusunda bilinçli bir şekilde başlattıkları bu oyuna, ülke çıkarlarını akılcı yönetme anlayışı yerine hamaset ekseninde farkında olmadan katkı vermiş olması da bir talihsizlik olmuştur. Konuyla ilgili farkındalık sonrası başlatılan operasyonların yerindeliği de tartışmasızdır.
Gerek Kuzey Irakta’ yapılan referandumdaki tartışmalı alanlar, gerekse de Suriye’de ki bölünme alanları dikkatle incelendiğinde; 4. sanayi devriminin yaşandığı günümüzde çok daha önemi artmış olan enerji üretim havzaları ile, enerji nakil hatlarının determinasyonunu esas almaktadır. Petrol ve doğalgaz gibi enerji rezervlerinin çok önemli bölümüne sahip olan Bölge Ülkelerindeki enerji yönetişim yapısının parçalanmışlığı ile birlikte Yemen’den Suriye’ye Irak’tan Suudi Arabistan’a Katar’dan Mısır’a Iran’dan Filistin’e pek çok etnik, mezhepsel çelişkilerle beslenen çatışma ortamı, küresel enerji dinamikleri için bulunmaz bir nimettir.
Dünya enerji tüketimi; nüfus artışına, daha konforlu yaşam talebine bağlı sanayileşmeye ve teknolojik gelişmelere paralel olarak, baş döndürücü bir hızla artmaktadır. 21. Yüzyıla girerken adeta enerji soğuran bir dünya toplumu portresi ortaya çıkmaktadır. Orta Doğuda din ve mezhep farklılıkları araçsallaştırılarak yaşanan krizlerin, asıl nedenini anlayabilmek için okuyucularımı sıkmadan bazı sayısal verileri paylaşmak isterim. Bilinen Dünya toplam fosil enerji rezervleri; 200 trilyon m3 doğalgaz, 1.7 trilyon varil petrol ve 1 trilyon ton kömür seviyesindedir. Bugünkü tüketim trendi ile hesaplandığında petrolün 40, doğalgazın 60 ve kömürün de 140 yıllık ömrü kalmıştır. Konfor ve gelişme talebindeki artışla bu ömrün çok daha kısıtlı olacağı açıktır. ABD de üretimine hız verilen kaya gazının rezervinin ve dünya’daki dağılımı bilinmiyor olması bir yana, bu aşamada daha yeni bir kaynak devreye konulmaz ise Dünya'nın 21. Yüzyıldaki en önemli ve güvenilir enerji kaynağı yine kömür olmaktadır. Öte yandan Dünya fosil enerji rezervlerinin %70’i nin Avrasya da; bunun büyük bölümünün de Ortadoğu’da olduğu dikkate alındığında, bu bölgedeki bitmek tükenmez krizlerin, kaosların, mezhep ve etnik savaşların asıl nedeninin ENERJİ SAVAŞLARI olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır.
Kuzey Afrika ülkeleri ve Orta Doğu başta olmak üzere yakın coğrafyamızda yaşanan kaos ve çatışmalar, küresel dinamiklerin enerji jeopolitiği ekseninde yürütmekte olduğu politikaların araçlarıdır. Nitekim gerek Suriye, Gerekse Irak’ın kuzeyinde askeri harekatlarla yaşanan son dönem gelişmelerini dikkatle incelediğimizde; küresel enerji dinamiklerinin arzuları doğrultusunda petrol rezervlerinin yoğun olduğu bölgelerin güvenceye alınmasına öncelik verildiği anlaşılmaktadır. Bir yandan Barzani’nin referandum serüveni araçsallaştırılarak İKBY sınırları daraltılmak suretiyle Musul- Kerkük zengin petrol yatakları güvenceye alınmakta, bir yandan Suriye’nin çok önemli petrol rezervlerinin bulunduğu Deyr ez Zor bölgesi IŞİD’den alınmaktadır. Öte yandan da Katar krizi araçsallaştırılarak Basra körfezindeki petrol yataklarının güvenceye alınması hedeflenmektedir. Bu tür operasyonların, yakın gelecekte de İran, Azerbaycan başta olmak üzere Avrasya coğrafyasında yürürlüğe konulacağı da açıktır.
Mevcut enerji kaynaklarının ömürlerinin çok kısa olduğu dikkate alındığında, yeni enerji kaynakları teknik ve ekonomik yapılabilirlik ölçüleri içinde devreye girinceye kadar, disiplinli bir biçimde ancak adil bir yaklaşımla tüketilmeleri gerekmektedir. Ne yazık ki, Ülkelerin sosyo ekonomik ve sosyo kültürel yapıları da bu kaynakların adil kullanımına engeldir. Kimisi gerektiğinde tezek seviyesinde bir ortaçağ politikasına dönebileceğini duyururken, bir başkası uzayın paylaşılması ekseninde ihtiyaç duyduğu değerleri dayatmak istemektedir. Bu olgu, mevcut kaynakların akılcı ve dengeli bir yaklaşımla yönetilmesini gerekli kılmaktadır. Öyle ise Ülkelerin reel dış politikaları da amaçsız, hedefsiz, nostalji ve hamaset duyguları yerine, enerji alanı başta olmak üzere ekonomik çıkarların optimize edileceği bir senaryo ekseninde şekillenmelidir.
Büyük Önderimizin “YURTTA SULH, CİHANDA SULH” ilkesi bu amaçla uygulanacak en akılcı ve ufuk açıcı konsepttir. Yeter ki bu konsepti kavrayıp, projelendirecek mekanizmaları kuracak bilimsel yönetim anlayışını ülkemize hakim kılalım.